Cumhuriyeti nasıl kutlayacağız?

Malum, yarın 29 Ekim. Ülkemizde cumhuriyetin kuruluşunun yıldönümü. İsteyen kutlayacak, isteyen anacak.

Fakat kutlanan ya da anılan şey, esasında bir yokluk artık. Yani 29 Ekim’de kutlanan cumhuriyet bir süredir bir boşluk, bir yıkıntı.

Emperyalizmin, sermaye düzeninin, gericiliğin el birliğiyle; emek, halk, aydınlanma düşmanlığıyla; aşındıra aşındıra gelen uzun yılların ardından sert darbelerle yerle bir edildi cumhuriyet.

Bilinen hikayedir; cumhuriyet, “eski rejim”e karşı mücadelesinin sonucunda burjuvazinin öncülüğünde kurulmuş bir siyasal düzendi. Tek başına burjuvazi değil tabi; hatta iş sokaklarda barikat kurmaya, kanını akıtmaya, zorbaları alaşağı edip hesap sormaya geldiğinde, daha çok da yoksul emekçilerin, köylü ve işçilerin, halkçı aydın ve sanatçıların emekleriyle hayat buldu cumhuriyet.

O zamanlar burjuvazinin cumhuriyete ihtiyacı vardı velhasıl. İşini gördü, ihtiyaç ortadan kalktı. Cumhuriyet, yavaş yavaş, adım adım çürütüldü, kurutuldu, öldürüldü.

Şimdi bir yokluk, ancak eksikliği söz konusu olduğunda adı zikredilen, hatırası yaşantılarımızın içinde derin derin zonklayan bir yokluk olarak söz edebiliriz cumhuriyetten.

***

Öte yandan, bir yıkıntıya dönüşmüş cumhuriyetin, ülkemizde hala en canlı mücadelelerin konusu olması açıklanmaya muhtaçtır.

Öyle ya, madem artık bir cumhuriyet yok, madem geçmişteki cumhuriyetin yerinde kocaman ve karanlık bir boşluk sırıtıyor bizlere, madem cumhuriyet eski zaman savaşlarında yağmalanmış kentler gibi talan edilmiş durumda, o halde neden hala bir cumhuriyet mücadelesinden, eşit, özgür, kardeşçe bir yaşamın zeminini kuracak siyasal ve toplumsal düzen arayışından vazgeçilmiyor?

Vazgeçilmiyor, çünkü burjuvazinin ihtiyacı değilse de, ülkemizin işçilerinin, kadınlarının, gençlerinin, Kürtleri ve Alevilerinin, kısacası insanca ve barış, adalet, refah içinde yaşamak isteyen emekçi halkın bir cumhuriyete ihtiyacı sürüyor.

Cumhuriyet, hem kurumsal hem düşünsel boyutlarıyla laikliğin, aydınlanmacılığın, eşitlikçiliğin, kamuculuğun, dayanışmacılığın, yurttaşlık ve yurtseverliğin, kardeşliğin ve halkçılığın çerçevesini çizmeye devam ediyor.

Cumhuriyetin ötesine ya da berisine geçmeye niyetlenen her arayışın, bir yerden sonra laiklikten, kamuculuktan ya da halkçılıktan mahrum kalması sebepsiz değil.

Zaten burjuvazinin mantığı da aynı şekilde işlemedi mi? Eşitlikçiliği, kardeşliği, yurtseverliği bir kenara atmanın en kısa yolu olarak cumhuriyeti yıkmaya girişmedi mi?

Demek ki, tarihin mantığı, burjuvazinin mantığı ile tersten buluşuyor. Burjuvazinin ilk elden çıkardığı cumhuriyet, bizim ilk kazanmamız gereken cephe oluyor. Cumhuriyet için mücadele etmeden, yeni bir cumhuriyeti kuracak toplumsal iradeyi şekillendirmeden, ne laiklikten ne kardeşlikten ne de özgürlükten bahsedilebiliyor.

Sosyalizm için, eşit, özgür ve kardeşçe bir ülke için cumhuriyet farz oluyor.

***

Bugün cumhuriyet fikrine mesafeli durmanın mazereti olarak öne sürülen geçmişin kanlı, baskıcı, inkarcı uygulamaları, esasen tam da burjuvazinin cumhuriyeti bizden söküp almak için yaptıklarıdır.

Oysa cumhuriyet fikrinin geleceğe uzanan ufku, bırakın tüketilmeyi, daha kat edilmemiştir bile. Cumhuriyet, daha gerçek sahiplerinin, emekçilerin eline geçmemiştir. Bu yüzden, cumhuriyet, hala ve hatta ivedilikle bizim ihtiyacımızdır. Ne sermaye sınıfı ne de halk düşmanları; cumhuriyete ihtiyacı olan Türkiye’nin eşitlik ve kardeşlik arzusundaki halkıdır.

Sömürüyü, baskıyı, aşağılanmayı kim yaşıyorsa; kimin içkisine, eteğine, yönelimine müdahale ediliyorsa; kim okumak ya da iş bulmak için din sınavına zorla sokuluyorsa; kim çocuğunun cansız bedenini buzdolabında saklamak zorunda kalıyorsa; kimin kardeşi zırhlı araçların arkasına bağlanıp yerlerde sürülüyorsa; kim ağaçları kesilmesin, dereleri kurutulmasın, parkları yağmalanmasın diye nöbet tutuyorsa; kimler katledilen çocuklarının hesabını sormak isterken suçlu durumuna düşürülüyorsa; kimler arkadaşlarının parçalanmış cesetlerini elleriyle toplamaya mecbur kalıyorsa; ülkemize çöreklenmiş gerici vahşet kimlere saldırıyorsa yani, işte cumhuriyete ihtiyacı olan onlardır.

Üstelik, yeni bir cumhuriyet için, halkçı bir cumhuriyet için, emekçilerin cumhuriyeti için nereden güç alacağımız, sırtımızı nereye dayayacağımız da belli olmuştur. Türkiye, ihtiyacı olan cumhuriyeti kuracak halkçı, dayanışmacı, kardeşlik, adalet, barış ve özgürlük temelli bir iradeye çoktandır sahne olmaktadır. Tekel’den Gezi’ye, Gezi’den bugüne kadar farklı farklı yüzleriyle kendini gösteren şey, işte bu yeni cumhuriyetin üzerine bina edileceği ilerici zemindir.

***

Yarın 29 Ekim. İsteyen kutlayacak, isteyen anacak.

Bize düşen ise, bunlarla yetinmeyip, yeni bir cumhuriyet için mücadeleyi bir adım daha ileriye taşımak olacak. Bizim cephede cumhuriyet böyle kutlanacak.