Duygu siyaseti, iktidar, öncülük

Dijitalleşen, alabildiğine özelleşen, atomize olan, ekran yüzeylerinden, avuç içlerinden akan bir hayat karşımızdaki. Bu nedenle sorun “eksik bilinçlerin” giderilmesinden, “yanlış bilinçlerin” düzeltilmesinden çok daha karmaşık.

En son yazımda günümüz insanının derin ve çok yönlü bir “yalnızlaştırmaya” maruz bırakıldığını ifade etmiştim. Neoliberalizmin politik mantığı temel olarak budur, insanla insan arasındaki gerçek “bağları kopartmak”.

Yine de işler tam olarak egemenlerin istediği gibi gitmemektedir.

Nitekim protestoların, kitlesel ayaklanmaların yalnızca bir karşı durma değil ama aynı zamanda bir yan yana durma, bağ kurma, yakın olma konusu olduğunu görmek mümkün. Ne ki özellikle kitlesel kalkışmalara baktığımızda -2008'den bugüne dünyanın çok çeşitli coğrafyalarında gerçekleşen ayaklanmalarda- yan yana gelen milyonlarca insanın çoğu zaman yeniden kabuğuna çekilen "yığınlar" haline gelmesi anlamlıdır. Güç bela kurulan bağlar hızlıca kaybolmaktadır...

Elbette bunların sosyalist hareketin kadim meseleleri olduğu söylenebilir. Kendiliğindenlik, örgüt-hareket, bilinç, öncülük gibi kavramlar tek tek sıralanabilir. Yine de neoliberalizmin neredeyse yarım yüzyıla uzanan egemenliği ve bu egemenliğe karşı çeşitli kalkışmaların varsa kimi “yeni nitelikleri” sorgulanmaya değer görünmektedir.

En başta "yeni olan" nedir diye sormak yerinde olacaktır.

Öncelikle günümüz dünyası çok değil, 40-50 yıl öncesine göre bile ideolojik-kültürel yapıların olağanüstü karmaşık, kaotik hale geldiği bir dünyadır. Özne fiziksel olarak parçalanırken (emek süreçlerinin parçalanması, “kamusalın” yok edilerek “toplum olmanın imkansızlaştırılması” vb) bu sürece eşlik eden ideolojik-kültürel yapılar da benzer biçimde bölünmüş, çeşitlenmiş, kayganlaşmış; uçucu, geçici ve istikrarsız nitelikler edinmiştir. Çağrı merkezinde asgari ücretle çalışanın, bir Netflix dizisi ikonu olan(!) Kraliçe Elizabeth için duygulanmasında bir hikmet aranacaksa bu karmaşaya bakılmalıdır.

Dijitalleşen, alabildiğine özelleşen, atomize olan, ekran yüzeylerinden, avuç içlerinden akan bir hayat karşımızdaki. Bu nedenle sorun “eksik bilinçlerin” giderilmesinden, “yanlış bilinçlerin” düzeltilmesinden çok daha karmaşık. Zira “ideolojik-kültürel yapıların çok daha karmaşık, kaotik hale geldiği bir dünyadan” bahsederken, kaosa anlam katan, tutarsızlıkları önemsiz kılan, boşlukları hızlıca dolduran başka süreçler de işin içindedir.

Bu nedenle günümüz dünyasının belirgin niteliklerinden biri onun çok daha “duygulanımsal” hale gelmiş olmasıdır. Bugün “duygular”, yalnızca reklamcılığın, kültür endüstrisinin, kitle tüketimi mühendisliklerinin konusu değildir. Neoliberal egemenlik de aynı “duygusal vasata” şehvet duymaktadır.

R. Sennett Sınıfın Gizli Yaraları’nda, “hayatın sadece ekmekle yaşanmadığını” hatırlatır. Sennett’e göre “duyguların” kaba materyalist anlamda reddedilmesi, Tocqueville, Ortega Y Gasset ve Nietzsche gibilerinin “bayağı yığınlar”/üstün insan ayrımını tehlikeli biçimde davet etmektedir. Onlara göre kültür ve ince duygular elitlerin işidir.(1)

Anlaşılan o ki tüm bu uyarılar, işçi sınıfını boş bir mide ve çarpık bir bilinç olarak görmeye meyyal devrimcilerden çok, neoliberal yeni efendilerin ilgisini çekmiştir.

Açlık çeken bedenin “Baba yasasına”, bugünün otoriter kapitalizmlerine yenik düşmesi başka nasıl açıklanabilir? Neoliberal egemenlik, eksik ve yanlış bilinçlerin üstünde yükselen büyük bir duygusal seferberliği işe koşmaktadır. Güçsüzlük ve kontrol kaybı içinde kıvranan özne, güç fetişizmiyle, narsisistik büyüklenmelerle sarmalanmalıdır.

“Yeni olan nedir” diye sormuştuk, tamamlayalım. Tüm bu ideolojik, kültürel, duygusal süreçler, parçalanmış öznenin üstüne yapışan bu “yeni tinsellik” oldukça kırılgandır. Medceziri andıran kitlesel kalkışmalardaki kendiliğinden komünalist ruh ve dayanışmacılık bunun en güzel örneğidir. Gezi’den Sarı Yeleklilere ve bugün feda eylemlerini andıran İran’daki protestolara…

O halde yeniden güncel yanlarıyla zenginleştirilmek üzere iki temel ve ayırıcı noktayı işaret etmek zorundayız:

1-EGEMENLERE KARŞI GÜÇLÜ OLMAK: 

Egemenler örgütlü, iktidarlı, konsantre ve güçlüdür. Yaşam ve siyaset gayet tekelci bir mantıkla işlemektedir. Polisin, diyanetin, devlet televizyonunun, muhtarlığın bile merkezi bir aygıt gibi hareket etmesinin anlamı, “iktidar her yerde” değil, “iktidar tek yerdedir”.  Yakınlıkların, tek ve birleşmiş olmanın, örgütlü ve iktidar hedefli olmanın anlamı buradadır.

Burası özellikle büyük bir duygusal seferberliği gerektirmektedir.

2- KENDİMİZ İÇİN GÜÇLÜ OLMAK:

Öncülüğün öğüt verici ve didaktik bir yön göstericilikten farklı olarak kurucu bir pratik olması gerekir. Bakım toplulukları kurmaktan çeşitli dayanışma pratiklerine uzanacak “komünalist” örnekler burada önem kazanmaktadır.  

Yine de kurucu pratik, kapitalizm koşullarını paranteze alan bir “yarını bugünden kurma” yanılsamasına dönüşmemelidir. Dolayısıyla hak talebini ortadan kaldırmayan, bu anlamda tekelleştirilmek istenen siyaset sahnesini terk etmeyen komünalist önermeleri kurucu deneyime devşirmek önemlidir.

Güç bela kurulan bağların hızlıca dağılması tam da burada düğümlenmektedir.

Buradan devam edelim…


Kaynakça:

(1)Richard Sennett, Jonathan Cobb, Sınıfın Gizli Yaraları, Heretik Yayınları, s.23