Bir yeni evreye adım atıyoruz...
Türkiye Kürtlerinin siyasal mücadele tarihi tartışma konusu edildiğinde ve bu tarih yakın gelecekte yazıldığında; 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası AKP iktidarı tarafından Kürt illerinde hayata geçirilen saldırı (sindirme) planları ve bilhassa Kürt silahlı hareketinin buna karşı izlediği dönemsel savunma stratejisi özel bir ilgiye şayan olmak zorunda.
Daha önce de yazdık ve tekrar olacak: “Hendek Savaşları” olarak anılan “dönem stratejisi”nin Kürt siyasal hareketi açısından “cüretli” bir çıkış olması, sonuçları itibariyle girişilen savaşın “kaybedildiği” gerçeğini değiştirmiyor.
Rojava’daki Kürt otoritesinin uluslararası itibar kazandığı ve Suriye sınırları içinde “otonomi” veya “federasyon” olarak adlandırılan bir çeşit statü elde edilebileceği söylenen o dönemde, hendek tartışmalarının gölgesinde kalan asıl mücadele ve tartışma başlığı “özyönetim”di.
Ne yazık ki olmadı. Sadece Türkiye’de değil tüm Ortadoğu’da gerçek bir tartışmayı hakeden ve bir çözüm paradigması olarak bugün de gündeme getirilen “özerklik”, “özyönetim” konusu, Türkiye’de bir yeni “Kürt zaferi”ne kadar ötelendi.
AKP’nin, tam hegemonya kuramadığı ülkemizdeki yarım iktidarını korumak için tüm canları çıkarıp, her kenti yerle bir etmeyi göze aldığı bir “mühür kimdeyse süleyman odur” döneminde yaşamaya başladık. Yine o dönem AKP baskısı ve buna karşın PKK hareketinin taktiksel yönelimi, Kürt sivil siyasetini politik alanın dışında edilgen bir konuma yerleştirdi. HDP sokak hareketi olarak küçüldü. Kürt hareketinin bütünü açısından ise geride bıraktığımız üç buçuk yıl bir “geriye çekiliş” ya da başka bir ifadeyle “pozisyon kaybetme” dönemi oldu. Aynı zamanda devlet bu hareketin yok olması için basmadığı ev, gözaltına alıp tutuklamadığı siyasetçi ve yurtsever bırakmayarak kendi çıkarına bir sonuç yarattı diyebiliriz.
***
Devam edelim ve konunun esasına gelelim.
Kanımca artık, Kürt hareketi için bu geriye çekiliş döneminin sonunda ve başarılabilirse bir yeni siyasal sıçramanın eşiğinde olunduğu iddia edilebilir.
Leyla Güven’le temsil olan, bir cesaret, inat, uyanış dalgasına dönüşen ve faşizme karşı mücadele tarihine mutlaka özenle kaydedilmesi gereken direnişe, HDP’nin seçim stratejisine ve Suriye’deki son gelişmelerin işaret ettiği olasılıklara bakarak bir yeni politik evreye geçiş yaptığımızı söyleyebiliriz.
1.100. günündeki Leyla Güven’in ve diğer Kürt siyasetçilerin açlık grevi eylemi; uzun süre sonra Kürt hareketinde ve yüzünü bu harekete dönmüş olan Kürt yoksullarında birlik duygusunu sağlayan, ayrıca herkesi direnişin parçası, destekçisi yahut takipçisi haline getiren bir nitelikli sonuç ortaya çıkarmaya başlamıştır. Kürt sivil siyaset alanının, bir sokak hareketi olarak yeniden etkin bir yapıya kavuşmaya başladığı görülüyor. Yani “Hendek Savaşları” sırasında halkın siyasetin dışına itildiği tablo, bu eylemler sürecinde, üstelik baskının üst düzeyde yaşandığı ortamda değişime açık hale gelmiştir. Her ne kadar şu aşamada sokaktaki hareket fiilen milletvekilleri tarafından yapılabiliyor olsa da, Kürt halkının desteğini kazandığı ve bu desteğin sandığa da yansıyacağı görülebilecek bir veridir. Teslim olmadan, en ağır bedeli ödeyebileceğini ve kazanma iradesini göstererek tabanını politize etmeyi başaran bir hareketin temsilcileri, geçmişte olduğu gibi bugün de krizden çıkış yolunu bulan ve dönüştüren bir misyon üstlenecektir. Kürt hareketinin politik merkezi de açlık grevi eylemlerini güncel mücadelenin odağında tutarak, Leyla Güven’in başlattığı dalganın “buz kırıcı” işlevinin farkında olduğunu söylemektedir.
2.HDP’nin seçim taktiği açık ki, Kürt legal siyaset tarihinin en marjinal (çizgi dışı) kararını içermektedir. Kürt siyasal hareketinin Kemalizmi “Kürt inkarının beşiği” olarak değerlendirdiği bir sır değildir. Öte yandan CHP’nin ve bilhassa sağ Kemalist kesimin Kürtlere yakınlaşmanın gerilimini uzun süre taşıyamadığı ve birçok örnekte AKP tabanı ile aynı politik hedeflere ikna olduğu görülmektedir. Öyleyse Kürt siyasal hareketi tarafından CHP’ye (ve hatta İyi Parti’yle ittifak yapan CHP’ye) verilen desteğin, ideolojik-politik bir kaynaşma değil, bir yeni dönem stratejisinin parçası olduğunu, stratejik bir hedefe hizmet ettiğini düşünmek gerekir. Bu hedef özetle; AKP-MHP ittifakını zayıflatarak bozmak olarak ifade edilebilir. Burada dikkat çekici olan nokta; iki partinin ittifakını bozma gayesinin, Kürt hareketi açısından bu dönem, AKP iktidarını devirmek kadar öncelikli ve değerli olabileceği iddiasıdır.
3.Biraz daha açalım. ABD’nin çekilme kararı dahil, Suriye hakkında yaşanan son gelişmelerin tümü, bölgesel hiyerarşide ve politik aktörlerin ittifak arayışlarında çok önemli bir değişime işaret ettiği gibi, geçmişe göre fazlasıyla netleşen bir Suriye fotoğrafını da karşımıza çıkarmaktadır. Başka ve daha uzun bir yazının konusu yapacağız. Ama şimdilik Suriye’deki son durumu kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Birincisi, Suriye’ye emperyalist saldırının başladığı dönemden farklı olarak; ABD, Türkiye ve Kürtler dahil olmak üzere bölgede bulunan tüm politik aktörler, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma” çizgisini kabul etmek zorunda kalmıştır. Rusya ve İran’ın bölgedeki hakimiyeti, Türkiye’nin Kürtlerin devletleşmesini istememesi, IŞİD’in küçülerek yeniden bir yeraltı örgütüne dönüşmesi, cihatçıların çok parçalı, etkisiz bir yapıda olması “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nü tek gerçekçi denge unsuru olarak dayatmaktadır. Bu durumda dolayısıyla, Suriye’de bir numaralı kazananın Şam hükümeti ve Beşşar Esad olduğu da Türkiye ve Kürtler dahil herkes tarafından kabul ediliyor, ya da mecburen edilecek demektir.
İkincisi, tüm planları suya düşen AKP Türkiyesi bölgeden sepetini dahi toplayamadan, döküle döküle geri dönmek istemiyorsa Şam hükümeti ile diyalog kurmak zorundadır ve fakat heyhat, bu diyalog Kürtlerle-Şam arasında başlayan teması ve ortak gelecek arayışını durdurmaya yetmeyecektir. Ne Kürtlerin ne Esad’ın karşılıklı kurmak zorunda kaldıkları ilişkiyi Türkiye’ye güvenip bitirmesi olası görünmemektedir. Rojava Kürtleri artık Suriye toplumunun önemli bir parçası ve siyasal dinamiği haline gelmiştir. Esad bu gerçeğin farkında olarak ülkesinin bütünlüğüne dinamit koymadan Kürtleri kontrol altına almaya çalışacaktır.
Üçüncüsü, Şam ve Rojava anlaşması ve birlikteliği sağlandıkça, AKP’nin Suriye’de Kürtleri düşman ilan ederek kendisine hareket alanı bulduğu düzlemin de ortadan kalkacağını düşünmek gerekir. AKP’nin, Kürtlere mesafeli olan İran ve Rusya eliyle Kürt otoritesini ve askeri gücünü sınırlamaya çalışacağı, ancak kendisi için de yayılma ve yerleşme yerine güvenlik esaslı bir ekseni kabul edeceği ortaya çıkmaya başlamıştır. Özetle, AKP açısından ABD-Rusya arasında salınıp, çelişkilere oynayarak manevra yaptığı dönemin sonu geldiği gibi, Kürtlerle savaşarak iktidar pekiştirdiği dönemin de sonu gelmektedir. AKP’nin orta vadede Kürtlerin Suriye’deki anayasal tanımını ve varlığını benimsemek zorunda kalacağı ve Kürt inisiyatifiyle makul ölçüde yan yana düşeceği bir zemine de itiraz edemeyeceği öngörülebilir.
Ve dördüncüsü, Kürt hareketinin politik merkezi, bu tabloyu kendi lehine çevirecek bir müdahalenin koşullarını belirlemek, kartların yeniden karılacağı döneme politik gücünü artırarak girmek isteyecektir. Kürt düşmanlığından beslenemeyerek dağılmaya meyleden bir AKP-MHP ittifakı, bölgede aradığını bulamamış ve içeride zayıflamış bir Saray rejimi... O rejim savaş sürecinden müzakere sürecine geçişi de kabul etmek zorunda kalabilir ve Kürt hareketi bu olasılığı bir somut avantaja dönüştürmeyi amaçlayacaktır.
Tüm bu gelişmeler, yani hem Kürt siyasal hareketinin kendi iç dinamikleri ve direniş gücüyle politik üstünlük kazanarak AKP-MHP ittifakını zayıflatmaya ve çözmeye çalışması, hem de bölgedeki gelişmelerin Kürtler tarafından lehte değerlendirilebilecek boşluklar barındırması bir yeni merhaleyle karşı karşıya olunduğu saptamasını da güçlendirmektedir...