Tarihin tam olarak ne işe yaradığı, hatta bir işe yarayıp yaramadığı zaman zaman sorgulanıyor. Bu tarafını bir kenara bırakırsak, insanlığın geçirdiği binlerce yılda ibretten şaşkınlığa kadar birçok duyguya kaynaklık edecek olay var.
Misal…
Roma’nın zalimliği ile meşhur imparatoru Caligula’nın çok sevdiği atı Incitatus’u senatör olarak ataması.
Popüler tarihlere göre Caligula’nın atını senatör yapması onun deliliğinin kanıtlarından sadece biridir. Başka eylemler de eklenerek bu delilik tezi şişirildikçe şişirilir. Kim bilir, belki de Caligula gerçekten delidir. Oysa, hem o günlerde hem de bizim dünyamızda Caligula’nın deliliğinden daha önemli bir şey var.
Caligula atını senatör yaparak, esasında, iktidarı kendisiyle paylaşma iddiasında bulunan bir kurumu fiilen ortadan kaldırmıştır. Cumhuriyet deneyimi olan Roma’da senato iktidarın toplandığı bir kurumsal merkezken, Caligula bütün iktidarı kendi ellerine almaya ve bunu kimseyle paylaşmamaya kararlıdır. Kuşkusuz, senatoyu bir anda kapatabilir, senatörleri ortadan kaldırabilir, Roma cumhuriyetçiliğinin kurumlarını lağvedebilirdi.
Oysa o, bunun yerine daha sembolik, daha mecazi, deha metaforik bir jest sergilemiştir. Senatoya, gözündeki değerinin ne olduğunu çarpıcı bir hünerle göstermiştir. Senatoyu, lüks bir ahıra dönüştürmüştür.
Tüm tarihsel araştırmalar, buna bağlı olarak üretilen edebi ve sinematografik anlatılar, doğal olarak bu olayı Caligula ile senatoyu merkeze alarak inceleme eğilimdedir.
Fakat ortada bir tane de at vardır. Kendisine tahsis edilen ve içinde mermer bir yemlik ile altın bir yalak bulunan evinde zevkle kişneyen, her hareketinde boynuna ve bileklerine takılı mücevherleri çınlatan Incitatus.
Tahmin etmesi zor değil; Incitatus ne neden atandığını ne de görevinde ne yapması gerektiğini bilecek durumdadır. O sadece önüne konan yulafı yemekle, imparatorunun huzuruna çıkarıldığında uysalca boynunu uzatmakla, sırtına binildiğinde sükseli biçimde tırıs gitmekle yetinmek zorundadır. Kendisine tahsis edilen makamı reddetmek gibi şeyler bir attan beklenecek davranışlar değildir.
Caligula belki delidir, ama at değildir; o atlığını bilmektedir.
***
Caligula’dan bu yana iki bin yıl geçti. Uzunca bir süredir tarihçiler onu tarifsiz zalimliği, ölçüsüz şiddeti, sınırsız hukuksuzluğu ile hatırlıyor. Bunda garipsenecek bir yan da yok aslında. Caligula zalim, şedit, yasa tanımaz bir imparator olduğu için değil; bundan başka hiçbir şey olamadığı için böyle. Kendisinden sonraya bıraktığı tek şey bu olduğu için yani.
Zaten kendisiyle özdeşleşmiş sözü de bunu doğrular niteliktedir: “Korktukları sürece bırakın benden nefret etsinler.”
Caligula’nın iktidarı kısa sürmüştür; dahası, ölümünün ardından altına imza attığı her şeyin çöküşü de göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmiş gibidir. Her şey düzelmiştir, demiyorum; ama Caligula’nın adının Roma’dan silinmesi hiç de iktidardayken kendisine vehmettiği güçle orantılı bir zorlukta olmamıştır.
Ama, işte burada da bir kere daha, tarih yazımının karanlık boşluklarına takılıveriyor gözümüz. Ya Incitatus?
Sahi, imparatorunun şaşaalı yıllarında yulafın en kalitelisine, ahırın en görkemlisine, unvanların en yükseğine sahip olan o tez ayaklı ata ne olmuştur? Belki Roma tarihinin uzmanlarının bu konuda bilgisi vardır, ama popüler tarih anlatılarında Caligula’dan sonra Incitatus’a rastlamak mümkün değildir.
Bir zamanlar imparatorun sofrasında baş köşeye buyur edilen, Senato’ya girerken mor kaftandan koşum takımlarını şıngırdatan Incitatus, belki sonra imparatorluk ahırlarında istirahatine devam etti, belki bir meraklı tarafından satın alındı, belki de kimsenin kendisiyle ilgilenmediği kaos ortamında kırlara doğru koşarak kaçtı.
Yine de adını bir deliliğin timsali olarak tarihe yazdırmaktan kurtulamadı.
Ne yapsaydı?
O bir attı sonuçta. Bunların hiçbirini yapamazdı. Dizginlerini tutan imparatoru, aynı zamanda onun kaderini de elinde tutuyordu. Tarihe onunla birlikte yazıldı, onunla birlikte kayboldu.
At olmasa, belki bir insan olsa elinden gelen bir şeyler olurdu. Kim bilir, belki istifa eder, belki kendisine yüklenen sorumluluğu bırakır, belki de atandığı göreve layık olmadığını görüp uzaklaşırdı.
At olmasa, tarih okur; tarihten ibret alırdı.