Eşik önünde: Radikal reel politik

Bu eşik, Türkiye’de 20 yıllık karanlığın sona erdirilmesini mümkün kılacağı gibi, sosyalist hareketin 40 yıllık sancısını da dindirecek olanakların eşiğidir.

Türkiye her zaman hararetli bir ülkedir. Siyasal süreçlerin, toplumsal dengelerin sükut ve ahenk içinde geliştiğine tanık olmak pek mümkün değildir. Son 20 yılın iktidar tarzı da bu harareti iyice yükseltmiştir ve yükseltmeye devam etmektedir.

Haliyle, aynı hararet sosyalistlere de sirayet etmiştir. Bunun doğal olduğunu; memleketin refahı ve huzuru, yurttaşların hakkı ve hukuku, emekçilerin alın teri ve geleceği için dur durak bilmeden mücadele etmiş bir geleneğin temsilcilerinin söz konusu harareti herkesten fazla hissedeceğini kabul etmek lazım.

Ancak esas sorun, bu harareti enerjiye dönüştürecek yaklaşımın ve çalışma biçiminin oluşturulmasıdır. Galiba, hararetlenmek konusunda pek sorunu olmayan sosyalistlerin başarısız olduğu konu da budur.

Böylesi bir başarının koşulları nedir, imkanları var mıdır?

Bilincinde olalım ya da olmayalım, Türkiye’de sosyalist hareketin kaderini de sosyalistlerin önümüzdeki dönemde hangi farklı konumlara yerleşeceğini de belirleyecek olan şey esasında bu sorulara verilen yanıtlarda gizli olacak.

***

Bizim yanıtımız şöyle: Türkiye’nin içinden geçtiği bu özel konjonktürde sosyalist hareket ancak bir “radikal reel politik” çizginin temsilciliğini üstlenebilirse başarılı olabilir.

Bu tür tanımların çoğu kişiyi huylandırdığını, hele hele “reel politik” gibi sözlerin kısa yoldan reformizme açılan kapı gibi görülüp yaftalandığını bilerek; bu sıfatları asla kabul etmemekle birlikte başıma gelecekleri de az çok tahmin ederek bu tanımı açıklamaya çalışacağım.

Radikal; yani Türkiye’nin halihazırdaki iktidar sisteminin o ya da bu yönde revize edilmesiyle, sivriliklerinin törpülenmesiyle veyahut daha ılımlı ve makul bir hale getirilmesiyle yetinmeyen; Türkiye’nin köklü, köktenci bir dönüşüme gereksinimi olduğunu savunan bir çizgi.

Reel; yani mümkün olanı değil tam da mümkün olmayanı öne süren, düzenin mevcut yapılanması içinde karşılanması imkansız hale gelen talepleri sırtlanan; sadece iktidar tarafından değil ana muhalefet tarafından da benimsenmesi “zındıklık” sayılan toplumsal ve siyasal hakları kitleselleştiren bir çizgi.

Politik, yani halk içinde yürüttüğü örgütlenme faaliyetinde sosyalizmi gelecekteki imgesinden hareketle değil de bugünün sorunlarını çözen bir direnç çizgisi olarak resmeden; emekçilerin elinde ne varsa (zamanı, yaşamı, oyu, emeği vb.) onu değersizleştirmeyip işe yarar hale getiren bir çizgi.

Eğer ülkenin bugün içine girdiği kavşaktan ileri doğru bir adımla çıkılacaksa, çıkılabilecekse bunda sosyalistlerin kendi değer ve taleplerini kitleselleştirmelerinin kaçınılmaz bir payı olacaktır. Sosyalistlerin bu paya sahip olması, olabilmesi için ise ülke ölçeğine yayılmış bir “radikal reel politik” çizginin temsilciliğini üstlenmeleri gereklidir.

***

Kuşkusuz, farklı parçalardan oluşsa da sosyalist hareket her ülkede bir bütündür. Ve her bütün gibi eşitsiz biçimde gelişir. Burada eşitsiz gelişme, sosyalist yapıların birbirine kıyasla üye sayıları arasındaki farkları anlatmaz; eşitsiz gelişme, daha çok, sosyalist hareketin tarihsel ve güncel görevlerinin nasıl tanımlandığını ve ağırlıklandırıldığını gösterir.

Bir bütün olan sosyalist harekette her parça söz konusu görevleri kendi merceğinden, öncelikli beklenti ve tercihlerinden, hatta giderek oluşturduğu kolektif kültürden hareketle görür, tanımlar ve sıralar. İşte bu görme, tanımlama ve sıralama aşamasında oluşan farklılıklar, kuramın edinimi ya da ideolojinin tutarlılığı gibi unsurlar nedeniyle değil bütünün gelişmesinin parçalara eşitsiz biçimde yansıması nedeniyle ortaya çıkar.

Bu sıkıcı açıklamanın esas gayesi şu: Belli bir noktadan sonra, sosyalistlerin kendi aralarında itişip kakışmasının ne anlamı vardır ne de önemi. Hele hele kuramsal metinlerden ya da ideolojik programlardan paragraflar saçarak kimsenin kimseyi ikna ettiği görülmüş şey değildir. Yaratıcı ve karşılıklı tartışma saygı ve samimiyet sınırlarını aşmadığı sürece oldukça faydalıdır elbette, ama bunun da bir doygunluk noktası olmalıdır. O noktaya gelindiğinde yapılacak şey, sözünü ettiğimiz eşitsiz gelişmenin sonuçlarını izlemek, hangi parçanın hareketinin bütünün hareketine daha uygun olduğunu eylemin somut çıktıları üzerinden değerlendirmektir.

Bu, ideal olandır; yani Türkiye’de sosyalistlerin en uzak olduğu şeydir. O yüzden burada bir cümle eklemek zorunlu hale gelir: Bu genel yaklaşıma karşın ve zaman hızla akıp giderken sosyalistlerin hala başka sosyalistlere sataşması devam ediyorsa, orada geliştirici polemiğin değil rakibe çelme atma hevesinin söz konusu olduğu bilinmelidir. Kuşkusuz, bunun da karşılığı verilir.

***

O halde, harareti enerjiye dönüştürecek bir çizgi olarak ileri sürdüğümüz “radikal reel politik”, öncelikle sosyalist hareketin bütünü içindeki eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Daha doğrusu, “radikal reel politik” çizgisinin kimilerine makul ve denenebilir gelirken kimilerine sapkın ve yok edilmesi gereken bir tehlike olarak görünmesi hiç de kuramsal ya da ideolojik argümanların rasyonelliğiyle ilgili değildir. Bu yaklaşım farklılıkları, bilinç içinde eritilemediği için değil tam da sosyalist hareketin eşitsiz gelişiminin sonuçları olduğu için mevcuttur ve mevcut olmaya devam edecektir.

Burada ışığı kendimize çevirdiğimizde, yani kendimizi bu eşitsiz gelişimin nesnesi olarak gördüğümüzde bir eşiğin önünde bulunduğumuza tanık oluruz. Bu eşik, Türkiye’de 20 yıllık karanlığın sona erdirilmesini mümkün kılacağı gibi, sosyalist hareketin 40 yıllık sancısını da dindirecek olanakların eşiğidir.

Bunun koşulları ve imkanları vardır, var olduğuna inanıyor ve inanmaya devam ediyoruz. Geriye kalan tek şey, mevcut harareti koruyarak eşiği aşmaya dönük enerjiyi kesintisiz biçimde üretmektir.