Marksizmin, kuramsal düzlemde “ulusal sorun” başlığına yaklaşımı hakkında söylenebilecekler aşağı yukarı şöyle özetlenebilir;
Bir; ulusal soruna yönelik ilkesel yaklaşımlarımızın tümü, işçi sınıfının tarihsel çıkarları ekseninde değerlendirilmeli ve buna göre oluşturulmalıdır.
İki; Marksistler açısından etnik-ulusal meseleler teori alanında ikincil, siyaset alanında ise daha fazla önemlidir. Öyleyse bu konuda teorinin değeri, doğru politik tavır alışla ilgilidir.
Üç; sınıf siyaseti çizgisi “ulusal sorun” hakkında fikir, söz ve eylem sahibi olmalıdır. Ancak ulusal sorun gündemlerinin, sınıf siyaseti çizgisini ve işçilerin mücadelesini belirlemesi kabul edilmemelidir.
Üçüncü maddeyi geçerken bir ara not yazalım: “Bağımsız hat” veya “bağımsız duruş” diye bugünlerde dil üstünde suyu çıkarılan söylemin gerçek karşılığı ve politik değeri de bu tanıma uygunlukla test edilmelidir. Komünistler açısından ulusal sorunda “bağımsız” olma durumu; “ulusal dinamikten kaçış”ın veya siyasetsizliğin bir sıcak bahanesi değil, meseleyi sınıf siyaseti ve çıkarları önceliğiyle değerlendirirken, politik önemi tartışılmaz bir ulusal soruna etki edebilecek kendine has yöntem, araç ve müdahale biçimini de meydana getirebilmek demektir...
Dört; sınıf mücadelesinin organik bir parçası (içkin) olmayan ve “dışsal” kabul edilebilecek ulusal kurtuluş mücadeleleri, komünistler açısından bir ittifaklar meselesidir ve asal olan budur. Neden?
Çünkü Marksizm salt yorumcu, izlenimci ve olgucu değil, müdahaleci ve dönüştürücü bir dünya görüşüdür.
Yani, herhangi bir ulusal kurtuluş hareketinin, -marksist anlamıyla- sosyalizmi kurma mücadelesi kapsamında bir tür “dışsal ittifak” unsuru olarak ele alınıp değerlendirilmesi mümkündür.
Bununla birlikte, sosyalizm mücadelesi penceresinden bakınca “dışsal ittifak” kendisini iki biçimde somutlayabilir: İdeolojik, programatik ve politik özellikleri temel alındığında ciddi farklılıklar gösteren sosyalist odak ve ulusal dinamik arasında oluşacak işbirliğinin, her iki parçada da ilerici ve sol mücadeleyi güçlendirmesi biçiminde... veya ayrı kanallardan, farklı beklentilerle ancak aynı iktidar gücüne karşı kavga verdiği varsayılan bu iki dinamiğin yürüttüğü mücadelenin, dolaylı biçimde dahi olsa bir diğerinin (bizim tercihimizde sosyalizm mücadelesinin) önünü açması biçiminde...
*****
Bu anlatımı Türkiye özelinde somutlayıp, sosyalistler ile Kürt dinamiği arasındaki ilişkiyi ve üst paragraftaki koşulları da geçmiş-bugün bütünlüğüyle ele alıp şu soruyu tekrar edebiliriz: Türkiye'nin başat ulusal sorunu olan “Kürt sorunu/dinamiği” sosyalist hareket açısından bir “dışsal ittifak” unsuru olmanın koşullarına bugün sahip midir?
“Geçmişte öyle miydi?” diye sorulabilir. Evet geçmişte öyleydi.
Geçtiğimiz 30 yıllık “sosyalist tahayyül”de Kürdü olmayan bir Türkiye ve Türkiye devrimi yoktur.
Türkiye sosyalist hareketi, 1980'ler ile 1990'lı yılların tamamı ve 2000'li yılların ilk yarısında, Kürt hareketini Türkiye'nin önemli toplumsal dinamiklerinden ve “kriz” ögelerinden biri olarak görmüş ve bu kriz unsurunun Türkiye kapitalizmine ve iktidarına siyasal-ideolojik düzlemde vuracağı darbelerin sosyalist hareketin devrimci mücadelesinin önünü açabilecek bir etmen olduğunu söylemiştir.
Sadece Kürt hareketinin içindeki solculara veya sağcılara bakıp belirlenebilecek tutuma üstün gelen ve Kürt dinamiğini Türkiye sosyalist devrimi için geçtiğimiz dönemde “dışsal ittifak” unsuru yapan da bu yaklaşım olmuştur.
Komünistler, Kürt hareketinin devrimci yanlarını güçlendirmeye, ortaya çıkan sınıfsal alaşımı sosyalizm (sınıf) mücadelesi hattına çekmeya çalışmış ve Kürtlerin emekçi kimliğini onların mücadelesinde belirleyici kılmayı hedeflemiştir.
Üstelik, Kürt siyasal hareketinin Türkiye işçi sınıfının mücadele merkezlerine de dışsal olması ve yoksul köylü tabanlı bu dinamikle, şehirlerde yoğunlaşmış işçi mücadelelerinin ayrı kanallardan ilerlemesine rağmen; PKK'nin ayrılıkçı bir mücadele yürütmesine, örneğin Özal iktidarı ile federasyon görüşmesi yapmasına, Marksizmi reddetmesine veya orak-çekiçi terk etmesine rağmen Kürt dinamiği “dışsal ittifak” unsuru olma özelliğini yitirmemiştir...
*****
Şimdi bugüne dönelim ve biraz daha somutlayalım; koşulların değiştiği, solun zayıflığı, Kürt hareketinin iktidarla masaya oturan bir gerçek muhatap haline geldiği, bölgede uluslararası planların bir parçası olabileceği, İslamcılarla birlikte hareket ettiği söylenebilir ve bunların hiçbiri önemsiz değildir. Ayrıca bu gelişmeler Kürt hareketi ve sosyalist hareket arasındaki örgütsel-siyasi mesafeyi artıran özellikler taşımaktadır. Lafı uzatmaya gerek yok; dolayısıyla, Kürt hareketi ile bir örgütsel birlik arayışı bizim açımızdan gündem dışıdır. Öyle olmalıdır.
Ancak tekrar edersek asıl soru, Kürt dinamiği ile sınıf mücadelesi arasındaki ilişkiyi tanımlayan “dışsal ittifak” olma durumunun ortadan kalkıp kalkmadığıdır.
Başka bir deyişle, Türkiye devrimci sosyalist hareketi, kendisinden farklı olduğunu bildiği Kürt dinamiğine etki ederek sosyalizm mücadelesinin (o ya da bu biçimde) parçası haline getirmek fikrini terk etmiş midir? Yahut Türkiye söz konusu olduğunda, Kürt siyasal hareketinin mevcut politik konumu, temsil ettiği siyasal dinamizm ya da örneğin seçime dönük belirlediği amaç, bu hareketi bir toplumsal dinamik ve kriz unsuru haline getirme, solun toplumsallaşmasını sağlayacak ve sosyalizm mücadelesini güçlendirecek zemini besleme olasılığını barındırmakta mıdır?
Bu soruların cevabı, “ittifak” veya “oy verilmesi” çağrılarına sosyalistlerin vereceği karşılık ve seçim tavrının doğru (devrimci) bir biçimde belirlenmesi açısından da önem taşımaktadır.
Son olarak, eğer cevap olumsuzsa, yani Kürt ulusal dinamiği “dışsal ittifak” unsuru olmaktan dahi çıkmıştır deniyorsa yapılması gereken; “Kürtsüz devrim stratejisinin” masaya konması ve “Kürdistan seksiyonu” örgütlenmesinin gerekli olup olmadığını tartışmaya başlamaktır...