El parasıyla saadet olmuyor!..

Ülkeyi yönetenler ise halen “el parasıyla saadet olacağına” inanmakta, “el atıyla sefa sürme” alışkanlıklarından vazgeçmemektedirler. “Allah akıl versin!”, ne diyeyim?

Kapitalist sistemin “altın çağ” olarak adlandırılan 1950-1973 arası dönemi, siyasette sosyal demokrasinin; iktisat politikalarında ise Keynesçiliğin egemen olduğu bir dönemdi. Bu dönemde, Sovyetler Birliği öncülüğünde kapitalizme alternatif bir sistem kurma girişimleri hızla yükselmekteydi. Ayrıca, kapitalist ekonomilerde çok güçlü örgütlü mücadele veren işçi sınıfı vardı. Sermaye de, sabit sermaye yatırımları ile işçi sayısını, verimlilik artışlarına paralel olarak reel ücretleri yükselterek iç talebi büyüten büyüme politikaları izlemekteydi. Altın çağ döneminin ayırt edici iki önemli özelliği ise ABD’nin kapitalist blokun hegemonya merkezi konumuna yükselmesi; finans kapitalin ise egemen sınıflar içerisinde başat konumunda olmamasıydı.

Neoliberalizm doğuyor:

Sermaye 1970’lerde ortaya çıkan kâr oranlarının sıkışması sorununu, kendisi için en sağlıklı büyüme stratejisi olan iç talebi, işçi sayısını ve reel ücretleri artırarak çözmek yerine; finansallaşarak çözmeyi tercih etti. Bunun sonucunda kapitalist sistem, 1980’lerin başında neoliberalizm denilen, sermayenin mutlak tahakkümünü öngören ve finans kapitalin egemen sınıflar içerisinde yeniden başat hale geldiği yeni bir aşamaya girdi. Bu aşamanın en ayırt edici özellikleri, ekonomide devlet müdahalesinin minimum düzeye indirilmesi ve sermayeye sınırsız özgürlükler tanınmasıydı. Kapitalist merkez ekonomilerde neoliberal politikaları ilk uygulayan liderler ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Almanya’da Helmut Kohl olmuştur. Turgut Özal’ın baş mimarı olduğu neoliberal politikalar bizde ise 24 Ocak 1980 kararları ve arkasından gelen 12 Eylül 1980 darbesi ile uygulanmıştır.

Türkiye sıcak para ile tanışıyor:

Türkiye’de neoliberal politikalar her ne kadar 24 Ocak 1980 kararları ile uygulanmaya başlasa da, neoliberal politika uygulamasında en önemli aşama, Ağustos 1989’da Bakanlar Kurulu kararı ile, Türk Parasını Koruma Kanunu’na dayanan 32 sayılı kararname ile sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi olmuştur. Bu kararın ardından 4 Nisan 1990’da, IMF'nin ölçütlerine göre TL konvertibliteye geçmiş olarak kabul edilmiştir. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye sıcak para için bir cennete dönüşürken bir krizden diğerine koşan bir ülke haline gelmiştir. Sayın Prof. Dr. Korkut Boratav’ın belirttiği gibi, Türkiye 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden günümüze kadar “sermaye girişlerindeki ani durma[1] ve canlanmalar sonucunda” 1994, 1998-1999, 2000-2001, 2008-2009 yıllarında ve Mart (ya da alternatif olarak Ağustos) 2018’de başlamış olan ve halen sürmekte olan beş kriz yaşamıştır.[2]

Sıcak para da soğuk para da artık Türkiye’ye gelmiyor:

Sıcak para, ülkeler arası faiz oranı farklılıkları ve/veya döviz kuru değişimlerinden kısa vadeli kâr elde etmek için bir ülkeden diğerine yapılan fon veya sermaye transferleridir. Sıcak para hareketlerine portföy yatırımları da denmektedir. Bu portföy yatırımları; hisse senetleri, devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) ve  yabancıların mevduatlarından oluşur. Bu spekülatif sermaye hareketlerine "sıcak para" denilmesinin nedeni, çok hızlı bir şekilde piyasalara girip umduğunu bulmadığında da hızla çıkabildikleri için potansiyel olarak piyasada istikrarsızlığa yol açabilme olasılıkları nedeniyledir. Geldiğinde sahte “cennet yaratan” sıcak para, çıktığında enkaz bırakma potansiyeline sahiptir. Sıcak para uyuşturucu gibidir: Nasıl uyuşturucular insanı kendine bağımlı yapıyorsa, sıcak para da ekonomiyi kendisine bağımlı hale getirir. Borçlandıkça daha fazla borçlanmak zorunda bırakır. Sıcak para hareketleri döviz kurlarını ve tahvil faizlerini etkilediği gibi, borsayı canlandırır. Sıcak para girişleri sonucu TL’ye olan talep artacağı için döviz kurunun düşmesine, TL’nin değerlenmesine neden olur. DİBS’lere olan talebi artırdığı için ve DİBS fiyatı ile faiz arasında ters yönlü ilişki olduğu için faiz düşer. Sıcak paraya karşılık uzun vadeli sermaye hareketlerinden oluşan ve “soğuk para” denilen doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DYY) da vardır. Bu yatırımlar; yerleşiği olduğu ekonomi dışındaki bir ekonomide “yatırımcıların ilgili ülkeye fabrika gibi üretim tesisleri kurarak, şube açarak, taşınmaz edinerek veya var olan bir şirketi tamamen ya da kısmen satın alarak yaptıkları yatırımlardır.” Bu tür yatırımlar gittikleri ülkelerde aş ve iş yaratma potansiyeli olan yatırımlardır. DYY’ler arasında gittikleri ülkeye en fazla katkı veren DYY ise Türkiye’yi çoktan unutan ve “Bir yatırımcının başka bir ülkede, sıfırdan başlayarak yatırım yapması, sıfırdan yatırım yaparak üretim ve operasyonlarını genişletmesi anlamına gelen” greenfield yatırımlardır. İzleyen grafikte sıcak ve soğuk para hareketleri ile reel kurdaki gelişmeler yer almaktadır.

Kaynak: TCMB ve Abdurrahman Yıldırım (08.07.2022) verileri ile yazar tarafından üretilmiştir.

Grafikten rahatlıkla görüldüğü ve sayın Prof. Dr. Korkut Boratav hocamızın vurguladığı gibi, AKP’nin “Lale Devirlerinde”[3] yoğun bir sıcak para girişi var. Yani el parası ile “sahte cennet” yaratılmış. Sıcak paranın en yoğun olarak girdiği dönem ise kapitalist sistemin 2008-09 küresel krizini izleyen dönem olmuştur. Bu krizi izleyen dönemlerde metropol ekonomilerde ortaya çıkan likidite genişlemesi, bizim gibi çevre ekonomilerine akmıştır. Bu sayede kur üzerindeki baskılar azaltılmış ve “değerli TL-kurun 100 denge değeri üzerinde olması” sayesinde ekonomide çok büyük bir çalkantı ile karşılaşılmamıştır. Ama 2015’ten başlayarak sıcak ve zaten olmayan soğuk para hareketlerinde ciddi daralmalar başlamış ve Türkiye ekonomisinin “gerçek yüzü” daha görünür hale gelmiştir.

Keramet sıcak paradaymış!..

İzleyen grafik 2004 – 2015 döneminde sıcak paranın Türkiye’de nasıl bir “sahte cennet” yarattığını göstermektedir.

Kaynak: TCMB, TÜİK ve Abdurrahman Yıldırım (08.07.2022) verileri ile yazar tarafından üretilmiştir.

Yoğun sıcak para girişleri, değerlenen TL ile birlikte nispeten enflasyonun kontrol altında tutulmasına, ekonominin potansiyeli üzerinde büyümesine önemli katkılar sunmuştur. Genellikle 50 milyar ABD doları ve üzeri sıcak para girişlerinin olduğu yıllarda enflasyonda belirli bir istikrar sağlanmış, değerli TL ile ucuzlayan ithalat sayesinde çoğu yıllarda potansiyelin üzerinde büyüme gerçekleşmiştir. Ama son yıllarda kaçan sıcak para ile birlikte işler tamamen tersine dönmüştür. Enflasyon artarken büyümede bir türlü istikrar sağlanamamıştır: Varsılı daha varsıllaştıran, yoksulu daha yoksullaştıran bir büyüme sürecine girilmiştir.

“El atıyla sefa sürme”[4] alışkanlığımız devam ediyor:

“El atıyla sefa sürme” alışkanlığı, bize Osmanlı’dan kalan kötü miraslardan biridir. Ne hikmetse “el atıyla sefa sürme” alışkanlığı “genlerimize” yerleşmiş! “Borç yiğidin kamçısıdır.” teranesi ile yıllardır avutulup kandırılmadık mı? İzleyen grafiğe bakınca ne demek istediğimiz rahatlıkla anlaşılacaktır. Grafik, 1989’un 1. çeyreği ile 2022’nin 2. çeyreği arasında dış borçlardaki gelişmeleri göstermektedir. Aslında bir anlamda sermaye hareketlerinin kontrolsüz bir biçimde 1989 yılında serbestleştirilmesi ile Türkiye’nin nasıl bir dış borç batağına saplandığını resmetmektedir.

Kaynak: T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı verileri ile yazar tarafından üretilmiştir.

1989’un 4. çeyreğinde yaklaşık 44 milyar ABD doları olan toplam dış borcumuz, 2022’nin ilk çeyreği sonunda 451 milyar ABD dolarına çıkmıştır. Dış borçlar, AKP döneminde resmen patlamış durumda! Kamunun dış borcu belirli bir trendde artarken, özel sektör dış borcu AKP iktidarı ile hızla artmaya başlamış, 2008-2009 küresel krizi sırasında düşüş göstermiş, daha sonra 2018’in 2. çeyreğine kadar artmıştır. 2018’in 2. çeyreği ile 2020’nin 3. çeyreğine kadar düşen özel sektör dış borcu bu tarihten sonra tekrar artmaya başlamıştır. Neresinden bakarsanız bakın dış borçlardaki bu kontrolsüz artış, Türkiye ekonomisi üzerinde olduğu gibi, Türkiye üzerinde de önemli kısıtlar oluşturmaktadır. Ülke risk primimiz sürekli artmakta, ülkemizin olası bir “ödeme güçlüğü” içerisine gireceği “taraflı tarafsız” herkes tarafından dillendirilmektedir. 2022’nin ilk altı ayında 51,4 milyar ABD dolarlık dış ticaret ve 2022 Mayıs’ta 29,4 milyar ABD doları yıllıklandırılmış cari açığı ile bir yıl içerisinde ödemesi gereken 182,4 milyar ABD doları kısa vadeli borcu ile Türkiye ekonomisi, herkesin yüreğini ağzına getirmektedir. Ülkeyi yönetenler ise halen “el parasıyla saadet olacağına” inanmakta, “el atıyla sefa sürme” alışkanlıklarından vazgeçmemektedirler. “Allah akıl versin!”, ne diyeyim?


[1] “Ani durma (sudden stop)”, iktisat literatüründe genellikle gelişmekte olan ülkeler için kullanılan ve piyasalara sermaye girişlerindeki ani yavaşlamaları, duraklamaları ve ani çıkışları anlatmak için kullanılan bir terimdir. 

[2] Daha fazla bilgi için bkz. Boratav, Korkut (2019). ‘Sermeye Hareketleri ve Türkiye’nin Beş Krizi’, Çalışma ve Toplum, 1.

[3] Sayın Prof. Dr. Korkut Boratav’a göre birinci Lale Devri 2003-2007 dönemini; ikinci Lale Devri ise 2010-2015 dönemini kapsamaktadır.

[4] Bu deyim Ege Cansen’in Sözcü gazetesindeki köşesinde yazdığı 14 Temmuz 2022 tarihli ve “Yaşasın cari açık genişliyor” başlıklı yazısından alınmıştır.