Bu sene Aralık 1995'te Bosna'daki Savaşı bitiren Dayton Anlaşması'nın yirminci yıl dönümü Aradan yirmi yıl geçmesine rağmen Bosna’da savaşın enkazı hala kaldırılabilmiş değil. Cilalanarak parlatılan ve Bosna’yı “model ülke” yapma hevesindeki “iyi yönetişim” modeli ise ülkeyi içinden çıkılmaz bir girdaba sokmuş durumda.
“İyi yönetişim” (good governance) 1980’lerde neo-liberal dalganın en önemli ideolojik söylemlerinden biriydi. Terim aslında gelişmiş Batı ülkelerinde sisteme inancı zayıflamış bireyleri yeniden sisteme dahil edebilmek için tasarlanmış bir stratejiyi ifade ediyorudu, ama asıl uygulama alanı Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra Batı’nın dikte ettiği her türlü reformu uygulamaya meraklı Doğu Avrupa ülkeleri olmuştu.
Zaten “iyi yönetişim kavramı” iyi işlemeyen ekonomileri veya siyasî yapıları “iyileştirme” amacını taşıyordu ve bu bağlamda sil baştan kurulan ve çok ciddi bir iktisadî, siyasî ve toplumsal kaosun içine çekilen Doğu Avrupa ülkelerinin düzlüğe çıkabilmeleri için tek reçete olarak görülüyordu.
İyi yönetişim aslında hal-i hazırda başarıları kendinden menkul Batılı liberal demokratik devletlerin deneyimlerinin küresel bir uygulamasından başka bir şey değildi. Devlet, piyasa ve sivil toplum arasındaki ilişkileri düzenlemeyi hedefleyen “iyi yönetişim” kurgusunun “sivil toplum” ayağı, bir de yerel demokrasi sosuyla tatlandırıldığında solda bile sempatiyle karşılanmıştı.
Söylemeye gerek yok bile: İyi yönetişimin en büyük üç kurumsal destekçisi BM, IMF ve Dünya Bankası’ydı.
Bosna Savaşı sonunda imzalanan barış anlaşması ise yeniden kurulacak bir ülkede iyi yönetişimin de sınavı olacaktı.
Kasım 1995’te ABD’de Ohio’daki Dayton Hava Üssü’nde süren uzun görüşmeler sonrasında 14 Aralık 1995’te imzalanan Dayton Barış Anlaşması postmodern çağın en kanlı savaşlarından birini sona erdiriyordu. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç arasında imzalanan anlaşma ile 3,5 sene süren savaşın ardından Bosna’da barış ilan ediliyordu.
Hırvatistan ve Slovenya’nın Batı’dan, özellikle de Almanya’dan aldığı desteği arkasına alıp, Sırp milliyetçiliğini bahane ederek bir oldu bittiyle bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle nüfusunun %45’i Boşnaklardan, %35’i Sırplardan, %15’i de Hırvatlardan oluşan Bosna’yı zor günler bekliyordu. Ekim 1991’de Bosna-Hersek parlamentosundaki bir oturumda Karadziç Bosna’nın bağımsız olması durumunda Boşnakların başına kötü şeyler geleceği yönünde açıktan açığa tehdit ederken, Aliya İzzetbegoviç de bu resti görüyordu. (1) Bu restleşmeden altı ay sonra Bosna Savaşı başladı.
Savaşın sonunda imzalanan Dayton Anlaşması görünüşe göre Bosna’nın toprak bütünlüğünü koruyordu. Ama ne bütünlük!
Anlaşmaya göre Bosna-Hersek iki farklı özerk devletten oluşacaktı: Bosnalı Sırpların yönetiminde olan Srpska Cumhuriyeti (Republika Srpska) ile Bosna-Hersek Federasyonu. Bosna-Hersek Federasyonu ise 10 ayrı kantona bölünüyordu. Bunların üçü Bosnalı Hırvatların, beşi Bosnalı Müslümanların (Boşnak) çoğunlukta olduğu, ikisi de her iki toplumun da hemen hemen eşit oranda temsil edildiği kantonlar... Bir de Brçko entitesi var. O apayrı bir mevzu.
“İyi yönetişim”in deneme tahtası Bosna hesapta dünyada benzer sorunlar yaşayan coğrafyalar için örnek oluşturacaktı. Sistem IMF, Dünya Bankası, BM ve AB’den bolca maddi destek gördü. Öyle ki, sadece Saraybosna’daki Batılı uzmanların perakende ekonomiye katkısı bile çok ciddi rakamlara ulaşıyordu.
Dev bir sivil toplum ağı inşa edildi. Fakat sivil topluma aktarılan paraların sadece belli bir toplumsal grubu varsıllaştırmaktan öte bir işlevinin olmadığı aşikar. Kağıt üzerinde ise toplumları birbirine yaklaştıran, aradaki sorunları çözen, yeni bir kuşak, demokrasiye ve liberal değerlere kökten bağlı bir kuşak yaratan binlerce “proje” uygulamaya konuluyordu.
Savaştan bu yana yirmi sene geçmiş olmasına rağmen, Bosna hala kendini toparlamış değil. Nasıl toparlasın ki? İki ayrı özerk devlet, 10 kanton, bir de entite... Toplam dört milyonu bile bulmayan bir nüfusa sahip bir ülkenin böylesine bir siyasi yapıyla baş edebilmesi ne mümkün! Üçlü bir devlet başkanlığı sistemi, her bakanlıktan on üçer tane. On üç eğitim bakanı, on üç sağlık bakanı... Böyle bir siyasî yapının işlevsel olabilmesi mümkün olabilir mi? Üstelik yirmi senede etnik gruplar arasındaki ilişkilerin normalleşmesi bir yana, Batı’nın yapısallaştırdığı bölünme toplumlar arasındaki uçurumu iyice açtı. Yirmi senedir Sırplar kendi tarihlerini, Hırvatlar ve Boşnaklar da kendi tarihlerini okuyor. Ortada bir arada yaşamayı hiçbir şekilde deneyimlememiş bir kuşak var.
Sonuç: Yirmi yıldır savaşın etkisinden kurtulamayan bir ülke. Milliyetçi siyasetçiler tarafından istismar edilen bir ülke. Günümüzde Bosna’daki önde gelen siyasi aktörler yirmi sene önce ülkeyi savaşa sürükleyen liderlerin öğrencileri.
Dahası yolsuzluk endeksinin diplerinde sürünen, siyasi yozlaşmanın dibe vurduğu bir ülke. Öyle bir ülke ki, Balkanları sarsan mülteci krizi esnasında mülteciler bile Bosna’ya gelmeye yeltenmedi! Öyle bir ülke ki, küresel iktisadî krizlerden etkilenmiyor. İktisadî etkinlik olmadığı için, ülke krizden de etkilenmiyor doğal olarak. Belki komik, ama kesinlikle trajik!
STÖ’ler yavaş yavaş çekilmeye başladı bile. Bosnalıları suçluyorlar. “O kadar para akıttık, o kadar iyi yönetiştik, yaranamadık” diyorlar.
İyi yönetişim belki Bosna’da tutmadı ama Suriye iştahları kabartıyor.
(1) İzzetbegoviç ve Karadziç arasındaki atışmanın İngilizce alt yazılı videosu için:
https://www.youtube.com/watch?v=wILBMsRlSXQ