Rachmaninov’un 2 numaralı piyano konçertosunun açılışı, az rastlanır bir etkileyicilik taşır.
Kesik kesik, tek tek, bir rüyanın içinde ya da hafif bir uykuda duyulan sesler gibi vuruşlarla başlar.
Ardından birer çekiç darbesini andıran bir doygunluğa ulaşır vuruşlar. O rüyalı ya da uykulu halden çıkarır sizi.
Her bir dokunuşta yeri göğü sarsan adımları andırmaya başlar, yine kesik kesik, yine tek tek.
Şaşılacak kadar kısa bir sürede gerginliğin ya da enerjinin doruk noktasına erişir.
Ve tam o anda, başta yaylılar olmak üzere orkestranın devreye girmesiyle, o kesik kesik, tek tek vuruşlar, okyanusların dev dalgaları gibi salınmaya başlar.
Birbirine ulanan seslerin cümbüşü altında, hala duyulmaktadır o kesik kesik, tek tek vuruşlar. Ama artık bir sel olmuş, çağıldayarak akıyordur. Dinleyeni içine katan, kendisini rüzgara teslim etmiş bir kağıt parçası gibi göklere savuran, dört yanını kuşatan bir esrime hali gibidir.
Rachmaninov eserini bestelerken ne düşünmüştür, hatta bir şey düşünmüş müdür bilmem. Ama ben ne zaman bu eseri dinlesem, kendimi kocaman bir halk deryasının içerisinde, alanları, meydanları, sokakları zapt etmiş yüce insanlığın arasında, hep beraber koşulan bir hedefe doğru gidermiş gibi hissederim.
Kesik kesik olanın süreklileştiği, tek tek olanın birleştiği, adımların koşuya, damlaların okyanusa, esintilerin fırtınaya dönüştüğü bir erime halini, hadi adını da koyalım, devrimi duyumsarım.
Öyle değil midir zaten, halkın ayağa kalktığı anlar? Bazen yıllar süren, bıktırıcı denecek ölçüde uzayabilen o kesik kesik, tek tek adımlar, gün gelir koca bir dalgaya dönüşmez mi, adımlar ve eller birbirine ulanıp birbirine tutunmaz mı?
Öyle değil miydi zaten, Haziran ayında Gezi Parkı’yla başlayan görkemli isyan? Çok değil, son birkaç yıla göz gezdirdiğimizde bile, liselilerin sınav skandallarına karşı yükselen direnişini, üniversite öğrencilerinin AKP gericiliğine boyun eğmeyişini, Tekel işçilerinin Ankara’yı aşıp tüm ülkeyi fethedişini, köyüne ya da akarsuyuna sahip çıkan yurttaşların inadını, sansüre karşı, kentsel dönüşüme karşı, kadın cinayetlerine karşı sokakları dolduranları, Reyhanlı ve Roboski katliamlarının hesabını sormak için bir araya gelenleri görmüyor muyuz?
Haziran’da bir volkan gibi paylayıveren Gezi Direnişi, bütün bunlar düşünülmeden, öfkeyi ve cesareti besleyip büyüten bu kesik kesik, tek tek vuruşlar olmadan düşünülebilir mi?
Böyle bakınca, Rachmaninov’un eserinin hissettirdikleri de bir halk ayaklanmasının tecrübesi de aynı duygu yoğunluğunun, benzer bir bilinçlilik halinin, peşinde koştuğumuz bir varoluş biçiminin kudretli ifadeleri haline geliyor.
Fakat buradan ödev çıkarmak gerekiyor. Adım adım büyüyen, kesik kesik, tek tek ilerleyen, nihayetinde Haziran’da dev bir dalgaya dönüşen öfkeyi ve cesareti, bir daha, hatta daha güçlü bir biçimde yaratmak, artık bir görev haline geliyor.
Çünkü Haziran’dan sonra yaşadıklarımız, temponun yeniden başa dönmesine benzer biçimde, kesik kesik, tek tek vuruşların yaklaşan, yaklaştıkça güçlenen seslerine benziyor.
Berkin Elvan’ın cenazesinden tutun da Soma’daki katliamın ardından sokaklara dökülen insanlara, Validebağ’da, Yeşilpınar’da çocuklarının geleceğine sahip çıkanlara, IŞİD tehdidi altındaki Şengal ve Kobane için bir şeyler yapmaya çalışanlara kadar, Türkiye toplumunun öfke ve cesaret biriktirdiği görülüyor.
Bu örneklerin tek başına yeterli olmadığı, buralarda açığa çıkan enerjinin Haziran’la kıyaslanamayacağı düşünülebilir. Oysa, tartışılan konu o değildir. Bugünün gerçekliği, Türkiye halkının AKP karanlığı karşısında yeniden güç biriktirdiği, özgüvenini yavaş yavaş kazanmaya başladığı, belki tekrar bir volkan gibi patlayacak olan öfke ve cesaretini adım adım, kesik kesik, tek tek vuruşlarla büyüttüğüdür.
Türkiye’de sosyalistlerin, devrimcilerin Haziran’a dair değerlendirmelerinde en fazla ortaklaştıkları nokta, Haziran’a hazırlıksız yakalanmış olmamızdı. Bunun makul nedenleri de vardı açıkçası.
Ancak kaderini ülkesinin kaderiyle bitiştirmiş, halkının kurtuluş mücadelesinin gözü pek neferleri olma görevini üstlenmiş devrimcilerin, bir kez daha hazırlıksız yakalanmaya hakları yoktur. Türkiye sosyalistlerinin, halkın öfkesi ve cesareti ülkeyi yeniden ele geçirdiğinde, hazırlıksızlıklarını meşrulaştıracak gerekçeleri kalmamıştır.
O zaman, tek bir dakikayı dahi boşa harcamadan, ülkenin dört bir yanına ulaşmak, her köşe başında bir mücadelenin parçası olmak, dahası bütün bu başlıkları tek bir hedefte toplamak, halkın birbirine tutunup mücadelesini ortaklaştırması için köprü olmak gerekiyor.
Kesik kesik, tek tek, başta biraz yumuşak gelen, ama giderek şiddetlenen vuruşları birbirine kavuşturmak, dev bir dalgaya, oradan da engin bir okyanusa dönüştürmek gerekiyor.
Tıpkı Rachmaninov’un eserini dinlerken duyumsadığımız gibi.
Tıpkı her gün yad ettiğimiz Haziran’da olduğu gibi.
Tıpkı hasretini çektiğimiz devrim gibi.