İsmail Beşikçi, esas olarak “Türk aydını” üzerine düşüncelerini anlattığı “Kürt Aydını Üzerine Düşünceler” (Yurt Yayınları-1991) isimli kitabında, “Bugün Kürdistan’da mevlidi Kürtçe okursanız bu bile devrimciliktir, Kuran’ı Kürtçe okursanız bu bile devrimciliktir” diye yazmıştı.
1990'lı yılları yaşayanlar “Sarı Hoca” lakaplı İsmail Beşikçi'yi iyi tanır. Devrimci aydın ve bilim insanı fedakarlığıyla, direngenliği takdire şayandır...
Bu örnekte Beşikçi'nin mevlit okunabileceğini salık vermesinin asıl nedeni ise, kuşkusuz mevlit istemesi değil, “ırkçı” ve “sömürgeci” olarak tanımladığı devletin, “Kürt olan her şeyi yasaklaması”na karşı bir devrimci eylem arayışıdır. Beşikçi'ye göre, “ezilen ulus milliyetçiliği”nin normal olduğu o dönemde, “Kürtçülük duygusu”nun güçlendirilmesi önemlidir.
Uluslaşma mücadelesinde, toplumun benimsediği dini ritüelleri veya aidiyet biçimlerini, ulus kimliğiyle soğurarak mücadelenin bir unsuru olarak kullanmak “taktiksel yeğleme”dir ve doğruluğu yanlışlığı şüphesiz ki tartışılabilir.
Peki, Beşikçi'nin yukarıdaki önermesinin, benzer örneklerle ve aynı itibarla bugüne taşınması savunulabilir mi? Yani, Kürtlerin ulus olarak varlıklarını kabul ettirmeye çalıştıkları 90'lı yıllarda kimi dinsel davranış kalıplarının ve İslami motiflerin kullanılması, bugünkü verili durum düşünüldüğünde özdeş nedenlerle yapılan ve aynı işleve sahip olan bir duruma tekabül eder mi?
Ya da örneğin, Aysel Tuğluk “seküler güçler” dediğinde, Cemil Bayık'ın onu “sadece seküler güçler değil, Müslüman kesimin bir kısmı da” diye düzeltmesinin nedeni ve taşıdığı kaygı, Beşikçi'ninkiyle aynı mıdır?
*****
Öncelikle, 90'lı yıllar ve bugün kıyaslandığında, Kürt olan her şeyin yasaklan(a)madığı ve Kürtlerin ulusal kimliklerinin kabulü noktasında önemli bir mesafenin kat edildiği rahatça söylenebilir. Kürtlerin varlığını ve haklarını, kenardan dolaşmadan, her yolu denemek zorunda kalmadan, Sırat köprüsünden geçmeden savunmanın koşulları, Kürt yurtseverlerin mücadelesi neticesinde sağlanmıştır.
İkincisi, Türkiye'de siyaset alanının mevcut yapısıyla ilgilidir. Siyasetin yapılış normlarının büyük ölçüde AKP tarafından belirlendiği günümüz Türkiye'sinde, dini referansların siyasal ve sosyal alana hakim olması sağlanmış ve bu alanda devinmek isteyen öznelerin, empoze edilen referansları benimsemesi beklenmiştir.
Bu adlı adınca, dinci gericiliğin siyasal/toplumsal alana egemen olması ve dayatılmasıdır.
Bu nedenle, dün başka bir işleve sahip olduğu için, devrimci bir tavır olup olmadığı tartışılabilecek mevlit veya Kuran okumanın politik savunusunun; bugün gerici dönüşüme hizmet edeceği için karşı çıkılması gerektiği de tartışmasızdır.
Türkiye'de aydınlanma ve laiklik mücadelesinin önceliğini kabul etmiş olan sosyalistler, dini kimlik ve referansların siyasal yaşama sokuşturulmasına, kullanımına ve bir üstünlük nişanesi, bir örgütlenme enstrümanı haline getirilmesine, ikirciksiz, hiçbir endişe taşımadan karşı çıkmak zorundadır.
*****
Fakat ne yazık ki, sosyalistlerin bu mücadelenin öncülüğünü ve taşıyıcılığını yapmak noktasında şimdilik yalnız olduğunu da söyleyelim.
Türkiye gericiliğinin amiral gemisi olan AKP dışında, iki büyük siyasi güçten biri olan Kürt hareketi; dini referansları ve dindarları özgünlükleriyle birlikte kapsayıp (kullanıp) bir statüko oluşturmayı ve bu kimlikle ülke ve bölge siyasetinde pozisyon kazanmayı hedeflemektedir. Bu anlamıyla Cemil Bayık'ın “Müslüman” hassasiyeti, 90'lı yıllardakinden farklı bir paradigmanın ifadesidir.
CHP açısından da durum farklı değildir. AKP'nin gerici tabanından oy koparmak amacıyla çarşaftan mescide seyirten CHP, bu sayede ilkelerinin silikleştiği ve tarihsel omurgasını yitirdiği bir toprağa basmaktadır.
Bu iki öznenin mevcut siyasal konumları ve kullandıkları yöntemler değerlendirildiğinde, aydınlanma ve laiklik mücadelesinin öncülüğünü yapabilecek durumda olmadıkları açıktır. Aksine, bu iki siyasi güç, AKP Türkiyesi'nin gerici siyaset meydanında hem iktidarın belirlediği kuralları kabullenip, hem de birbirinin aynı yöntemleri kullanarak yol almaya çalıştıkça, türdeş hareketlere dönüşmektedir.
Dolayısıyla ve üstelik, CHP ve Kürt hareketi ile sosyalist cephe arasındaki konjonktürel önemi yüksek bu mesafenin, aynı zamanda gerçek bir eleştiri (kavga) nedeni olduğu da söylenebilir.
Bu iki siyasi öznenin, AKP gericiliğinin sınırları belirlediği bir alanda İslami refleksler üretmesine karşı çıkılmalı ve ilerici-laik unsurları güçlendirilerek dinci siyaset düzlemini ortadan kaldırma çabasının parçası haline getirilmeleri hedeflenmelidir.
Türkiye halklarının iki önemli değerinin; hayatını kaybeden bir gerillanın ve Mustafa Kemal'in mirasının, bir camide mevlit okunarak iğdiş edildiği bu garabet zemini değiştirmek zorundayız. Ve eğer bu iki değer bir potada eritilecekse; sosyalistlerin bu kaynaşmanın, yani ilerici ve laik bir mücadelenin öncülüğünü yapmak zorunda olduğunu da ekleyebiliriz...