CHP-HDP ekseni veya mızrağı saplamak...

Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni bir evreye geçtiğini kabul etmemiz gereken İkinci Cumhuriyet rejiminin toplumsal yaşama ve üst yapı kurumlarına bütünüyle nüfuz etmesini sağlayacak “manivela”nın, 2015 genel seçimleri olarak amaçlandığını öngörebiliriz.

Bu nedenle, 2015 seçimlerinin öncesi ve sonrasındaki süreç, genel olarak burjuva siyaseti nezdinde önemli olduğu kadar, Türkiye ilericiliği veya diğer bir ifadeyle Haziran kitlesi dediğimiz toplamın dinamizminin devamı ve sosyalist hareketin başarısı düşünüldüğünde de kritik bir öneme sahip olacaktır.

AKP, kifayetsiz ama tamahkar (muhteris) bir özne olarak şerri yolunda yürümeye devam ediyor...

Durum böyleyken, sosyalist örgütleri de dahil ederek “sol muhalefet” olarak genelleyebileceğimiz kesimi oluşturan öznelerin konumlanışı, daha fazla dikkate değer ve önümüzdeki mücadele dönemi açısından belirleyici hale geliyor.

Sevgili Doğan (Ergün) daha önce İlerihaber'de (18 Ağustos ve 4 Eylül) “muhalefet operasyonu” meselesini yazmıştı, oradan devam etmeye çalışalım...

AKP'nin yeni rejim inşacılarının önemli gündemlerinden biri, “yüzde 54” olarak kodlayabileceğimiz muhalif kitlenin nasıl muhalefet edeceğiyle ilgilidir.

Öne çıkan iki partinin, CHP ve HDP'nin iktidar programı ve aykırılık feraseti açısından mümkün görülen ve bu partilerden istenen ise, “iktidarın soldan eleştirilmesi”dir. Bu söylediğimiz AKP destekçisi sağ-sol liberallerin yazıp söylediklerinde görülebilir. Söz konusu olan talep, CHP ve HDP'nin, AKP'yi solcu bir üslup ve gündemle eleştirmesi, başka bir ifadeyle freni patlamış kamyonun kontrolünü kolaylaştırmayı ve daha az kazayı sağlamalarıdır.

***

Peki, CHP ve Kürt Siyasal Hareketi'nin (dolayısıyla HDP'nin) politik ve örgütsel konumları “yeni rejimin muhalefeti olma” şevkini karşılamaya uygun mudur yoksa daha ötesi beklenebilir mi?

Bu soruya ancak, düşmanın stratejisini doğru kavrayarak, karşı mücadele hattının nasıl örgütlenmesi gerektiğini belirleyerek ve CHP ile HDP'nin bu mücadele hattıyla uyuşup uyuşmadığına bakarak cevap verilebilir.

Birincisi, “ikinci cumhuriyet” ya da “yeni Türkiye” denilen düzen, bütün unsurları ve hamleleriyle toplumsal bir dönüşümü hedefleyen ve bununla birlikte, bölgesel hegemonya için her türlü savaşı, herkesle ve çok yönlü ittifakı gündemine alabilecek bütünlüklü bir perspektife sahiptir. En “demokratik” ve “insancıl” açılım dahi, özetlediğimiz bu stratejinin bir ögesi olarak kurgulanmaktadır.

Dolayısıyla ikincisi; bu bütüne değil de parçalarına yoğunlaşarak muhalefet etmeye çalışmak, “ama şu adımları halkın yararına destekleyelim” demek, öngörülebilir tehlikeyi abartılı bularak mücadeleyi ertelemek yahut güncel ve ulusal çıkarlar karşılığında kamyonun yol almasına göz yummak örgütlenen karanlığa meşruiyet alanları yaratma handikapıyla malüldür.

Örneğin, iktidarın ortaöğrenime türbanı sokma kararı almasında, özgürlükçü görünerek türban gündeminden kurtulacağını varsayıp kamuda ve üniversitede yaygınlaşmasına göz yuman, 2010 yılının ortasında dahi “laikliğin tehlikede olduğunu söyleyemem” diyen Kılıçdaroğlu'nun ve CHP'nin muhalefet anlayışının payı yok mudur?

Ya da, AKP'ye karşı “din” alanında ideolojik üstünlük elde etmeye çalışan, böylelikle İslami tarzın toplumsal ve siyasal yaşama dikte edilmesini kolaylaştıran Kürt Hareketinin...

Şimdi laisizmin devrimci bir kimlik haline geldiği ve düzene karşı mücadelede turnusol işlevi gördüğü dönemi yaşıyoruz...

“AKP'nin sonraki adımı, anatomi dersine katılan öğrencilerden, organları ve hatları belli etmeden kapalı kadın ve erkek bedenleri çizmesini istemek olur” dediğimizde “abartmayın” diyeceklere ise, 1979 sonrası İran üniversitelerine bakmalarını öneririm. Sınıfa getirilen giysili erkek modelin resmini ona bakmadan çizmek zorunda olan “güzel sanatlar”daki kadın öğrencilerin trajikomik hikayelerini görürsünüz.

***

Ve üçüncüsü, Türkiye'de adına ne dersek diyelim; kurulmaya çalışılan gerici rejimi, örgütlenen cehaleti, etrafımızı saran karanlığı yok etmenin biricik zemini, tek yolu ve en devrimci mücadele hattı; AKP'yi ve düzenini kendi karanlık dehlizlerinde bırakarak, yerine yeni bir cumhuriyet kurma hedefini koymaktır.

Yani Türkiye emekçi sınıfları için asıl tehlike kamyon değil izlediği yoldur. O yola hangi araç konulursa konulsun sağında solunda ölü, yaralı, yıkım bırakacaktır. Öyleyse, bugünün devrimci çıkışı ve solun iktidar perspektifi, hem yolun hem de aracın değişmesi olmalıdır.

Mevcut tabloda bu söyleneni, ne AKP'nin politik adımlarını ve örgütlenme modelini taklit etmeye çalışan CHP, ne de Kürt halkının kazanacağı “statü” için dostlarını düşmanlarının arasından seçmek zorunda kalan Kürt Hareketi yapabilir.

Sokağı kullanmak yerine, “sosyaldemokrat imam” adaylarıyla ve cemaatle işbirliği yaparak başarı arayan CHP'nin de, Türkiye emekçilerinin acilen kurtulması gereken troykadan Erdoğan'ı “açılım sürecinin fiili aktörü”, Davutoğlu'nu “sürecin pratikliği açısından önemli kişi”, Hakan Fidan'ı “sürecin yürümesi için çaba harcayan önemli aktör” tanımıyla benimseyen Demirtaş-HDP'nin de niyeti ikinci cumhuriyetten kurtulmak değil, bu düzenin hükümet alternatifi haline gelmektir.

Ya da niyetlerden bağımsız olarak, sahip oldukları hedef-mücadele diyalektiğinin karşılığı böyledir...

Bu söylediğimizden kasıt ise, CHP ve HDP'nin seçmenine veya bu partilerin içinde yer alan ilerici, solcu ve sosyalistlere seslenmekten, onlarla mücadele safhasında bir araya gelmekten vazgeçmek değildir.

Bilakis, yeni bir cumhuriyet tasavvurumuzu, programımızı, buna uygun siyasi çalışma tarzını, iktidar anlayışını ve örgütlenme modelini bu kesimlere “dayatmak”tır söz konusu olan. Üstelik, herhangi bir durumda bu iki partinin, AKP'nin hareket alanını ve olanaklarını genişletmekle sonuçlanacak “solcu” duruşunun büyüsüne kapılmadan dayatmaktır.

Örneğin (spesifik olarak içinden geçtiğimiz dönem) CHP veya HDP, “seçmene ve demokrasiye saygı” kaidesiyle AKP tabanına seslenmenin yolunu arayabilir. Bizim yapmamız gereken ise, müslümanlık, ekonomik refah, demokrasi gibi gerekçelerle başlayıp şimdi AKP'nin ideolojisine müptela (tutkun) bu kütleye karşı, sert ve kararlı bir ideolojik-siyasi mücadele yürütmektir.

***

Bizim yapmamız gereken; özgürlükçü, emekten yana, eşitlikçi, halkların bir arada barış içinde yaşayacağı bir toplumsal düzenin, yeni bir cumhuriyet kavgasının bayrağını yükseltmek, mızrağı toprağa saplamaktır...

AKP'ye direnen kesimlerin birlikte mücadeleyi tartışıyor olmasına ve sosyalizmi toplumsal bir güce dönüştürme kararlılığına bu nedenle değer atfediyoruz.

Şimdi bize öncelikle lazım olan ise, AKP düzeninin yerine kuracağımız yeni düzenin, “yeni bir cumhuriyet programı”nın yazılmasıdır...

Çünkü, ikinci cumhuriyet gericiliğinin “sosyalist yeni cumhuriyet”in kuruluşuna davetiye çıkardığı açık...

Çünkü sol hareketin, belirgin fiziki gücünün ve seçmen sayısının ötesinde bir etkiye sahip olduğunu biliyoruz...

Çünkü park forumlarını yeniden toplanmaya çağırıp, yeni bir cumhuriyetin programını ilan etmenin, bu programı “yüzde 54”le birlikte geliştirip, ortaklaştırmanın ve sokakta, fabrikada, inşaatta, okulda anlatmaya, Trakya'da, Ege'de, Karadeniz'de, Kürdistan'da örgütlemeye başlamanın koşulları olgunlaşmış, yolu açılmıştır...