Türkiye'de askeri darbe olasılığının, uzun sayılabilecek süre önce gerçekliğini yitirdiği açık. Ancak buna karşın, darbecilik suçlaması, darbe riski tahminleri, “darbe mekaniğini yağlamak” gibi tespitler vesaire... Bunlarsa tam aksine dile pelesenk oldu.
AKP dışında iktidar görmemiş genç nüfus için (ki bu da toplam nüfusun üçte biri kadar olmalı); “darbe” kelimesinin kullanım alanının sınırsız, fakat aynı zamanda kuralsız göründüğünü tahmin etmek zor değil. Zira, kimin darbeci olduğu, kimin darbe yediği veya mağdur olduğu genç nüfus nazarında belirsizdir. Siyaset alanının darbeci ve mağdur kaynadığı, rollerin de sık sık değiştiği söylenebilir.
Öyle ki, aynı politik hareketin üyeleri (aynı hafta içinde) bir yanda darbe riskine işaret ederken diğer yanda darbeci ilan edilebilmektedir.
Örneğin, AKP Kürt sorununu çözmezse darbecilerin işine gelir dersiniz lakin AKP'nin Kürt sorununu çözmek istemediğini söyleyip “seküler güçler”i göreve çağırdığınızda, bu defa siz darbecilikle suçlanabilirsiniz.
Ya da mesela, geçen yıl 17 Aralık'ta Cemaat tarafından hükümete yapılan operasyon, AKP söylemine göre iktidara karşı bir darbe girişimidir.
Bu yıl 14 Aralık'ta AKP tarafından Cemaat'e yapılan operasyon ise, AKP'nin muhalefete darbe yaptığına ispat olarak sunuluyor. Üstelik bunu sadece Gülenciler değil, CHP Genel Başkanı da söyledi. Türkiye'nin ikinci büyük partisi, iktidar karşısındaki konumunu “mazlumluk” olarak tanımladı geçtiğimiz günlerde...
Zaten işin suyu, “milli orduya darbe yapılıyor” denildiği zaman çıkmıştı...
*****
Peki, “darbe” her niyete yenen muz, her kapıyı açan anahtar misali önüne gelenin kullanıp her cümleye sokabileceği bir kavram mıdır?
Aslında değildir. “Darbe”, “devrim”, “karşı-devrim” gibi kavramlar esas olarak sol ideolojinin jargonuna içkindir ve kullanım üstünlüğü genelde solcularda olmuştur.
Bu üç kelimeden darbe ve karşı-devrim; kavram ve eylem olarak çoğu zaman birbirini karşılar ve aralarında organik bir ilişki, bir tümleşiklik de tanımlanabilir. Darbe olarak adlandırılan aynı zamanda sol iktidara veya devrimci mücadeleye karşı yapılmış bir müdahale olabilir.
Hatta çoğu durumda öyledir. Askeri darbelerin çoğu, sosyalist iktidar kuruluşunu veya devrimci kalkışmayı başarısızlığa uğratmak-bitirmek için yapılmıştır. Askeri darbelerde bu durum kesin kural değilse de, baskın eğilimdir.
Örneğin, 1973 Eylülünde faşist general Pinochet tarafından yapılan ve sosyalist Allende'nin iktidarına ve hayatına mal olan darbe kuşkusuz bir karşı-devrimdir.
Veya Sovyetler Birliği'nin yıkılışına yol açan karşı-devrim sürecinde, ABD destekli Boris Yeltsin'in tanklara parlamento binasını bombalatması benzer bir darbedir.
Ya da bizim tarihimizde 12 Eylül; şüphesiz ki Türkiye'nin ilerici birikimine, sosyalist mücadelesine karşı yapılmış karşı-devrimci bir darbedir...
*****
Bugün meseleyi bu kadar karmaşık hale getirenin, darbeyi ve darbecilik suçlamasını siyasi muarızına yan gözle bakmak derekesine indirenin ise, AKP'nin kendisi ve onun liberal ağılı olduğu kesindir.
AKP “darbe tehdidi”ni, siyasal dengeleri belirlemek ve kurumsal yapıyı İslami biçimde dönüştürmek amacıyla bir güzel kullanmış, küçük veya büyük kendisi için tehdit olduğunu düşündüğü her muhalif odağa darbecilik atfederek kendisi “darbe” yapmış ve iktidarını pekiştirmiştir. Asker, CHP, dış güçler, solcular, taraftar grupları, Kürt hareketi ve en son Cemaat... Hepsi darbecilik suçlamasından nasibini almıştır.
Tekrar olacak; yalan ve iftira burjuva siyasetinin temel enstrümanları olduğu için bu karmaşık tablo da sebepsiz değildir...
Sonuçta darbenin hakikati de, teranesi de burjuva iktidarın işine yaramaktadır.
Öte yandan bu söylenenler, yani AKP'nin “darbe kullanım üstünlüğü”nü ele geçirmesi, şu soruyu da akla getirebilir: AKP'nin taktiğine karşı “darbe”ye yoğunlaşmak, onu darbecilikle suçlayıp (sivil darbe) mağdur-mazlum rolünü üstlenmek en doğrusu mudur ve politik söylemi AKP darbeciliğini vurgulayarak mı oluşturmak gerekir?
Sorudaki önermelerin siyasal mücadeledeki karşılığının henüz tam olarak silinmediği doğru olmakla birlikte, yanıt yine de “hayır” olmalıdır.
Çünkü en önemlisi; AKP'nin mağdur kimliğine sarılıp ve küçük darbeler yaparak yol aldığı dönem kapanmaktadır. Darbecilik suçlamasının AKP'nin eylemlerini karşılamayacağı, iktidarın önümüzdeki dönem kimin mağdur olduğunu hiç de dikkate almadan hareket edeceği daha büyük bir savaşı başlattığı ve bu savaşın mazlumu oynayarak kazanılamayacağı da açıktır.
Darbeciliğin ve mağduriyetin toplumsal algıdaki yeri ve belirleyiciliğinin hayli azalmış olması da diğer önemli faktördür. (Bu durum asıl olarak, duyarsızlıkla değil güvensizlikle, “kimin ne mal olduğunun” ortaya çıkmasıyla ilgilidir.)
Dolayısıyla, hâlâ daha darbe terennüm edenlerin toplumsal algıyı belirlemek istedikleri doğru olmakla birlikte, bekledikleri sonucu salt bu vesileyle elde edemeyecekleri de bilinmelidir.
Öyleyse şudur:
Bugün AKP iktidarının sistemli ve bütünlüklü saldırısını tanımlayan kavram “karşı-devrim”dir. İktidar “darbe yolları”ndan geçti ve “karşı-devrim”i gerçekleştirme aşamasındadır. Ve böyle bir durumda tehdidi küçümseyerek çıtayı düşüren, örneğin darbe karşıtlığı, sivil toplumculuk veya mağduriyetle sınırlı bir siyasi düzlemde yürütülecek mücadele, yetersiz ve etkisiz olacaktır.
Oysa devrim günceldir...
Doğrusu, AKP'nin savaş ilanına karşı aynı bütünlük ve kararlılıkla savaşa hazırlanmak, mazlumluktan çıkıp “muhatap” olmak ve “karşı-devrim”in yegane panzehiri olan “devrim”i öne çıkararak hakim kılmaktır.
AKP karşıtı mücadelenin kimliği, “darbe karşıtlığı ve mazlumluk” değil, “devrimcilik” olmalıdır.
Çünkü çok açıktır ki; “gerçekten bu pisliği ancak devrim temizleyebilir”.