“Duygusal durum değerlendirmesi”

Bugünkü yenilgimizin iyimserliğe değil ama tam da o olamadığı için yeni bir umut stratejisine bağlanması kaçınılmazdır. Bu stratejinin tıpkı “bizim duygu evrenimizdeki” dolambaçlı yollar gibi tüm bir yaşamı kuşatması; sandıkla barikat, mahalle ile işyeri, kent ile taşra, kalabalıklar ile yalnızlar arasında yollar bulması gerekir.

Umut, umutsuzluk, iyimserlik, karamsarlık, kaygı, öfke, korku, iğrenme, hınç…

Son bir haftadır boy boy seçim analizlerinin yanında bu türden duygularla cebelleşiyoruz. Tuhaf olduğunu sanmıyorum. Zira günümüz dünyasında, neredeyse her eşikte, siyasal durum değerlendirmelerine bir de “duygusal durum değerlendirmesi” eşlik ediyor. Daha önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi ideolojik alan her geçen gün çeşitlenip zenginleşirken duygusal kaynakları daha fazla kavrıyor, daha fazla duygularımızı seferber ediyor. Nitekim “duygu siyaseti” kavramı etrafında büyüyen bir literatür var.(1)

Dolayısıyla seçim yenilgisi ertesinde doların durumu, ekonomik belirsizlikler, olası yeni bölüşüm politikaları, yeni aktörler, “faşizm gelmeye devam mı ediyor?” gibi konu ve sorular kadar kendimizi nasıl hissettiğimiz ya da şimdi nereden, nasıl devam edeceğimiz gibi sorular da irdelenmeyi hak ediyor.

Peki şimdi bu yenilgiden sonra iyimser ve umutlu olabilir miyiz gerçekten?

Terry Eagleton İyimser Olmayan Umut’ta, belirli bir “şimdi”den ya da kültürden bağımsız bir tartışma yürütür.(2) Buna göre iyimserlik ve umut bambaşka hatta karşıt şeylerdir. Zira iyimser olmak, mevcut durumdan hoşnut olmanın bir belirtisi olduğu gibi, bizleri eylemsizliğe iten bir “her şey yoluna girecek” ideolojisini de yansıtmaktadır. Bir hüsnü kuruntu, bir teselli hali vardır iyimserlikte. Bu iyimserliği, Hollywood filmlerindeki “everything's gonna be okay” denilen sahneye yerleştirebiliriz. Kahramanımız 48 yerinden kurşunlansa bile biri battaniye ile üstünü örterken “everything's gonna be okay” diye fısıldar. Burada bir “kerizlik” olduğunu kabul etmek gerekir. Ne var ki bu kurguda bizim kültürel dairemize tam uymayan, bizde eğreti duracak bir şeyler de var.

İsterseniz Yeşilçam’a ya da arabesk kültüre bakın. İsterseniz 2000’lerin “bıçkın ve ağlak” olarak nitelenen kültürel dünyasına bakın.(3) Ya da isterseniz bugünün, “ıstırabın şuuruna tutunma” gayretindeki Osmanlı torunlarına, özgüven kaybını haset fokurdatarak bastıran reisçi ve mazlum kitlelerine, “organik yalancılığı” tatlı tatlı ağzında çeviren sıradan fanatiklerine bakın.(4)

Karşımızdaki marazi ve özgül bir “pathos”tur. Burada, onay, rıza, boyun eğme hatta efendi karşısında zevk ve acıyla kendinden geçme olabilir ama yalın anlamda hoşnutluğun ya da iyimserliğin izini bulamazsınız. Seçim döneminde, “düzen muhalefetinin” baharla, çiçekle, kalple, “her şey çok güzel olacak”, “sana söz” diyerek, baltayla girilen ormanlara papatyadan taçlar sunmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Dolayısıyla banallik sınırlarına yığılan bir neşe, yaşam koçu filozofluğu ve “iyi düşün iyi olsun” tadında çağdaş üfürükçü sloganları hatırlatan iyimserlikler bir sınıra dayanmış, bu topraklardaki duygu/pathos katmanında bir eşiği geçememiştir.

Emekçiler, yoksullar, ezilenler çıkışsızlıktan intihar ediyorsa, kadın işçi iş yerinde çıplak aramaya maruz kalıyorsa, okul çocukları açlıktan bayılıyorsa, öğretmen süpermarkette kasiyerlik yapıyorsa; milyonlarca insan horlanıyor, utandırılıyor, umut ve umutsuzluk arasında, öfke ve utanç arasında, haset ve yalnızlık acısı arasında kaderine terk ediliyorsa, neşe ve iyimserliğin bir cellattan farkı yoktur.

Seçim sonuçlarına bakıldığında, toplumun neredeyse yarısının istikrarlı biçimde umudu tek adamda, tek adamın kurtarıcılığı ya da istikrar vaadinde gördüğü açıktır. “Doğru adam”,  regresyonla (break dans yapan hacı amcalar) provokasyonu, tapınma ile linç etmeyi, vecd hali ile “oh çekmeyi” birleştirebilmiştir.

İyimserliğin lüzumsuzluğu ortadadır. Zira kimi neşe ve iyimserlik militanlarının, bol keseden kalp emojilerini üstümüze salanların, yenilgi sonrası faturayı yoksullara kesmesi, “seçim zaferi mi diyorsun, zamlar yağsın onu da kutla!” demesi anlamlıdır. İyimserlik militanı “trajik bir kahramana” dönüşmüş, küskünlüğünden, hayal kırıklığından büyülenmiş, kendine bir kez daha aşık olmuştur. Nitekim fırsatı kaçırmayacak, “kömürcü, makarnacı kitleye(!)”  karşı etik bir temsil olarak yükselecektir.

Bugünkü yenilgimizin iyimserliğe değil ama tam da o olamadığı için yeni bir umut stratejisine bağlanması kaçınılmazdır. Bu stratejinin tıpkı “bizim duygu evrenimizdeki” dolambaçlı yollar gibi tüm bir yaşamı kuşatması; sandıkla barikat, mahalle ile işyeri, kent ile taşra, kalabalıklar ile yalnızlar arasında yollar bulması gerekir.

Dolayısıyla umut potansiyelimize, gücümüze, özneliğimize dönüştedir. Umut, pathosumuzun tüm lanetlerini üstümüze geçirip, her birimizin bir yerlerde epik bir kahraman gibi yükselişimiz olacaktır…


Kaynaklar:

1. https://ilerihaber.org/yazar/calinan-duygularimiz-ve-bir-bozgunculuk-teklifi-149523

2. Terry Eagleton, İyimser Olmayan Umut, Ayrıntı Yayınları (2016)

3. Can Kozanoğlu, Bıçkın ve Ağlak, Yeni Türkiye’nin Hikayesi, Can Yayınları (2018)

4. Zafer Yılmaz, Yeni Türkiye’nin Ruhu, Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma, İletişim (2018)