Çağlayan Adliyesi'nde iki genç devrimcinin gerçekleştirdiği eylem orasından burasından sorgulanır, dikkat çekici bir malumatfuruşlukla, üstelik henüz daha eylem esnasında yerilir, savcının ne kadar “iyi niyetli” olduğu anlatılır, MİT, “üst akıl” falan hesaba katılır, “Haziran çizgisine halel mi geldi”, “sosyalist hattımızda sapma mı var” diye endişe duyulur, “devrimci eylem nedir” tartışmasına meyledilebilir falan... kendi zayıflığımızla fakat gel gör ki internet ve sosyal medya gücüyle serbest atış dönemindeyiz.
Hatta değme devrimci geçinenler eylem hakkında yazarken, “şunu baştan belirteyim, bu tür eylemlere karşıyım” diye de benliğini bir güzel güvenceye alır...
Öte tarafta, eylemin tarzını benimsemediği, “hadi aynısını yapalım” demediği halde; AKP düzeninin adaletsizliğini, katliamcılığını, medyanın yalanlarını, haklı bir talebi olan insanların hemen “terörist” olarak yaftalanmasını sindiremeyen insan duyarlılığı, inandığı devrimci dava uğruna ölüme giden iki insanın fedakarlığına duyulan saygı çarpıtılır ve “böyle eylemler methedilemez, sınıf çizgimiz” bilmem ne diye ayar verilmeye çalışılır...
Bu eylem sonucunda AKP iktidarının eline siyasi koz geçtiği, iç güvenlik yasasını geçirmekte hızlanacağı, hukukçuların haklarına, toplumun özgürlüğüne saldırısını yoğunlaştıracağı vesaire de söylenir.
*****
Peki gerçekten öyle midir? Yani asıl meselemiz eylemin biçimi, arkasındaki “gizemli güç” ve sonuç varsayımları mıdır?
Örneğin, adliye eylemi yapılmasaydı AKP uzlaşmacı, demokrat ve atacağı adımlar için toplumsal onay arayan bir zemine mi kayacaktı? Daha mı yavaş davranacaktı, kendisine bir bahane yaratmayacak mıydı? Eylem toplumsal algıda müthiş bir değişim mi yarattı ve AKP karşıtları AKP'ci mi oldu? Hadi gerçeğe dönelim, AKP'nin bahaneye ihtiyaç duyduğunu da kim söyledi? Hadde hududa sığmayan faşist iktidar yeterince göze batmıyor mu?
Olasılıklar da tartışılabilir ancak ne bu tür eylemler ilk olarak yapılmakta ne de bu eylemler karşısında gösterilen akıldanelik ilk kez sergilenmektedir.
Çağlayan'da yaşanana benzer eylemlerin sosyalist mücadeledeki yeri ve karşılığı, sınıf mücadelesine katkısının tartışmalı olduğu, anlamının ve etkisinin hangi politik dönem ve koşullarda yapıldığına bağlı olarak değiştiği, çoğu zaman sosyalist hareketi gayrımeşru bir konuma düşürdüğü, kimi zamansa cesareti pekiştiren özellikler barındırdığı da bilinmektedir. Söylenebilecekler ve sonuçlar tahmin edilebilir durumdadır.
Ancak bununla birlikte, doğru (öncelikli) tartışma zemini ve devrimci sorular bu saydıklarımız da değildir.
Kimileri için en güzel tartışma “analiz yapıp, sırları ortaya çıkardığım”dır belki ama çıplak ve esas olana odaklanmak çoğu durumda hem politik olarak doğru yerde durmanıza ve hızlı harekete geçebilmenize yol açar, hem de vicdanlarda yıkım yaratmanıza engel olur.
*****
Öyleyse şöyle söylenebilir; adliye eyleminin biçimi ve sonuçları ne olursa olsun, öncesi ve sonrası dahi hesaba katıldığında ortada hâlâ tek gerçek (kalıcı) soru vardır ve karartılmasına izin verilmemelidir:
Berkin Elvan'ın katilleri neden açıklanmıyor, cezalandırılmıyor ve korunuyor?
Bugünün devrimci görevi “Narodnizm tehlikesi”ni keşfetmek değil, asıl olan sorunun unutturulmasına engel olacak, katilleri açığa çıkaracak bir devrimci iddiayı ve eylemi ortaya koymaktır.
İstikametini, asal olanı başa yazarak belirlemeyen herhangi bir analiz, toplumsal barışın neden sağlanamayacağını, AKP'nin neyi gizlediğini, ya da örneğin polisin savcıyı kurtarmak yerine neden infaz ettiğini anlayamaz. Gencecik iki insanın adaletsizliğe dikkat çekmek için yaşamını feda ettiğini, bizim üniversiteli yoldaşlarımızın Berkin'in, Şafak'ın, Bahtiyar'ın katilinin aynı iktidar, aynı zihniyet, aynı amaç olduğu saikiyle eyleme katıldığını göremez.
Analiz bir fasarya olarak kalır. Siyasetçi sadece komplo teorileri arasında debelenir...
Ve zaten üç kişi katledilmiş, burjuva basın “Berkin Elvan'a ihanet” manşetleriyle “haziran çizgisi”ni zayıflatmaya çalışırken, televizyonlarda boy gösteren gericiler Gezicileri terörist ilan ederken... Haziran olarak sokağa çıkıp “Berkin'in katillerini ortaya çıkarın”, “biz halkız siz teröristsiniz” diyebilmek... Saraylara savaş açıp kulübelere barışı getirecek kitleselliği örgütlemek, “devrimci demokrasinin marjinalliği”ni tartışmaktan çok daha doğru ve umut vericidir.