Türkiye, gerçekten ilginç bir ülke. Bu ilginçlik, zaman zaman şaşırtıcı fırsatlar yaratıp umudumuzu tazeliyor. Zaman zaman ise, akıl almaz derecede basiretsiz tutum ve alışkanlıkların ortaya çıkmasına, hatta bunların prim yapmasına neden oluyor.
Sosyalist solun içinde yürüyen tartışmalara baktığımızda, ülkenin ilginçliğinin her iki boyutuyla da kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Doğal karşılaşmak gerekli tabi; ülke bu kadar ilginçken o ülkenin sosyalist hareketinin çok da “normal” olması beklenmemeli.
Türkiye sosyalist hareketi, AKP rejimi karşısında güçlü ve ortak bir halkçı muhalefet hareketinin nasıl oluşturulabileceğini tartışan, çeşitli denemelerle bunun yolunu arayıp imkanlarını kollayan bir tartışmayı gündemine almıştır. Bu tartışmadan ne gibi “şaşırtıcı fırsatlar” çıkacağını öngörmek için henüz erken; ama sosyalist solun bir kesiminin söz konusu arayışı sürdüreceği kesin denebilir.
Türkiye sosyalist hareketinin bir başka kesimi açısından ise, ülkenin gündemindeki somut ve gerçek mücadele başlıklarından kaçmak için gösterilen çaba ve yaratıcılık takdire şayan. Türkiye’nin son 3 yıllık dalgalı seyrinde, toplumsal muhalefetin tepeye ulaştığı ya da düzenin krizinin direkten döndüğü anlar da dahil olmak üzere neredeyse her uğrakta ve gündemde izleyici konumuna geçmeyi tercih ettiler. Bu eğilimin, belki de eğimin, devam edeceği de anlaşılıyor.
Dolayısıyla, sosyalist sol içinde, gerek tezler ve sonuçların karşılaştırılması yoluyla gerekse de doğrudan polemikler aracılığıyla süregiden tartışmalara da bu açıdan bakmak ve tartışma sürecinin kısa vadede sona ereceği beklentisine girmemek gerekiyor. Bundan şikayet etmiyoruz elbette; fakat eğer gerçekten bir fayda bekleniyorsa, Erkan Baş’ın dünkü yazısında vurguladığı gibi, doğru sorulara doğru yanıtları doğru yerlerde aramak konusunda ısrarcı olunmalı.
Çünkü Türkiye sosyalist hareketinde gerçek ve o anda yanıtlanması gereken soruya değil, yanıtı zaten bilinen ya da bilindiği varsayılan sorulara yanıt vermek moda haline gelmiş durumda. Şaka gibi gelse de, yayınlar çanak soruları göğsünde yumuşatan kıvrak yanıtlarla, hatta kendi kendileriyle röportaj/mülakat yapanlarla dolup taşıyor. Hal böyle olunca, “reformlarla sosyalizm gelmez değil mi?” diye yazılmış “soru”lara, “olur mu canım öyle şey, sosyalizm ancak devrimle kurulabilir” türünden “yanıt”lar verilebiliyor.
Bildiğimiz kadarıyla, Türkiye sosyalist hareketinin neredeyse hiçbir bileşeni, hem programatik hem de stratejik/taktik düzlemde reformlarla kapitalizmin devrilmesi ve sosyalizme geçilmesi gibi bir tercihe sahip değilken, sosyalist hareketin bir kısmı bu tür tartışma-polemiklerle gölge boksu yapmayı iş bellemiş durumda.
“Gerçek barış sosyalizmde mi olacak?”
“Elbette, sosyalizm olmadan olmaz.”
“Sadece AKP’den değil, onun yarattığı düzenden de kurtulmak gerek değil mi?”
“Ben de tam olarak bunu söylüyorum.”
“Gericiliğe karşı mücadele yetmez, esas kapitalizme karşı mücadele etmek lazım diyorsunuz yani?”
“Tabi, bu o kadar önemli bir saptama ki.”
Uzatmayalım. Kel başa şimşir tarak misali, Türkiye sosyalist solunda genişçe bir kesim, ortaya ha bire bu tür sorular atıp sonra bunlara ezberden yanıt vererek mücadele yürüttüğünü sanmaktadır. Zaten kimse de tersini söylemediğine göre, doğal olarak, bu gürültü ve karmaşa içinde, gerçek ve şimdiki ana dair soruların yanıtlanması güme gitmektedir.
O halde, ülkenin her geçen gün daha da karanlığa sürüklendiği göz önünde tutularak bu komik oyuna son verilmeli ve acilen şu soruya yanıt bulunmalıdır: AKP, onun lideri ve Saray’ı da dahil olmak üzere bu gerici ve halk düşmanı rejim, nasıl yenilebilir?
Dediğimiz gibi, sosyalist hareketin başka bir kesimi bu tür sorular sormaya ve yanıtlar aramaya başlamıştır. Ve ortak bir halkçı muhalefet hareketinin yaratılması, topyekun saldıran iktidara karşı topyekun bir direniş ve kazanım cephesinin kurulması, Türkiye’nin birliğinin emekçi halkın birliği ile garanti altına alınması bu arayışın şimdiye kadarki en somut sonucu olmuştur.
Şimdi bu sonucun geliştirilmesi, güçlendirilmesi ve pratik olarak mümkün hale getirilmesi için yeni adımlar atılmalıdır. Kuşkusuz, yeni sorular geliştirip yeni yanıtlar üreterek.
Örneğin, bu tür bir ortak mücadelenin yakın, orta ve uzak vadeli talepleri ve hedefleri ne olmalıdır?
Ortak mücadelenin sömürü ve eşitsizlik karşıtı çizgisiyle laiklik, özgürlük ve kardeşlikten yana çizgisi uyumlu bir politik stratejiye nasıl oturtulmalıdır?
Böylesi bir ortak mücadelede sosyalist hareketin konumu; sosyalist hareketin ilerici ve özgürlükçü toplumsal kesimlerle ilişkisi ne olmalıdır?
Bu soruların yanıtı, sadece sosyalist solun içindeki vurdumduymazlığı aşmak için değil, koca bir ülkeye çıkış yolu göstermek için de yaşamsaldır. Böylesi bir çıkışın yolunu bulup gösteremeyen bir sosyalistliğin ya da devrimciliğin ise, kendisini ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmesinin herhangi bir meşruiyeti olmayacaktır.
Çünkü devrimcilik, gönüllü olarak üstlenilen bir ödevdir; başkalarına ödev dağıtıp not vermek değil.