Haziran Direnişi ile ilgili yapılmamış değerlendirme kalmadı neredeyse. Hele de Direniş’in övgüsü, Türkiye’de yarattığı umut, daha uzun erimli bir mücadele için açtığı olanaklar gibi konularda artık koca bir literatürümüz bile olmuş sayılabilir.
Tüm bu başlıklarda dile getirilenlerin üzerinde ortaklaştığı nokta ise, Haziran’dan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı.
Evet, Haziran Türkiye tarihinde eşsiz bir direniş ve mücadele örneğidir.
Haziran’la beraber AKP iktidarının sınırı çizilmiş, sonu gelmiştir.
Haziran’ın yarattığı enerji ve arayış tüm çabalara karşın yok edilememiştir.
Haziran, yıkılış ve yeniden kuruluş uğraklarının arasına yerleşen, ülkemizin geçmişi ile geleceğini ayıran bir eşik taşı olmuştur.
Ve kuşku yok ki, Haziran Direnişi, Türkiye’de sosyalist hareketin de dönüm noktası olarak görülmelidir.
Yaklaşık 30 yıl boyunca sosyalist harekette baskın olan korunma ve tecrit eğilimi nedeniyle kitle bağlarını tümüyle yitirmiş, bu açıdan giderek siyasetin ve toplumsal mücadelelerin kenarında kalmış, söz söylemenin ötesinde etkili bir pratik sergileyememiş mücadele tarzı, Haziran’la birlikte kendi iç duvarlarına dayanmıştır.
Bu ve bundan öncesi, esasen bir eleştiri ya da serzeniş değildir. Sosyalistlerin 12 Eylül sonrasındaki uzun bir dönemi bu biçimde geçirmesinin hayli anlaşılır nedenleri vardır çünkü.
Bugün ya da Haziran’dan sonra yıkıcı ve acımasız bir karakter kazanması gereken eleştiri ise, bu eşiği, bu dönüm noktasını, bu dönüşüm ihtiyacını göremeyenlere yöneliktir. Zaten, tarihin tekerleğini geriye çevirmeye çalışanlar, ilerleyenlerin paçasına yapışıp durduranlar, her türlü arayış karşısında ezberlenmiş vasatlıklara sığınanlar, marksizmin “özünde eleştirici ve devrimci” müdahalesine konu olmaktan kaçamazlar.
Demek ki, Türkiye ve özel olarak da sosyalist hareketimiz açısından, Haziran Sonrası Türkiye geniş kapsamlı ve cesur bir bakışla ele alınmalı; yeni dönemin siyasal ve toplumsal niteliklerine uygun, sosyalizmi iktidara taşıyacak somut kaynaklara ulaşabilen, ülkemizin kurtuluşunu gerçek bir mücadele sürecinin başarısı olarak örgütleyen bir tarz hayata geçirilmelidir.
O halde, işe nereden başlayacağız?
Haziran’ın Türkiye’de sosyalistlerin çok uzunca bir zaman aradığı, gerçekleştirmek için büyük çabalar harcadığı, ama yine de çok başarılı olamadığı bir şeyi başardığını, bir köprü kurduğunu görerek başlamak en iyisi.
Gözümüzün önüne o meşhur ve hepimizi ağlatan Boğaz Köprüsü sahnesinin gelmesinde bir sakınca yok elbette. Ama bundan ötesi var. Haziran’ın köprüsü, iki kıtayı birleştirmekten daha fazlasını yaptı çünkü.
Haziran, ülkemizin kurtuluşu için yan yana gelmesi gereken, kaderi ve geleceği ortak olan, el ele verdiklerinde kimsenin karşı duramayacağı bir güç oluşturan damarları bir araya getirmiştir.
Türkiye’nin ilerici damarları, bir bedende birbirine dolana dolana buluşmuş, tarihimizin en görkemli destanına hayat vermişlerdir.
Bu destan bir kere yazıldıktan sonra ise, cumhuriyet talebini milliyetçilikle, laiklik talebini baskıcılıkla, özgürlük talebini liberallikle, kardeşlik talebini bölücülükle suçlamanın imkanı kalmamıştır.
Haziran, tam da burada kesmiştir ipi ve köprüsünü de yine buraya kurmuştur.
Laiklik tektipçi bir baskı politikası... Geçiniz.
Özgürlük liberal saldırının Truva atı... Geçiniz.
Cumhuriyetçilik asimilasyoncu uluslaşma... Geçiniz.
Hepsini geçiniz. Bunlar doğru olmadığı için değil, Haziran’la birlikte artık bir hükmü kalmadığı için. Haziran, bambaşka bir laikliğin, özgürlükçülüğün, cumhuriyetçiliğin güzergahını çizdiği için.
Bugün ülkemizin AKP karanlığından ve sermaye vahşetinden kurtuluşu için ihtiyaç duyulan damarlar, kendisini laiklik talebinin, özgürlük talebinin, cumhuriyet talebinin, kardeşlik talebinin içinde seslendirmektedir. Üstelik bu ses, sonuna kadar halkçı ve de ilericidir.
İşte Haziran, Türkiye’nin emekçileri, ilericileri, ezilenleri arasında kurduğu bu köprü sayesinde her şeyi değiştirmiştir.
Bugün kendisine CHP ve HDP’de temsiliyet bulan, muhtemelen seçim günü de bu iki partiden birini tercih edecek olan geniş toplumsallık, sosyalist hareket açısından seçimin ötesinde böyle bir anlam taşımaktadır. Halihazırda seçim yarışında anlamlı bir alternatif oluşturamamış olması, sosyalist hareketin söz konusu dinamiklerin dolaysız muhatabı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Türkiye’nin cumhuriyetçi ve özgürlükçü damarları, bu seçimde olmasa da, hızlıca sosyalist hareketin oluşturacağı siyasal hatla buluşturulmalıdır.
2015 Haziran’ına ve ardından gelecek günlere bakarken bir an olsun dikkatimizden kaçırmamamız gereken halka budur.
Bu halkaya uzanan, korkmadan ve endişe etmeden bu halkayı yakalayan bir sosyalist hareket, eşik atlayacak, toplumsallaşıp ülkenin kaderini tayin edecektir.
Sözün özü, Haziran’la birlikte uzun zamandır ayrılmış bulunan yollar kavuşmuştur.
Haziran, kıtaları olduğu gibi, yolları da buluşturmuştur.
Cumhuriyetçilik ve özgürlükçülük Haziran’da yekvücut olmuştur.