Ülke kaynaklarından halka pay ayıramayan, bilerek ayırmayan, halkın yoksulluk ve sefalet içinde yaşamasından rahatsız olmayan, hatta varlığını halkın sefaletine borçlu olan kleptokratik rejimlerin siyasî konsolidasyon için vazgeçemedikleri en önemli araç, savaş veya sürekliliği garanti altına alınmış, görünüşte “ulusal çıkarları” savunan ama aslen emperyalizme koltuk değnekliği etmekten gayrı bir işlevi olmayan, sürekli diri tutulan bir çatışma siyasetidir. Azerbaycan-Ermenistan çatışması da bu oyunun bir hamlesidir.
***
Yunanca “hırsız” anlamına gelen kleptes sözcüğü ile “iktidar” anlamındaki kratos sözcüklerinden türeyen kleptokrasi, kısaca “hırsızlar rejimi” anlamına gelmektedir. Ülke kaynaklarının bir grup hırsız tarafından çalındığı, kimseye hesap vermeyen, güçler ayrılığından bahsedilemeyen, ülkedeki tüm baskı araçlarını elinden tutan, tek adam ya da oligarşi tarafından yönetilen rejimlere verilen isimdir.
Dinsellik ve milliyetçilik kleptokratik rejimlerin konsolidasyon için en çok verim aldığı silahlardır. Dinselliği ve milliyetçiliği sürekli ayakta tutmak için tekrarlayan hamasi söylemler ise bir noktadan sonra etkisini kaybedecektir. Bundan dolayı kleptokratik rejimler bir dönem söylemsel düzeyde milliyetçiliği ve dinselliği yüksek sesle şişirirken, belli bir aşamadan sonra, hamasi söylemlerin işe yaramadığı noktada, göstermelik bir silahlı çatışma günü kurtarıcı bir çözümdür.
Kleptokrasinin en önemli varlık kaynağı hem ülke içinde, hem de uluslararası alanda sürekli diri tutulan “çatışma söylemi”dir. Sürekli olarak söylemsel düzeyde tekrarlayan ve motivasyonel etkisini bir süre sonra kaybeden “çatışma söylemi”ni yeniden üretmek için kimi zaman ufak çaplı, bir iki hafta süren, 10-20, ya da bilemediniz 100-200 askerin şehit olduğu bir çatışma iyi bir kurtarıcıdır. Öyle ya; çatışmada ölenler zaten kleptokratik rejim yöneticilerinin çocukları değildir. Çatışmalara, savaşa, tanka, top-tüfeğe harcanan onca para ise ek vergilerle, yardım kampanyalarıyla, zorunlu bağışlarla halkın cebinden çıkmaktadır.
Fakat bu çatışma hiçbir zaman büyümemeli, oligarşinin hareket alanını kısıtlayacak bir aşamaya geçmemelidir. Hele ki emperyalizmin bölgesel hakimiyetine zarar verecek bir boyuta ulaşmamalıdır, ki zaten o boyuta ulaştığında emperyalizm müdahale eder. Kosova’da, Bosna’da olduğu gibi…
Kleptokratik rejimlerin en önemli siyasî, hatta askerî desteği aldığı merci emperyalizmdir. Kleptokratik rejimler ülke kaynaklarını emperyalist tekellere peşkeş çekerek, ülke içindeki huzursuzlukları bastırabilmek ve sürekli bir çatışma siyasetini ayakta tutabilmek için ciddi miktarlarda silah alımı yaparak uluslararası tekellere de ciddî kaynak aktarımı gerçekleştirirler. Bundan dolayı kleptokratik rejimlerin emperyalist sisteme zarar vermedikleri ölçüde sürekliliklerini sağlamak emperyalizmin ve emperyalizmin uluslararası kurumlarının yegane görevidir. Bu görevi layığı ile gerçekleştirmenin en doğrudan ve basit yolu, kleptokratik rejimleri ayakta tutan bölgesel çatışmaların düşük yoğunluklu bir biçimde sürekliliğini sağlamaktır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana emperyalizmin küresel kriz yönetimi anlayışı, daha doğrusu “kriz istismarı” anlayışı temel olarak bu perspektife oturmaktadır ve son çeyrek yüzyıldır yapılan hemen hemen bütün ateşkesler, barış anlaşmaları savaşan iki tarafın barışmasından çok, çatışmaları makul ölçüde, küresel emperyalist sisteme zarar vermeyecek bir yoğunlukta dizginlemektir. Bu perspektifin yerel aktörleri ise kleptokratik rejimlerin muhafazakar, milliyetçi, dinci, serbest piyasacı siyasetçileridir.
Daha önceki bir yazımızda, (Bkz: "Balkanlar’da savaş çıkar mı") Batılı “strateji uzmanları”nın ve bunların yerli versiyonlarının temcit pilavı gibi sürekli ortaya koydukları “Balkanlar’da savaş çok yakın” naralarının ne kadar yersiz olduğunu bu bakış açısıyla değerlendirmiştik. Balkanları, özelde Bosna’daki “sürekli krizi” değerlendiren bu yazıda işaret edilen dinamikler aslında Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına da uymaktadır.
Gelin bazı verilere bakalım: Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International) yolsuzluk algılama endeksine göre 180 ülkeden Ermenistan 77. Azerbaycan ise 126. sırada. Türkiye’nin bile 91. Sırada olduğunu düşünürseniz, Azerbaycan’daki yolsuzluğun ve genel anlamıyla kleptokrasinin ne düzeyde olduğunu birazcık da olsa konumlandırabilirsiniz. Zengin enerji kaynaklarına sahip olan ve son 10 yıldır bu kaynakları dünya pazarına açarak muazzam gelirler elde eden Azerbaycan bu geliri bir avuç hırsıza akıtmaktan başka bir şey yapamıyor. Halk hâlâ fakir. Geçtiğimiz Güz yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı başlatılan protesto gösterileri sert bir şekilde bastırılmış, Azerbaycan büyük abisini örnek alarak gazetecileri ve aydınları hukuksuz yargılamalarla cezaevlerine atmıştı.
Ermenistan’ın durumu Azerbaycan’dan daha farklı değil. Gerçi yolsuzluk algısı endeksinde durumu görece daha iyi (77. Sırada) ama Ermenistan da yolsuzluklardan ve yoksulluktan bıkmış bir ülke. Bir önceki başbakan Serj Sarkisyan, kitlesel protesto gösterilerinin ardından yolsuzluk suçlamaları nedeniyle geçen yıl istifa etmek durumunda kalmıştı. Tabii ki gösterilerin şiddetle bastırılmamış olması, yolsuzluk suçlamalarının siyasi bir yansımasının olması Ermenistan için olumlu bir durum ama bu yine de Ermenistan’ın da kleptokratik bir klik tarafından yönetildiği gerçeğini gizleyemiyor. Çeyrek yüzyıldır halkına hiçbir şey veremeyen Ermenistan yönetimi Azerbaycan’la çatışma siyaseti sayesinde kuyruğu dik tutabiliyor.
Azerbaycan-Ermenistan çatışması başladığından bu yana birçok insan bir umutla Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ı geri alan bir askeri operasyona girmesini bekliyor ama çok beklerler. Emperyalizmin Kafkaslar’da sağladığı nazik dengenin bozulmasına yönelik herhangi bir hareket affedilemez. Babası eski KGB başkanı olan İlham Aliyev’in böylesi bir ahmaklığı yapmasını kimse beklemesin.
Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayımlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/
Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/