Açıkça söyleyelim: Amacımız Cumhuriyet'i korumak değil. Amacımız işçi sınıfının iktidarı. Sosyalist iktidar hedefiyle mücadele ediyoruz.
Sosyalizmin iktidar mücadelesi ülke topraklarında kimi toplumsal, siyasal, ideolojik dinamiklere yaslanmak zorunda. Ülkenin tarihinden, kültüründen, özgün çatışma alanlarından, iktidar değişikliği deneyimlerimden beslenmeyen, orayı gözetmeyen bir devrimci arayışın herhangi bir geleceğinin olmayacağını biliyoruz.
Peki amacımız Cumhuriyet'i yıkmak mı?
Yanıt basit: Hayır!
Sosyalistler için Cumhuriyet'i korumak veya yıkmak amaç olamaz. Öte yandan, sosyalist iktidar mücadelesinin kendi amaçları uyarınca Cumhuriyet'le, Cumhuriyetçilikle ilişkilenmesi kaçınılmaz.
Öyleyse açalım...
Birincisi, sosyalist iktidar mücadelesi, bu ülke tarihindeki ilerici bütün hamleleri sahiplenmek zorundadır ve Cumhuriyet'in kuruluşu ilerici bir hamledir. Nokta.
Bu ülkede Cumhuriyet'le, Cumhuriyet'in kuruluş süreciyle barışık olmayan bir sosyalizm türetilemez.
Cumhuriyet Türkiye Aydınlanması'nın bütün zenginliğini barındıran bir hamle olmasa da, onun ürünüdür. Yüz yılları kapsayan bir birikimin kimi yanlarını içeren, kimi yanlarını dışlayan özgün bir üretimidir.
Türkiye Aydınlanması, Cumhuriyet deneyimi ile birçok açıdan zenginleşmiş ama birçok açıdan da kötürümleşmiştir. Eğitimin laikleşmesi dışında toplumsal örgütlenmenin ihmal edildiği, sınıfsal talepleri ve mücadeleleri düşmanlaştıran, bölgesel eşitsizliği ihmal eden bir Aydınlanmanın kötürümleşmesi kaçınılmazdır.
İkinci olarak, Cumhuriyet'in ilerici kazanımlarını sahiplenen, bunu "korumak" isteyen kesimler Türkiye'de sosyalist devrim mücadelesinin asli toplumsal ve ideolojik kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Bu kesimlerin düşünce dünyası, bunalımları, çıkış ve çare arayışları, devlet örgütlenmesi içerisindeki izdüşümleri, ideolojik dönüşümleri, yaratıcı ve dinamik enerjileri ihmal edilerek, bütün bunlara körleşerek devrim mevrim yapılamaz.
Yeni bir soru: Peki, Cumhuriyet'in ilerici kazanımlarını sahiplenen kesimlerin güncel politik motivasyonları ve ideolojik belirlenimleri statik midir?
Yanıt bir kez daha aynıdır: Hayır!
Çok sık olmasa da belli aralıklarla, bu noktada radikal dönüşümler yaşanmaktadır. 1920'ler ile 1930-1950 arası dönem; bu dönemle 1960'lar; 1960'larla 80'li, 90'lı ve 2000'li yıllar; yine bu dönemle 2010'lar arasında değişimler yaşanmıştır, yaşanmaktadır.
O zaman bir kez daha söyleyelim: Cumhuriyetçilik kategorisini buzlukta duran ve istediğiniz zaman ısıtıp yiyebileceğiniz bir yemek gibi görerek devrim mevrim yapamazsınız.
Cumhuriyetçiliğin, örneğin son on yılda yaşadığı dönüşüm, ideolojik parçalanma, bu parçalanmanın sağlıklı-sağlıksız yanları, bu parçalanmanın demografik yansımaları vb. hesap edilmek zorunda.
Gelelim güncele...
1980'lerden sonra Cumhuriyet tartışması liberaller tarafından açıldı. Cumhuriyet'in piyasacı ve dinci gericilikle barışık şekilde "yenilenmesi" düşüncesinin karşılığı İkinci Cumhuriyet talebi oldu. Bu talebin başta ABD olmak üzere emperyalistler tarafından da desteklendiğini biliyoruz. Türkiye'ye orta ölçekte çizilen perspektif bu olmuş, bunun politik-ideolojik-sosyal zemini yaratılmıştır.
Ve geldiğimiz noktada, bu projenin iflas ettiği görülmüştür.
Piyasacı ve gerici bir "yenilenme" projesinin önce Cumhuriyet'e, ardından emekçi halka ve sonra özgürlüklere düşman olduğu, uzun sayılabilecek AKP iktidarı döneminde geniş toplumsal kesimler bakımından adım adım anlaşılmıştır.
Bu aşamaların her biri, Cumhuriyet mitinglerinden Haziran Direnişi'ne ciddi toplumsal dirençlerde yansımasını bulmuştur.
Geldiğimiz nokta, yeni bir travma noktasıdır. Şimdi, söz konusu projenin halkın birliğine, barışına ve kardeşliğine de düşman olduğu bilince çıkmaktadır.
Neredeyse Türkiye tarihinde ilk kez iktidarın yürüttüğü savaş politikası toplumsal destek görmemektedir.
Cumhuriyet'in ilerici kazanımlarını savunan kesimlerin düşünce dünyası da dönüşmektedir. Cumhuriyet kavgası Türkiye kavgasına dönüşmektedir. Laiklik, modernite, halkçılık, bağımsızlık, hiçbiri yoksa birlik-bütünlük anlamlarına gelen "Türkiye"nin geleceği tehdit altındadır. Ve birinci, belki de tek tehdit unsuru piyasacı ve gerici iktidardır.
Öyleyse yeni bir yol ayrımına gelinmiştir. Düzen siyasetinin karşı karşıya kaldığı ağır travma, politik ve ideolojik sıkışma hali, bütün ihtimalleri mümkün kılmaktadır. Sosyalizm mücadelesine objektif olarak olanaklar sunan bu durum karşısında bizim tarafın hazırlıklı olduğu söylenemez. Siyasi mücadelede biriktirerek ilerlemek doğrudur ancak sürekli arkanızı kollayarak yol almanız mümkün değildir.
Sosyalistlerin, başta Cumhuriyetçilik olmak üzere bütün toplumsal kategoriler üzerine yeniden düşünmelerinin vakti gelmiştir. Direnç noktalarının nasıl şekillenmekte olduğu, kriz başlıklarının neler olduğu ve direnç noktaları arasında nasıl bir harmanlanmaya ihtiyaç olduğu gibi sorular gerçek sorulardır.