Enternasyonalizm ve laiklik cephesi

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını kadınların kurması mümkündür. Kaybettiğimizi almak, hiç kazanamadıklarımızı ele geçirmek, laiklik cephesini böyle kurmak…

Lacancı psikanalizde “öznenin yalnızca kendisi hakkında söylenmiş sözlerden değil, söylenmemiş sözlerden” de oluştuğu iddia edilir. “Babam bana hiç ‘seni seviyorum’ demedi” cümlesinde olduğu gibi söylenmemişin gücü vardır1. Siyasette de özellikle belli kavramların aynı kaderi paylaştığını düşünüyorum. Sanki onları da tanımlayan, hakkında sürekli ifade edilenler değil, o ya da bu tarafa çekiştirilenler de değil ama sessiz kalınmış ya da yeterince “söylenmemiş” şeylerdir.

Enternasyonalizm kavramı böyle bir kavramdır. Yüksek bir etiği işaret eder çoğu zaman, iman tahtasının üstüne kondurulmuş gibidir o. Nazım’ın şiirindeki gibi kalbimin yarısı Çin’dedir, diğer yarısı her şafak vakti Yunanistan’da kurşuna dizilir…

Tüm bunlar çok kıymetli elbette. Ne ki “bizim dünyamızdaki” belli bir duygudaşlığın, “selam yollamanın”, “kader ortaklığını hissetmenin” ötesinde elimizde ne kaldığı biraz belirsiz gibidir. Söylenmemişin ya da yeterince söylenmemişin gücü de burada olmalı.

Biraz kabaca bir gözlemle “enternasyonalizm”, aynı anda türlü coğrafyalarda bir “direniş söylemi” kurabilmek gibi görünüyor. Oysaki enternasyonalizm, “globalde” olanı “yerelde” olanla ilişkilendirebilmektir. Nitekim son bir haftada yaşadıklarımız da bunu doğrulamaktadır.

İran’ın bize sanıldığından daha yakın olduğu Erdoğan’ın Anayasa hamlesi ile bir kez daha doğrulanmıştır. “Egemenlerin enternasyonalizmini” bu olmalı. Birkaç haftalık skandaldan sonra unutulan Afganistan’da kadınlar hala IŞİD’li barbarların elinde can çekiyorsa, İran’da kadınlar saçı açık diye işkence ile öldürülebiliyorsa, Türkiye’de de Medeni Kanun çöpe atılabilir.

Bu çerçeveden baktığımızda İran’da direnen kadınlarla gösterilecek enternasyonalizmin anlamı, AKP rejimine karşı mücadele bayrağını yükseltmek, adını koyarak siyasal İslama, adını koyarak Şeriata, onun ataerkisine karşı cephe açmaktır. Laik bir Türkiye’nin bölgenin efendilerine kimi hizaları hatırlatmakta etkili olacağı açıktır. Kadınların eliyle yeniden kurulacak laik bir Türkiye, İran’daki, Afganistan’daki zorbaların, yamyamların, yobaz heriflerin suratına tokat gibi çarpacaktır. Bizim enternasyonalizmimiz de bu olmalı.

***

Yukarıda adını koyarak siyasal İslam’a, AKP rejimine, onun ataerkisine savaş açmak dedik. Burada yeni bir şey yok elbette. Ancak son 20 yılda yapılanların niteliksel olarak yeni bir evreye taşınabileceğinin, bu bağlamda seçimin bir dönüm noktasına dönüştürülebileceğinin sinyali verilmiştir. Erdoğan’ın Anayasa hamlesi, Medeni Kanun’un hedef alınması, “büyük siyasetin” nabzının tam burada atması nakarat değildir.

Bu nedenle artık yeri geldikçe çeşitli araçları devreye sokarak ya da günlük refleks üreterek savaşmanın yetmeyeceği, bir cephe kurmaya, daha planlı hareket ederek bir yığınak oluşturmaya, güçleri, imkanları bir yere yığmaya ihtiyaç vardır. Belli ki bu cephenin adı “kadınlar için laiklik” olacaktır.

Peki “laiklik cephesi” diye ifade edilen şeyin, bugün Türkiye’de kadın mücadelesini daraltacağı, onun kimi başlıklarını yutacağı ya da paranteze alacağı söylenebilir mi?

Soru meşrudur. Ne var ki daraltmayalım diye sürekli ataerkiden ya da kapitalizmden dem vurmak da bağlama, özgüllüğe değmeyen, “somut durumla” bağ kuramayan bir nakarata düşecek ve dahası fazlasıyla soyut kalacaktır.

Oysaki bugün Türkiye'de kadın mücadelesinin ele alınacak hiçbir konusu yoktur ki laiklik ile doğrudan ya da dolaylı bağlantılı olmasın. Zira laikliğin lağvedilmesi, AKP Rejimi Türkiye'sinde "kadın sorunu" için üstbelirleyici bir ağırlığa taşınmıştır.

Kadın işsizliğinden, bakım emeği sömürüsüne, erkek şiddetinden "özel alana", kadının yurttaşlık hukukundan kamusal varoluşuna hemen her alanda laikliğin yokluğu belirleyici, belirleyenleri belirleyen bir temel mesele haline gelmiştir. 

Cumhuriyet tarihinin en hızlı kapitalistleşme atağını yaşadığımız son 20 yıla rağmen kadın istihdamı oranı çok ama çok yavaş biçimde artmıştır 2.  Pek çok faktör sıralanabilir ama bu en çok da "kadını eve kapatmayı" devlet politikası haline getirmiş, “kadınlar çalışmazsa işsizlik kalmaz” diyen bir rejimle ilgilidir.

Türkiye'de kadın işsizliğinin dramatik boyutlarda olması, Türkiye’nin çok daha azgelişmiş kapitalist coğrafyalarla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile aynı gelişme bandında yer alması siyasal İslam’ın marifetidir.

Ülkemizde 13,3 milyon kadın çocuk bakmak zorunda olduğu için iş arayamıyorsa bu, neoliberalizm şampiyonu siyasal İslam’ın marifetidir. Kamuda kreşler bir bir kapanıp, özelde bir maaş kadar fahiş ücretlere ulaşan kreşler pıtrak gibi yayılırken bakım emeğini sarmalayan şeyin sıbyan mektepleri ve çocuklara ücretsiz kuran kursları olması, siyasal İslam’ın marifetidir.

Mahalleye yakın “normal bir lise” kalmadığı için kız çocukları yakındaki imam hatibe yazdırılıyorsa bu siyasal İslam’ın marifetidir. Eğitimde cinsiyet ayrımcılığı büyüyorsa, MEB’in verilerine göre 800 binden fazla kız çocuğu temel eğitimden uzak düşmüşse, bu siyasal İslam’ın marifetidir.

Erkek şiddeti "kutsal aile" masallarıyla, dini vaazlarla, arabuluculuk atfedilen imamlarla, müftü nikahı uygulamalarıyla, kurumlara “manevi danışmanlık” yapan görevlilerle, “küçüğün rızası” söylemleri ile kışkırtılıyorsa, bu siyasal İslam’ın marifetidir.

Laiklik olmadığı için kadına şiddet, laik bir hukukun konusu olamamaktadır. İstanbul Sözleşmesine dine referansla, “kutsal aile” söylemi ile karşı çıkılabiliyorsa, bu siyasal İslam’ın marifetidir.

Laiklik olmadığı için “nafaka hakkı” tartışılabilmektedir. Laiklik olmadığı için kürtaj fiilen yasaktır. Laiklik olmadığı için bu ülkede adı konmamış kıyafet yasakları (şort giyememe, giymekten çekinme gibi) vardır. Laiklik olmadığı için yurtta kalabilmek isteyen başını örtmek, dini eğitime maruz bırakılmak durumundadır. Ve bunların tamamı siyasal İslam’ın marifetidir.

Daraltamadık, laiklik her şeye değdi…

O halde Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını kadınların kurması mümkündür. Kaybettiğimizi almak, hiç kazanamadıklarımızı ele geçirmek, laiklik cephesini böyle kurmak…

Kaynaklar

1-Oğuzhan Nacak, Psikanaliz Sohbetleri, Lacancı Psikanaliz Nedir? (podcast)

2-Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım oranı 2005’te %23,3 iken 2010’da %27,6’dır. 2010 sonrasında %34’lere ulaştığı görülmüştür. Buradan bakılınca artış var gibi görünmektedir. Ne var ki krizden hemen önce ‘90’lar sonuna bakıldığında %29 ile seyreden oranları görüyoruz.

Asıl parametre olarak kadının istihdama katılımında 1988’de %30.6 olan oran 2018’de %29,4’tür.

“Yakın Tarihsel Süreçten Günümüze Türkiye’de Kadın İstihdamının Dönüşümü” Aslı E. Mert, Bengü Kurtege Sefer, Koçkam

“Türkiye’de Çalışma Hayatında Kadın İstihdamı” İlyas Karabıyık, İİBF Dergisi, 2012