Türkiye solcusunun memleketle kurduğu ilişki her dönem biraz pürüzlü olmuştur.
Bir açıdan, Türkiye solcusu baştan ayağa Türkiye’nin solcusudur. Öfkesi gibi yılgınlığı da, tez canlılığı gibi tembelliği de, hesapsızlığı gibi saflığı da, cesareti gibi korkaklığı da Türkiye’nin bir aynasıdır. Bu coğrafyanın olumlu ve olumsuz birçok özelliği Türkiye solcusunun içinde de yer etmiştir.
Bir başka açıdan ise, Türkiye solcusu bambaşka alemlerin insanıdır. Sanki bir yerlerden bu topraklara fırlatılmış, belki de bir suçun cezasını çekmeye gönderilmiş gibidir. Türkiye denen ülkede engin kalabalıklar arasında debelenen bir yabancı, hatta yabandır.
Bunlar doğal sayılmalı elbette. Her ülkenin solcusu, o ülkenin duygusal ikliminde yetişir, biçimlenir. Ancak pürüzleri artıran başka gerekçeler de sayılabilir.
Türkiye solcusu, ülkesinin kurtuluşu için yürütülen savaşa katılmak uğruna türlü tehlikeleri göze alıp memlekete dönecek denli bağlıdır yurduna. Yine de hançerlenip Karadeniz’in karanlık sularına gömülen de Türkiye solcusudur.
Daha atılan ilk adımda, Türkiye solcusu, ülkesine bağlanmak ile ülkesi tarafından canına kast edilmek arasındaki cambaz ipinde kalmıştır. Sonrası da farklı değil; ülkesi için kendini öne atmalar, kavgaya tutuşmalar, meydan okumalar ile idamlar, işkenceler, linç edilmeler, hapislikler, hakaretler...
***
Her ülkede, o ülkenin devrimcilerinin dönüp dönüp baktığı, sırtını dayadığı ya da feyz aldığı, daha çok da gelecekte kurulacak ülkesi için bir “numune” saydığı örnekler vardır.
Türkiye gibi solcunun sürekli yabancılığa, yabanlığa itildiği ülkelerde ise, bu “numune” daha büyük bir önem kazanır. O artık geçmişte ya da başka diyarlarda yaşanıp bugün ve burası için dersler çıkarılacak bir tecrübe olmanın ötesine geçer. Geleceğin, hayallerdeki alemin, bir gün mutlaka ulaşılacak hedefin kanıtı, dayanağı, müjdesi haline gelir.
Bu “numune” kimileri için Sovyet halkının kurduğu yeni bir ülke olmuştur, kimileri için Kübalı veya Çinli devrimcilerin cesareti ve başarısı. Bunlar da değilse, İhtilal-i Kebir denen Fransız Devrimi’nin görkemi ya da emperyalist işgale karşı Türkiye halkının savaş iradesi. Herkes, kendi meşrebince bir “numune” seçmiş ve kendi mücadelesinin kanıtını, dayanağını ve müjdesini de onda bulmuştur.
Ancak, seçilen “numune” her ne olursa olsun, hep bir boşluk, bir çapak, bir eksik de beraberinde yer almıştır.
Ya başka çağlardan devralınmıştır o numune, ya başka ülkelerden ya da başka sınıfların deneyiminden.
Sosyalist ülkeler deseniz, başka ülkelerin özgün deneyimleri bir türlü bu topraklara “cuk” diye oturtulamaz. 1923 Cumhuriyet’i deseniz, tüm kazanımlarına rağmen, komünistlerin bu topraklardaki varlığına ilk tırpanı vuran bir burjuva devrimidir nihayetinde.
Velhasıl, Türkiye solcusunun yabancılık, yabanlık derdine derman olacak ecza, çok uzun yıllar boyunca tam anlamıyla bulunamamıştır haliyle.
***
Haziran Direnişi hakkında yazılıp çizilenleri tekrar etmeye gerek kalmamış olmalı artık. Ancak, bir nokta var ki bilince çıkarılması ve kavranması, sadece Haziran Direnişi’ne dair tartışmalarda değil, esas olarak Türkiye solcusunun yabanlık derdini tümüyle çözmesi açısından önemlidir.
O halde şunu söylemenin vakti gelmiştir: Haziran Direnişi, Türkiye solcusuna bir yurt fikri, yurtluk bilinci kazandırmıştır.
Üstelik bu defa, başka çağların ya da başka ülkelerin deneyiminden süzülmüş değil, basbayağı bize ait, bizim olan, bizim yarattığımız bir yurt fikridir bu. Sözünü ettiğimiz boşluktan veya çapaklardan biraz olsun arınmış, ülke ile bağ kurmanın yolunu ve yordamını öğretmiş bir yurtluk bilincidir.
Her dönem kullanageldiğimiz yurtseverlik değil burada kast edilen. Türkiye’nin devrimcileri ülkelerine, yurtlarına sahip çıkmak söz konusu olduğunda her zaman ilk sırayı almışlardır. Fakat buradaki yurt, kurtarılacak bir yurdu anlatırken daha çok, Haziran’la birlikte kazanıldığını söylediğimiz yurt fikri, kurulacak bir yurdu göstermektedir.
“Haziran Türkiye’si” sözü bir lakırdı değildir yani. Anlatılan, Gezi Parkı’ndaki ortak ve eşit yaşamın, Ankara’daki, İzmir’deki, Antakya’daki direniş cesaretinin, “Diren Lice” ve “kardeşime dokunma” sloganlarındaki kardeşliğin, duvar yazılarındaki neşenin ve özgürlüğün, ihtiyaçların el birliğiyle sağlandığı dayanışmacı ruhun ülkesidir.
Yani Haziran Direnişi’nden sonra Türkiye solcusu, “nasıl bir ülke kuracağı” sorusuna yanıt verirken, başka çağların, başka halkların başarılarını anlatmak ya da soyut idealleri sıralamak zorunda değildir. Dönüp bakacağı, sırtını yaslayıp feyz alacağı, gelecek için “numune” sayacağı bir gerçek deneyime sahiptir.
Söylemeye gerek bile yok tabi ama bu yurt fikri, henüz bir imkandır daha çok. Bir yurt fikrini, yurtluk bilincini uzun yıllar sonra buluvermenin şaşkınlığını atmak kolay değildir. Ona alışmak, onu tanımak, onun hissine varmak için zaman gereklidir.
Yine de Türkiye solcusunun ayağını bastığı zemine bu toprak atılmıştır; Haziran Direnişi’nde bu toprağa tohumlar düşmüştür; öyle ya da böyle bir gün filiz de vereceklerdir.