Türkiye’nin hızla geriye gittiğini söyleyip duruyoruz. Bu geriye gidiş, elbette gündelik zaman akışının tersine çevrilmesi ile deneyimlenmiyor. Geriye gidiş derken kast edilen, tarihin geçmiş dönemlerinin sorunlarının yeniden ortaya çıkması, geçmiş evrelerde çözüme bağlanmış olması gereken konuların bugüne ve geleceğe kalmasıdır.
AKP iktidarı, bu açıdan özel bir yere oturuyor. İktidarda olduğu yıllar boyunca, özellikle yakın geçmişte hızlanan bir biçimde, ülkenin geride bıraktığı ya da geride bırakmaya yöneldiği ve esasen tarihin bu dönemine ait olmaması gereken birçok sorunu yeniden gündeme getirmiş, yeniden güncellik kazandırmıştır.
Gericilik, tarihin tekerleğini geriye döndürmek anlamında, yani insanlığın geleceğe doğru ilerlemek yerine, sürekli geriye, daha da geriye dönerek “eski” sorunlarla boğuşmasına neden olduğu için de gericiliktir biraz da.
***
Dün basına yansıyan haberlere göre, “Kırmızı Kitap” adıyla bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde yapılması planlanan değişiklikler belli olmuş durumda. Devlet kurumları ve aygıtlarının güvenlik sıralamasını belirleyen, istihbarat tekniği, askeri strateji, toplumsal olaylara yaklaşım gibi konuları belirleyen ve yakında onaylanarak yürürlüğe girmesi beklenen Belge’de, bu defa, “halk ayaklanmaları çıkarmaya yönelik girişimler, eylemler ve kışkırtıcı faaliyetler” tanımı da yer alıyor.
Yani, açık bir biçimde diktatörlüğü hedefleyen ve yakın vadede derinleşmesi beklenen toplumsal ve siyasal krize sert bir yanıt vermeye çalışacağı belli olan Erdoğan ve rejimi, bu değişiklikle birlikte, halkın ayaklanmasını bir iç tehdit olarak tescillemek ve devleti halk karşısında dolaysız biçimde kendi aygıtı haline getirmek için hazırlık yapıyor.
Gezi’de, Haziran Direnişi’nde karşı karşıya kaldığı halk ayaklanmasına her tür şiddet imkanıyla saldıran Erdoğan, önümüzdeki günlerde oluşabilecek benzer olayları daha da artan bir şiddetle önlemeye çalışacağını da itiraf etmiş oluyor böylece.
Erdoğan yeni bir halk ayaklanmasından korkuyor ve bununla savaşmak için kullanabileceği tüm imkanları yaratmaya çalışıyor.
Bunu yaparken de hepimizi gerilere, tarihin bir başka döneminde aşılmış olması gereken bir soruna götürüyor. Halkın baskıcı rejime karşı ayaklanma hakkı sorununa.
***
Fransız Devrimi, sadece bir devrime ve ilerici siyasal mücadelenin içeriğine dair sunduğu deneyimlerle değil, aynı zamanda insanlık tarihine yerleştirdiği ilkelerle de en büyük tarihsel olaylardandır.
İşte halkın ayaklanma hakkı da Fransız Devrimi’nin bu zengin deneyimleri içerisinden süzülüp çıkan ve o dönemin devrimcilerinin dilinde yıkıcı bir siyasal slogana dönüşen ilkelerdendir.
Buna göre, toplumu köleleştiren bir yönetim meşruiyetini kaybetmiştir ve gayrimeşru yönetime karşı yasal ya da hukuksal yollarla çare aramaktansa, hukuku aşan bir meşruiyet kaynağına, yani halkın ayaklanmasına başvurmak gereklidir.
Rousseau’nun, ayaklanma hakkını savunurken sarf ettiği şu sözler, ayaklanmanın meşruiyetinin mevcut baskıcı rejimin hukukuyla sınırlanamayacağını, ayaklanmanın kendi öz niteliğine uygun bir hukuka sahip olduğunu da göstermektedir: “Bir kralın bir gün önce uyruklarının hayatları üzerinde uyguladığı yönetim ne kadar hukuksal ise, o kralı tahttan indirmekle suçlanan ayaklanma da o kadar hukuksaldır.”
Fransız Devrimi’nin en sivri ve uzlaşmaz ucu olan Jakobenler açısından da halkın ayaklanması, meşruiyetini ve hukukunu kendisinde bulan ve asla terk edilemeyecek, iptal edilemeyecek, yasak edilemeyecek bir haktır. Jakoben Chabot’un şu sözleri, bu yüzden, Rousseau ile aynı gerçeği ifade etmektedir: “Baskı dayanılmaz olunca, ayaklanma en kutsal görevlerden biri olur.”
Ayaklanma hakkına dair söylenenler daha uzun bir liste oluşturabilir. Hobbes ve Kant’tan Thomas Aquinas’a kadar batı felsefesinin önemli düşünürlerinin bu hak üzerine yazıp çizdikleri hayli geniş bir literatür oluşturur. Ama Fransız Devrimi’nin çizdiği kesin çizgi, halkın baskıcı rejime veya diktatörlüğe karşı ayaklanmasını, meşruiyeti ve hukuksallığı tartışılamaz bir ilke haline getirmiştir.
***
İşte Erdoğan diktatörlüğünün yapmaya çalıştığı şey, bir yandan halkın ayaklanma hakkı ilkesini elinden almak, tarihi tersine çevirmek; diğer yandan da Erdoğan rejiminin zorbalığına karşı güçlü bir ayaklanma için ipuçları sunan halkı terör ve tehdit ile baskı altına almaktır.
Kırmızı Kitap’la ya da yeni anayasa ile yapılmaya çalışılan da esas olarak budur.
Tek sorun şu ki, Erdoğan’ın o çok korktuğu ayaklanmayı önlemek için ne hukuk ne de yasa işe yarar.
Çünkü halk bir kere ayaklandığında, diktatörün hukuku da yasası da yırtılıp çöpe atılmış demektir.
Diktatörün kendisiyle birlikte...