Devrimci, politik kişiliği açısından biraz heyecanlıdır. İçi kıpır kıpırdır, yüreğinde fırtınalar eser, tansiyonu hep yükselmeye meyleder.
Ama devrimciyi maceraperestten ayırt eden çizgi pek ince değildir.
Sanıldığı gibi, devrimci, durup dururken heyecanlanan, olmayacak şeylerden iyimserlik üreten, başında kavak yelleri esen bir karakter değil, çevresine baktığında devrim için ihtiyaç duyulan koşulların ipuçlarını gören, gücünün ve aklının yettiğince söz konusu koşulları güçlendirecek hamlelerini tasarlayan, bilincini yüreğinin karşısına, yüreğini bilincinin üzerine koymayı reddeden bir karakterdir.
Kısacası, devrimci, heyecanını kendisi ile ülkesi arasındaki ilişkiden, ülkesi için yapması gerekenlerden ve yapabileceklerinden üretir.
Bu bağ, eğer devrim teorik bir seçenek olarak değil de somut, gerçek ve güncel zorunluluk olarak kavranıyorsa, her şeyden üstündür.
Bu bağın dışında heyecan yaratan ilişkiler ve durumlar yoktur denilemez elbette. Başarılı bir etkinlik, ileriye çeken bir hamle, kimi sorunları çözen bir düzenleme de zaman zaman heyecan yaratmaya yeterlidir. Ancak hiçbiri kalıcılık sağlayamaz. Hiçbiri bütün bir devrimciler kuşağının uzun vadeli bilincini belirleyip biçimlendiremez. Köşe taşı olur, önemli bir kavşak olur, sıçrama noktası olur, ama devrimcinin ülkesi ile arasındaki bağın yerini alamaz.
Alamaz demek de yeterli değil, doğrusu almamalıdır da.
Eğer bir devrimci tüm heyecanını, siyasal bilincini, devrimci pratiğini başka bağların ve ilişkilerin içerisinden üretiyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Örnek olsun, devrimci için yaşadığı ülkenin sunduğu olanaklar, bu olanakların değerlendirilmesi için ihtiyaç duyulan somut adımlar ya da her adımda daha ileriyi işaret eden güncel ve tarihsel ödevler değil de, basitçe örgüt içi çekişmeler, kişiler arası sürtüşmeler, dedikodular ve yalanlar heyecan üretiyorsa, ortada siyasetin konusu olmaktan çıkmış bir durum vardır.
Bunun anlamı açıktır. Dünyada ve Türkiye’de sosyalist hareketin iç gündemlerinin baskınlaştığı, devrimci kadroların çeşitli özel sorunlara gömüldüğü dönemler olmuştur, olmaktadır. Bir devrimci için bu sorunların tümüyle önemsiz olduğu söylenemese de, yapılması gereken sorunları hızlıca çözüp siyasal pratiğe geri dönmektir. Zira bir süreliğine gündemi istila eden iç gündemler de, esasen siyaset ve devrimci görevler konusunda yaşanan tartışmanın sonucudur.
Dolayısıyla, doğru bildiği biçimde siyaset yapabilmek için “kavga” edenlerin, siyaseti unutup bütün enerji ve zamanını “kavga”ya teslim etmeleri kabul edilebilir bir durum değildir.
“Kavga”, devrimci siyaset pratiğinde geçici bir uğraktır sadece. Bu uğrağa takılıp kalanların, ne için “kavga” verdikleri de hayli sorgulanabilir hale gelecektir.
O halde, tüm tartışmaların ötesinde, dönüp dönüp başkalarına bakmak, durup durup hatıraları deşmek, yatıp kalkıp sağa sola sataşmak, devrimci karaktere ait bir özellik değildir.
Eğer birileri size bakmaya, deşmeye, sataşmaya devam ediyorsa, ortada ya ciddi bir obsesyon vardır ya da yapacak başka bir iş bulunamıyordur.
Yapacak başka bir iş bulamamak, diğer bir deyişle Türkiye’de devrimin acil görevleri yerine iç gündemlerle meşgul olmak, belirli bir tipoloji için, alışkanlıklar ve yatkınlıklar açısından avantajlı olabilir.
Ama tek motivasyonu bu olan bir toplamın devrimci hamleler üretmesi mümkün değildir.
Türkiyelileşmek, bu topraklara kök salmak gibi laflar, biraz da bu açıdan düşünülmeli ve anlaşılmalıdır. Aklını ve yüreğini, gözünü ve kulağını ülkesinden, memleketinden ayıramamaktır.
Bu yüzden, devrimci, heyecanını kendisiyle ülkesi arasında kurduğu bağdan üretir diyoruz.
Heyecan, motivasyon, konsantrasyon, konsolidasyon ya da tansiyon, her ne arıyorsanız, gözünüzü ülkenize çevirin, memlekete bakın.
Tavsiye ediyoruz.