Düzenle beka arasında faşizm, feminizm ve siyaset

Çağrılan fanteziye uymayacağız. Ulusun anaları, makbul ve münevver kızlar, namusumuz üstünde titredikleri mahrem, milli seciyeye dölyatağı olmayacağız.

“Göçmen sorunu” yakıcı bir gündem olarak önümüzde…

İlginç olan şu ki bir tarafta “yabancı düşmanlığı”, ırkçılık, faşizm, beri tarafta kadın düşmanlığı, vatan hainliği, fonculuk gibi kavramlar bol keseden kullanılırken failin adı pek anılmıyor. Bugün “göçmen sorunu” tartışmasında AKP’nin adını “unutanlar”, onu siyasal sorumlu ve muhatap kabul etmeyenler, yine türlü soyutluklar içinde “doğrularını” sıralayarak mevzi tutmaya çabalıyor. Bu soyutluk düzeyinde tartışmanın her iki yanında da yer almanız mümkün. Ne ki ayırıcı olan siyasetten başkası değil.

Tutumunuz ya da eğiliminiz ne olursa olsun AKP rejimini birinci dereceden sorumlu ilan etmeyen, mevziisini buradan kurmayan bir yaklaşımın siyasal değeri yoktur. Daha açığı rejimin “göçmen politikasına”, savaş siyasetine, AB Geri Kabul Anlaşması’na ikirciksiz biçimde karşı çıkmak; bu karşı çıkışa uygun, etkili taktik araçlar geliştirmek gereklidir. (1)

Etkili taktik araçlar, etkili bir siyaset…

Bunu diyoruz zira kimi zaman büyük büyük lafların uzandığı yer soyut bir “kardeşlik” söyleminden fazlası olmuyor. Oysaki gümbür gümbür maddi dinamiklerle iç içe geçen bir süreci, bu çerçeveyi kendine malzeme yapan “hınç siyasetini” ve ırkçılığı, söylemlerin bulutsu malzemeleriyle kuşatabilmek mümkün değildir. Kaldı ki söylemlerin bulutsu malzemeleri denilecekse, rejimin de eli boş değildir. Onda da kardeşlik vardır, “neoTürk-İslam” hattı vardır, “hicret edene” sunulacak misafirperverlik vardır vs.

Gümbür gümbür maddi dinamikler, sınıfsaldır, toplumsaldır, cinsiyetlidir. Bu çerçevede birikmiş çelişki ve çatışmaların, hangi taktik araçlarla, nasıl bir örgütlenmeye, hangi özgül ve somut pratiklere çevrileceği mücadelenin yakıcı konusu haline gelmiştir.

Failin adının çok kolay “unutulduğundan” ya da araya kaynadığından bahsetmiştik. Daha ilginç bir şey var; “göçmen sorunu” konusunda artık adıyla sanıyla, cismiyle fikriyle karşımızda yeni bir faşist parti var ama “mahalle içi kavgalarımız” kadar önemsenmiyor. Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nden bahsediyoruz.

Saman alevi sanılmamalıdır. Zira Zafer Partisi, AKP rejimini yaratan zeminden çıkmıştır.

Dünyada 2008 krizi sonrası AKP rejimiyle yan yana anılan ya da anılmış otoriter, sağ popülist veya faşist rejimler -Trump, Duterte, Modi, Orban, Putin-, Avrupa’da klasik faşist partilerin yükselişi, Altın Şafak, Fransa’da Le Pen’in yükselişi, Ukrayna’daki faşist odaklar vs. hatırlanırsa zemin daha açık hale geliyor.

Bu çerçevede establishment (düzen) ve beka sorunu şimdi Zafer Partisi’nin göz diktiği yer olmuştur. Cenk Saraçoğlu hocamızdan dinleyelim:

“Hepsinde de halkın talepleri karşısında duyarsız olarak kodlanan yerleşik siyasal establishment ve onun elitlerine karşı (burada, Türkiye’de olduğu gibi mevzu bahis siyasal figürlerin iktidardayken bile böyle bir söyleme sarıldıkları gözlemlenebilir) toplumun bekası için tehdit teşkil eden bir gündem üzerinden ‘halkın’(veya söz konusu ‘tehdit’ üzerinden yeni bir içerikle tarif edilen ‘milletin’) sözcülüğü iddiası işlemektedir.” (2)

İşte şimdi düzeni bozan “sessiz bir istiladır”. Vatan hudutlarının kirlenmesi, hızla “üreyen” ve her yeri işgal eden yabancılar, “pis Araplar”, türlü meşreplerden Doğululardır.

 

Soy sop fantezileri, böceklerden bahseder gibi “istila” söyleminin tutturulması, ırkçılığın ve faşistliğin modernist, ilerlemeci motiflerle süslemesi, kadın hareketi ve Gezi Direnişi gibi büyük toplumsal dinamikleri kendi diline yontma… (3)

Feminizme ve kadınlara “uyanın” diyerek “istilacı ulusların” ağır ataerkil kültürlerinin hatırlatılması…

Konspirasyon çağında pragmatizm her yere yetişecektir.

İkiyüzlülük buradadır, üstüne yürümek gerekir.

Nihal Atsız’cı kafatasçı romantiklere, “mahallenin namusu” diyenlere, soy sop ve hijyen ağlaşmalarına, kadına analıktan başka rol biçmese de “feminizme” akıl vermeye çalışanlara karşı had bildirmek çok önemli.

Çağrılan fanteziye uymayacağız. Ulusun anaları, makbul ve münevver kızlar, namusumuz üstünde titredikleri mahrem, milli seciyeye dölyatağı olmayacağız. Erotik ve mili duygularını, “kötü yola düşen kadın” fantezileriyle süsleyeni ama tam da burada “Türk kızları sokakta yürüyemiyor” diye köpüreni ikiyüzlülükleriyle faş edeceğiz.

Bu nedenle fail aklayıcı faşistlere soluk aldırmamak, seçim stratejileri dahil olmak üzere somut tüm uğraklarda baskı uygulamak oldukça elzem. Faşistleri kadınlarla ilgili söz alanlarından tümüyle men etmek, örneğin Ümit Özdağ’ın bu konuda tweet atması dahil her girişimini sert biçimde püskürtmek, kadın hareketi içindeki ayrılıklar ne olursa olsun bu konuda yan yana durmak çok önemli.

Bunun büyük bir sorumluluğu davet ettiği ortadadır.

Göçmen sorununda, “kadın sorunun çeşitli veçhelerinde” duyarlılığı olan kadınları kolayca karşı cepheye “ittirmemek” de, yıllardır kadın mücadelesi verenleri yine kolayca çeşitli etiketlemelerle harcamamak da bu sorumluluğun asgari parçası olmalı.

Sorumluluğun daha büyük kısmı “gümbür gümbür maddi dinamiklerin” yakıcılığına sırtını dayayanların örgütlenmelerini, güç olmalarını, yıllardır bu topraklarda kanla tırnakla kazınan mevzileri kendilerine devşirmelerini engellemek…

Pragmatizmin ruhuyla “rol çalmaya” yeltenenlere had ve hudut belirtmek, faili hatırlatmak, hepsinin gönlündeki ataerkiyi ifşa etmek ama tüm bunları somut ve gerçek bir güç olarak yapabilmek bugün tarihsel bir görev.

Kaynakça:

1-Ayrıntılarıyla bahsetmiştik

https://ilerihaber.org/yazar/siginmaci-sorunu-fasizm-ve-kadin-dusmanligi-139550

2-Cenk Saraçoğlu, “Sağ Popülizm ve Faşizm Üzerine Yöntemsel Bir Tartışma: Küresel Örüntüler ve Ulusal Özgüllükleri Birlikte Anlamak”, Praksis 44-45, s.1085

3- https://www.habererk.com/politika/kadinlardan-zafer-partisine-buyuk-ilgi-h155127.html

Bu nedenle Zafer Partisi GİK Üyesi Doktor Julide Sarıkaya Kurtoğlu’nun “Suriyelilerin Afganların ülkelerine dönmeleri ve sağlıklı nesiller yetiştirmek için ben de varım” diyerek soy sop ve hijyen, böceklerden kurtulma ve istilayı bitirme olarak “beka sorununu” işaret etmesi anlamlıdır.