Geçen hafta millet olarak sıkı bir imtihandan geçtik.
Türkiye burjuvazisinin en birinci kişisi öldü.
Dünya emperyalistlerinin en birincisinin yardımcısı memleketimize geldi.
Bunlar, millet olarak hepimizi ilgilendiren konular olduğu için, milyonlarcamız bu gelişmelere farklı farklı tepkiler verdi.
Kahır ve sevinç duyguları birlikte, iç içe yaşandı. Değişik tonlarda, değişik biçimlerde...
Kimisi birinci gelişmeye kahroldu, ikincisine pek tepki vermedi. Kimisi, ikincisine sevindirik oldu, birincisine pek tepki vermedi. Kimisi önce çok kahroldu sonra çok sevindirik oldu vb.
İşte, kahrolmakla sevindirik olmak seçeneklerini farklı kişiler için kombine ederek kaç farklı ruh halinin yaşandığını tespit etmek mümkün. Bu yazar, bu yazısında bu işi yapmak istemiyor...
Bu yazının asıl amacı, solculuk iddiasında olanların haleti ruhiyesi...
Basitçe anlatmak için bazen şu tabiri kullanıyoruz: "yüzü sola dönük insanlar."
Böyle dendiğinde sanırız, gün 24 saat, sol-sosyalist öznelerin ne yaptıklarına veya yazdıklarına odaklanan bir tipleme aklımıza gelmiyor. Böyle bir tipin zaten referans olmasına da çok gerek yok, gerçekliği yansıtmıyor...
Yaklaşık olarak şöyle bir tipleme canlanıyor değil mi kafamızda:
Seküler bir yaşam sürüyor. Adaletten, haktan, hukuktan, emekten yana... Haksızlık görünce isyan ediyor. Dayanışma duygusu gelişkin...
Ülke ortalamasına göre daha çok kitap okuyor, tiyatroya gidiyor...
En azından 1 Mayıs'larda eylemli bir tepki veriyor.
Belli gazeteleri daha çok okuyor, belli internet sitelerini daha çok takip ediyor.
Bu insanların beslenme kaynakları bir hayli fazla... Bugüne kadar, uzunca bir süre iki ana eğilimin belirleyici olduğunu söyleyebiliyorduk. Birinde, ulusalcı ton, diğerinde liberal ton ağır basıyordu. Eskiden, sol içindeki ana ayrımları da bu tonlamalara göre yapabiliyorduk. Şimdi örgütlü solun nicel büyüklüğü geçmişe göre daha azaldı belki ama, bu iki ana damar daha çok solun kıyısına çekilmiş oldu.
Neyse biz konumuza devam edelim.
İşte bu kıyıda bekleyenler (artık pusuya yatanlar da diyebiliriz) kendi konumlarını çoğu zaman solculuk olarak tanımlarlar. Gelişen olaylarda en solcu tepkinin nasıl verileceğini, nasıl bir akıl yürütmesiyle hareket edilmesi gerektiğini belirlemeye çalışırlar. Örgütlü solun, sosyalistlerin tavır ve tutumlarına not verme hakkını kendilerinde görürler.
İşte, bu iki ana ideolojik kaynağın geçen haftaki gelişmelere ilişkin tavırları çok öğretici oldu.
Diyebiliriz ki, ulusalcılıkla liberalizmin, neredeyse bir ve aynı şey olduklarını, son kertede aynı amaca hizmet ettiklerini bir kez daha kanıtlayan bir hafta geçirmiş olduk.
Ne mi oldu?
Bakın Odatv...
Aralarında "Bana 'ben bu lafı hiç unutmuyorum' dedi", "Mustafa Koç neden hedefteydi?", "Koç'un cenazesi neden Teşvikiye'den kalkmıyor", "Merhum Mustafa Koç'un eşi Caroline Koç kimdir?", "Ertuğrul Özkök bakın ne yaptı", "Mustafa Koç dedesinden ne öğrendi?" başlıklı olanlar da dahil onlarca haber yaptı. Sanırız Odatv'nin Mustafa Koç haberciliği bir tek Hürriyet'le yarıştı... Türkiye patron sınıfının bir numaralı temsilcisinin Osmanlı sancağı sarılı tabutla taşınan cenazesini basında, Türkiye soluna "ulusalcı" ayar vermeye çalışan ve çok okunan bir haber sitesi taşımış oldu.
Hemen bir gün sonra, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden basından, akademiden kimi isimlerle toplantı yaptı. Biden bunlara, "öyle mi olmuş, bak Tayyip'in yaptıklarına, sen hiç merak etme ben gösteririm ona..." dedikçe bunlar "Ay hadi inşallah" deyip sevindirik oldu...
Toplantıdan çıkan tweet attı, dostuna, arkadaşına mektup gönderdi, "NATO'dan bile çıkaracaklarmış" diye yazı yazdı.
Şimdi sorumuz şu...
Bu tiplerden birini seçmek zorunda mıyız?
Bunlar arasında bir ehven-i şer var mı?
Patronsevicilikle emperyalistsevicilik arasında tercih yapmalı mıyız? Böyle bir tercih gerçekçi olur muydu?
Ya da bunlardan birinin gözüne girmiş olmak, solculuk için iyi bir kriter sayılabilir mi?
Bu tercih reddedilmelidir ve başka bir işe girişilmelidir.
Bidensever liberallikle ve Koçsever ulusalcılık, düzenin lağım temizleyiciliği görevinde buluşmuştur.
Sosyalistlerin görevi ise, "yüzü sola dönük insanlar"ı beslendikleri kaynaklara teslim etmeyeceğimiz, kuşatıcı bir pratiğin örgütlenmesi olmalı.
İşte o zaman, sifonu çekecek ve o kaynakların en ucundakilerin AKP'yle birlikte silinip gittiklerini göreceğiz.
İşte o zaman, bugün "liberal" veya "ulusalcı" görünümlü olan kimi unsurların dönüşerek, kuşatıcı pratiğe yeni renklerle katılacağını göreceğiz.