Felsefedeki tarihi daha eski olsa da, pragmatizm kavramının bu ölçüde yaygınlaşması siyaset literatürüne girmesiyle olmuştur. Ancak kavram yaygınlaştıkça özgün içeriğini kaybetmiş, gündelik dile yerleştikçe basitleşmiş, giderek aleladeleşmiştir.
Ortalama bir okur yazar açısından, pragmatizm, tutum ve düşüncelerinde kendi çıkarını azamileştirme hedefini ifade eden bir ada dönüşmüştür. Siyasette ise, amacına ulaşmak için her türlü girişime ve ilişkiye hayırhah bakmak, ilkesellik ve tutarlılık kaygısı gütmeden yön değiştirmek anlamında kullanılmaktadır. Bu haliyle, biraz faydacılıkla, biraz bencillikle, biraz da makyevelizmle özdeşleştirilmiş, bir tür bulamaç haline gelmiştir pragmatizm.
İşin aslı, kavramın barındırdığı bu içerik pek sorun edilecek bir şey de değildir. Her halükarda pragmatizm olumsuz bir niteliği ifade etmektedir ve yukarıda betimlenen haliyle söz konusu olumsuzluk açık biçimde görülmektedir. Öte yandan, kavram içeriksizleştikçe ifade ettiği gerçeklik de şiddetini yitirmektedir. Başka bir ifadeyle, pragmatizm, kavram niteliğini kaybedip bir sözcüğe dönüştükçe, anlatmaya çalıştığı gerçeklik de çarpıklaşmakta, siyasal içeriğini ve temellerini kaybederek apolitikleşmektedir.
Böylelikle pragmatizm bir tür karakter zayıflığını, dürüstlük ve kararlılık gibi özelliklerden yoksunluğu, “dava”ya, “mücadele”ye, “hedef”e karşı inançsızlığı ifade eder hale gelmektedir. Bir kere bu düzleme geçildiğindeyse, tartışma artık siyasal bir içerik hakkında değil, bir etik soruşturması biçiminde ilerlemektedir.
Pragmatik olmakla eleştirilenlerin, kendilerine yönelik eleştirilere karşı bu kadar kayıtsız ve dayanıklı olmalarının en önemli nedeni de, kanımca, eleştiri sahiplerinin pragmatizmin bu apolitikleştirilmiş biçiminden hareket ediyor olmalarıdır.
Dolayısıyla, hele hele bizim ülkemiz gibi pragmatik siyasetin bir norm haline geldiği bir ortamda, pragmatizmi yeniden bir kavram olarak inşa etmek, tartışma süreçlerinde de bu kavramsal zeminden yola çıkmak gerekmektedir. Bunun için, öncelikle, yukarıda apolitikleşme olarak tarif ettiğimiz içeriksizleşmenin önüne geçilmeli ve pragmatizmin siyasal içeriği açığa çıkarılmalıdır.
İkincisi, pragmatizm eleştirisinde yola çıkış noktasının “çıkar” kavramıyla ifade edilmesinin doğru olmadığı görülmelidir. Siyaset, her düzlemde, çıkarlarla ilgili bir faaliyettir ve herhangi bir çıkarı temsil ve ifade etmeyen bir siyasal tutumun imkansızlığı, marksist düşüncenin en önemli tezlerindendir. Dahası, karşısındakini “çıkarlarını azamileştirmek için uğraşmakla” eleştirmenin, sosyalist siyaset açısından ilerletici bir yanı yoktur, çünkü sosyalist siyasetin ana hedefi işçi sınıfının çıkarlarının savunulması ve hayata geçirilmesidir.
Üçüncü nokta ise, “çıkar” tartışmasının zorunlu bir sonucu olarak, çıkarları azamileştirmek için izlenen yol, yordam ya da tarzda düğümleniyor. Yine ortalama algı açısından baktığımızda, pragmatizm tanımının merkezi unsurunun, kendi hedeflerine ulaşmak için her türlü imkan ve aracın kullanılması olduğunu görüyoruz. Oysa bu düzeyde bir tanım, bize pragmatizm ile makyevelizm arasındaki farkı vermediği gibi, pragmatik olanın gerçek dinamiğini de gözlerden gizlemektedir.
Çünkü pragmatizm, hedefe giden yolda izlenen ya da başvurulan taktiklerden çok, hedefin bizzat kendisiyle; çıkarını azamileştirmek için girişilen faaliyetlerden çok, o çıkarın kimin çıkarı olduğuyla ilgilidir. Diğer bir deyişle, pragmatik olan tarz değil, içerik; yöntem değil, hedef; usul değil, esastır. Tarz, yöntem ya da usul, bizzat hedefin pragmatikliği ile belirlenmekte, pragmatik olma niteliklerini hedefin kendisinden devşirmektedirler. Çünkü hedef, ona ulaşmak için izlenecek yolu da biçimlendirmekte, bazı türden fiilleri reddedip bazı türden fiilleri de olağan hale getirmektedir.
Sosyalistlerin, örneğin, siyasette fırsatçılığa, yalana ya da tüccarlığa hiç meyletmiyor oluşunun nedeni, hepsinin en yüksek insani vasıflara ya da en üstün ahlaki erdemlere sahip olması değil, sosyalizm hedefinin, kendisini taşıyan kadrolara bu türden fiilleri kesin olarak yasak etmesidir. Sosyalizm, kapitalizmi devirmeyi önüne koyduğu oranda, burjuva düşüncesini de esaslı biçimde aşmış ve pragmatizm gibi bulaşıklıkların kendi içerisinde filizlenmesine izin vermeyen bir zemine yerleşmiştir.
O halde, pragmatizm eleştirisinin muhatabı, öncelikle ve esas olarak, hedefin kendisi olmalı; tarz ya da yöntem ise bu hedefin eleştirisi ile birlikte teşhir edilmelidir.
Bütün bunlar şunun için yazıldı: sosyalistler, bir yanda CHP’nin, öte yanda Kürt hareketinin yönelimlerini değerlendirir ve eleştirirken, giderek apolitik bir konuma yerleşmektedirler. Değerlendirme ve eleştirilerin büyük kısmı ortaya konan siyasal hedefleri değil, izlenen yol ve yöntemin ahlaki soruşturmasını temel almaktadır. Kuşkusuz, siyasetin de bir ahlakı, etiği, hatta namusu vardır ve sosyalistler bu başlıklarda gözlenen düşkünlüklerin de karşısında durmakla görevlidirler. Ancak etik bir düzleme hapsolmuş, hedefin niteliği ile ilişkilendirilmemiş, bu anlamda politikleştirilmemiş bir pragmatizm eleştirisinin cılızlığı da ortadadır.
Politik eleştiri ise, CHP’nin bir burjuva partisi, Kürt hareketinin de devletleşmeyi hedef alan bir ulusal-bölgesel dinamik olduğunu görmeyi şart koşar. CHP’nin ve Kürt hareketinin hedeflerini görmeyen, tartışma konusu yapmayan, ne kadarını olumlayıp ne kadarını olumlamadığı, neyi destekleyip neye karşı çıktığı belli olmayan bir sosyalist eleştirinin, ha bire işin etik, insani, vicdani görünümlerine salvolar yapmasının anlamı kalmamıştır.
Eleştirinin hedefler üzerinde yoğunlaşmasının, söz konusu aktörlerin hamlelerini ve tercihlerini meşrulaştırmaya, normalleştirmeye ya da sevimlileştirmeye yarayacağı düşünülebilir. Oysa tam aksine, izlenen yolların gayrımeşru olup olmadığını saptayabilmenin koşulu, hedefin kendisinin masaya yatırılmasıdır.
Bunu yapabilen ve bu sayede sosyalizm hedefini muhataplarının nezdinde ciddi bir güç haline getirebilen sosyalist hareket, artık rutin hale gelmiş “CHP yine sattı” ya da “Kürtler yine anlaştı” ekşimelerinden daha anlamlı ve işe yarar bir eleştiri de üretebilecektir. Çünkü CHP’nin ve Kürt hareketinin siyasal hedeflerinde, “satma”ya ve “anlaşma”ya engel olacak bir kilit yoktur. O kilit, sosyalistlerin elinde, sosyalizm hedefindedir.
Kilit yuvaya sokulmadıkça, CHP daha çok satar, Kürtler daha çok anlaşır.