Hidroelektrik santralları (HES) gündeme geldiğinde aklımıza ilk gelen yerlerden olur Doğu Karadeniz bölgesi. AKP iktidara geldiğinden bu yana bu bölge HES projeleri ile gündem olmaya başladı. Coşkun akan dereleri, ırmakları sermayenin iştahını kabarttı bu yıllarda. Projeler hazırlandı, ülke çapında hazırlanan projelerin 400 kadarı bölgemize ihale edildi.
Devletin bölgede yaşayan insanları bu projeler için ikna etmesi gerekiyordu. Çünkü yaşam alanlarının yok olacağını düşünen, buna inanan bölge halkı projelere karşı sesini yükseltmeye başlamıştı. En etkili söylem de “ulusal bağımsızlık” üzerinden söylenecek söz olabilirdi.
HES’ler en çok Karadeniz’de kuruluyor.
Akarsuyu bol, dağları, dereleri…
“İthal ettiğimiz elektriği kendi olanaklarımızla üreteceğiz…" Yok, “doğalgaz ve kömür kullanarak ürettiğimiz enerjiyi, doğal kaynakları kullanarak gerçekleştireceğiz…" Yok, “ÇED raporları hazırlanacak, kaygılarınızı biliyoruz tamamen çevre dostu enerji santralleri olacak, verilen sözleri HES’i kuran şirketler yerine getirecek…" Yok, “HES’ten çıkan su yeniden kullanılabilecek, suyun yapısında bir bozulma olmayacak…" vb. vaatlerdi.
En önemli etken “ucuz enerji” yutturmacası oldu. Bölge halkının bir kısmı enerjiyi ucuza kullanacağına ikna edilmişti. “İthal ettiğimiz enerjiyi HES’ler çoğalınca bir kuruş verip kullanacağız.”
Yıllarca bu masalları bize dinlettiler.
Yapım aşamasında dinamit patlatılması, ağaçların kesilmesi olağan sayılıyor. Akarsu yataklarının yönü değiştiriliyor. Molozları firma yetkilileri kaldırmıyor. Doğa elden gidiyordu!
Devleti yönetenlerin umurunda değildi bunlar. Ama umurunda olanlar vardı. Bölgede “yaşam alanlarımıza sahip çıkıyoruz” diye direnişler başladı. Çeşitli dernekler, platformlar kuruldu. Bunların en etkili olanı tüm neredeyse tüm Karadeniz’de vadi vadi örgütlenen ve direnişlerin baş aktörü olan DEKAP (Derelerin Kardeşliği platformu) oldu. Bu direnişler bölgede bazı vadilerde HES’lerin yapılmasını mahkeme kararları ve bölge halkının inatçı direnişi ile durdurdu. Bu durum şirketleri daha acımasız yapmaya başladı. Artık gerçek yüzleri ortaya çıkmıştı. Projeleri hayata geçirebilmek için doğrudan devletin asker ve polisini halkın karşısına çıkarmaya başlattılar. Olmadı, kendilerine bölgenin feodal yapısını kullanarak büyük ailelerden taşeronlar seçtiler. Mafyatik ilişkileri kullanarak direnişin aktörlerini korkutup sindirmeye çalıştılar. Bazı yerelliklerde bunu becerdiler.
Binlerce yıllık tarih, kültür, iş makinelerinin darbeleriyle yok edildi, suların altında kaldı...
Bu arada doğanın dengesi bozuldu, Karadeniz yaylalarına doğru dürüst kar yağmamaya başladı.
HES’ler özellikle Karadeniz’de iklimi etkiledi.
Bunu ben öne sürmüyorum, Karadeniz’de yaşayanlar, bilim insanları, çevreciler söylüyor.
Denizlerimizi kirletmiş, akarsularımızı HES’çilere teslim eden bir ülke olmuştuk!
Bugün hâlâ giremedikleri Artvin Arhavi’de Pilarget Vadisi’nde yapmayı düşündükleri HES için yeniden sahadalar. Bilgilendirme toplantısı yapmak isteyen MNG Holding halkın tepkisi ile karşılaştı. Şirket yetkilileri ile Arhavi halkı tekrar karşı karşıya geldi. Pandemi koşullarını avantaja çevirmek isteyen şirket tekrar bölgeye geldi.
Aynı şekilde bölgenin çeşitli yerlerine de tekrar saldırılar başladı. Ordu Korgan’da yaşananlar da bölgenin yeniden ısınmaya başladığının işaretlerinden oldu.
Vahşi kapitalizm diye tariflediğimiz olgunun ne dini vardır ne de imanı!
Dini ve imanı olduğunu söyleyen AKP iktidarıyla birlikte tam gaz yol alıyorlar işte.
Suyumuzu, havamızı, çevremizi... Denizimizi, akarsularımızı, göllerimizi, toprağımızı acımasızca sömürmeye, yok etmeye devam ediyorlar.
Bütün bilimsel açıklamaları yok sayan iktidar ve onun işbirlikçileri insanların koronavirüsle olan mücadelelerine rağmen bu durumu fırsat bilerek saldırmaya devam ediyor.
Vahşi kapitalizmin vahşi enerji politikası, sömürü düzeni, doğal yaşamı yok etti.
Çevrenin kirletilmesine sınıfsal açıdan baktığınızda, sermayenin, vahşi kapitalizmin ayak izlerini görürsünüz.
Çevre ve yaşam mücadelesi sınıf mücadelesi ile birleştirilemedikten sonra tüm direnişler bir zaman sonra kırılacak ve geri dönülmesi zor, hatta imkansız şartlar ortaya çıkacaktır.
Sermaye ve sermaye sınıfının iktidarı, iktidarları...
Suyumuzu çalan onlar, ekmeğimizi çalan onlar!
Dün bir başkası bugün AKP ya da yarın bir başkası olarak karşımıza çıkacaklar.