Aşağıdaki satırlar Soner Yalçın'ın bugünkü Sözcü gazetesinde yer alan yazısından alınmıştır.
"7 Şubat 2012 tarihinde MİT’e yönelik operasyon başlatılmak istendi. Başaramadılar.
17-25 Aralık 2013’te -İran da hedefli- rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla büyük ses getirdi. Ancak sonuç alınamadı; sadece dört bakanın “kellesi” gitti. Baktılar ki Türkiye’deki mahkemelerden sonuç alınamıyor…
1 Ocak 2014 Hatay’da ve
19 Ocak 2014’te Adana’da silah yüklü olduğu belirtilen MİT TIR’larına operasyon yaptılar; sonuç alamadılar. Amaçları; Erdoğan’ın El-Kaide’ye destek verdiği iddiasıyla uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasını sağlamaktı.
Cemaat’e göre tüm bunlar, İran güdümlü Selam Tevhit Örgütü’nün icraatlarıydı; örgüt Türkiye’de iktidarı ele geçirmişti!..
(***)
Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz.
Erdoğan’a karşı olabilirsiniz.
Ancak… Hakikata aşkla bağlı iseniz…
Hakkaniyetli iseniz..
Uluslararası parmakların Mursi’yi idama götüren “casusluk operasyonunun” benzerinin Erdoğan’a yapılmak istendiğini görmek zorundasınız.
İnsan hatasının en büyük sebebi, duygularla akıl arasındaki savaştır. Akıl diyor ki:
Erdoğan’a rağmen Türkiye’yi ve demokrasiyi savunmalıyız…"
Yalçın'ın yazısında çok sayıda gerçek var.
Örneğin, Türkiye'nin son üç yılında Erdoğan'dan kurtulmak isteyen güçler arasında ABD'nin (ya da ABD'deki kimi güç odaklarının); Cemaat'in olduğu bir gerçek.
Erdoğan hakkında ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanmasını sağlayacak belgeler toplanmak istediği gerçek.
Mursi'yi idama götüren 'casusluk operasyonunun' benzerinin Erdoğan'a yapılmak istendiği gerçek.
Mursi'nin ya da Erdoğan'ın Şiilikle, İran'la bir ilgisinin olmadığı gerçek.
Evet bunlar gerçekler...
Soner Yalçın örneğin bunları, bizi, Cemaat'le Erdoğan arasındaki kavgada Erdoğan'ın haksız olmadığına ikna etmek için yazıyorsa, haklıdır. Yazmaya devam etsin.
Eline başka argümanlar da verebiliriz. Cemaat'in İsrail ve ABD ile ilişkilerine dair onun da bizim de elimizde onlarca vesika, belge, kanıt bulunuyor.
Ama mesele bu kadar basit değil.
Söz konusu yazı Cemaat'le sınırlı değil. Keşke öyle olsaydı...
Keşke Soner Yalçın AKP'ye karşı verilen mücadeleyi, Erdoğan'ı yemeye çalışan emperyalist odaklar ve bunların Türkiye'deki kuklaları basitliğine indirgemeseydi.
Bunun için Yiğit Bulut'lar var ve sabah akşam yazıyorlar.
Mesele ne mi?
Bir yanı şu:
Emperyalist merkezlerin 80'lerin sonları-90'ların ortalarından itibaren üzerinde çalıştıkları Yeni Osmanlıcı projeye hizmet edecek AKP'nin Türkiye siyasetine girmesi. AKP'nin kuruluş sürecinde İsrail ve ABD'nin onayının alınması.
Kritik aktörlerin ABD nezaretinde bir araya getirilmeleri.
AKP'nin iktidar olması ve karşısına çıkan ilk önemli sınav olan Irak savaşına başarısızlık.
Türkiye'nin Irak savaşına dahil olmamasının faturasının ABD tarafından en başta askere kesilmesi.
ABD'nin bu yorumu ile AKP'nin güncel ihtiyaçlarının bir kez daha örtüşmesi.
AKP'ye karşı açılan kapatma davasının son dakikada düşmesi.
Ergenekon-Balyoz davalarının da katkısıyla AKP'nin düzen siyasetinde tekleşmesi.
Erdoğan'ın "one minute" şovuyla simgelenen şekilde, bölgede İsrail'i dengeleyecek bir "müslüman güç" olarak Türkiye'nin öne çıkası.
Arap coğrafyasında başlayan toplumsal hareketliliğin ve iç savaşların emperyalist merkezler ve AKP için yeni bir durum yaratması.
AKP Türkiyesi'nin inisiyatif alma çabaları ile sahadaki durum arasında çelişkilerin oluşması.
Rusya'nın kendini koruma güdüsüyle direnmesi.
İran'ın ve Lübnan Hizbullahı'nın direnmesi.
Esad'ın direnmesi.
Mısır'da Mursi'nin kendisine verilen görevleri yerine getirememesi.
Katar-Suudi Arabistan arasında gerginlik.
Sayılan tüm aktörlerin (buna Türkiye ve Kürtler de dahil) oluşan boşlukta pastanın en büyük dilimini kapmak için, bir sonraki statüko dönemine daha yerleşik ve daha güçlü bir aktör olarak girmek için itişmesi.
AKP'nin varlığını borçlu olduğu (iktisadi-ideolojik ve siyasi olarak) cihatçıları koruyup kollaması, desteklemesi. Bunların hamisi pozisyonunun getireceği politik ve ekonomik gücü önemsemesi.
ABD'nin Suriye operasyonunda başarısızlık ve bu başarısızlığın faturasının Erdoğan'a kesilmek istenmesi.
Yukarıda yazılanlar işin bir boyutu...
Bir de içeride yaşananlar var.
Devrimcilerin, Cumhuriyetçilerin, Kürtlerin mücadeleleri var.
Türkiye'nin Irak savaşına girmesinin gayrimeşru olduğunu halka anlatmayı başarmış bir sol var.
AKP'nin Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarının ne anlama geldiğini anlamış devrimciler var.
Türkiye'nin cihatçılara verdiği desteğin belgelerini ortaya koymuş, Türkiye'nin Ortadoğu'da oynadığı role isyan etmiş, Yeni Osmanlı hülyalarını yerle bir etmiş solcular, sosyalistler, ilericiler var.
TEKEL var, Emek var, liseliler var, HAZİRAN var...
Soner Yalçın da tüm bunların olduğu Türkiye'de yaşıyor, biz de...
Aramızdaki fark şu:
O bu tabloya bakıp, her aşaması bir "üst akıl" tarafından belirlenmiş bir süreç görüyor. Ona göre toplumsal aktörler, özneler, müdahaleler, sınıf-mınıf yok. Kavimler savaşıyor.
"Erdoğan'a rağmen Türkiye'yi savunalım"!
Bu sözle, "Erdoğan'a rağmen Erdoğan'ın politikalarını savunalım" sözü arasında politik olarak pek az fark var.
Soner Yalçın farkında mı bilmiyorum ama...
Türkiye'yi savunmak Şam'ı savunmaktan geçiyor.
Türkiye'yi savunmak Kırşehir'de başlayan cihatçı eğitimlerini bitirmekten geçiyor.
Türkiye'yi savunmak yeni bir ülke kurmaktan geçiyor.
Cihatçılıkla, yobazlıkla, emperyalizme bağımlılıkla, işçi ölümleriyle, adaletsizlikle, kadın düşmanlığıyla anılmayan yeni bir ülke kurulmasını savunmak ve bunun için mücadele etmekten geçiyor.
Soner Yalçın ne kadar gayret ederse etsin, Erdoğan'dan Türkiye'nin Esad'ı çıkmaz.
Ha başka bir derdi varsa... Örneğin turuncu devrimden endişe ediyorsa rahat olsun.
Bir kez daha hatırlatalım.
Günü gelmiş görülmüştür, yine görülür.
Türkiye halkı bunca öfkeyi, turuncu devrimler için biriktirmemiştir.
Turuncu devrim yaygarası, emekçi halkın mücadelesini hedefsiz bırakmaktan öte bir değer taşımaz.
Türkiye'yi savunmak, AKP'yi yıkmaktan geçer.