Okumaya başladığınız yazı 5 Nisan 2019 günü sabah 10.15’de yazılmaya başlanmıştır. Sabah günün gazeteleri tarandıktan sonra son birkaç gündür epey yoğun geçen sürecin zihnimizde oluşturdukları ile son veriler birleştirilerek, an itibariyle dikkat çekilmesi gereken noktalara işaret etmekle sınırlı bir iddası vardır. Zamanın hızlı aktığı anlarda yapılanların ve yapılmayanların tarihsel değeri nedeniyle şimdilik bu yeterlidir. Daha fazlası önümüzdeki günlerin gündemidir.
Genele ilişkin sadece bir not düşelim, şu aşamada “kazanan” tarafın eksikleri, hataları, yanlışları, yetmezlikleri vb. üzerine yoğunlaşmanın gevezelikten başka hiç bir anlamı yoktur. Bunlar, sabah-akşam bunları anlatanların hayal bile edemeyeceği kadar büyük kalabalıkların, üstelik gevezelerden çok daha iyi bildiklerinden ibarettir.
Devrimciler; geniş toplumsal kesimlere umut veren olgulara, öncelikle bu olguların hangi imkânları barındırdığına, bu imkanların nasıl ilerletilip geliştirilebileceğine ilişkin bir perspektifle bakarlar. Gündemimiz bu olmalıdır.
Başa dönerek ilerleyelim.
1.31 Mart seçimlerinin en önemli neticesi AKP’nin, daha doğru bir ifadeyle adına “Cumhur İttifakı” denilen halk düşmanı blokun yenilmesidir. Bu yenilginin Saray rejimini nihai bir çöküşe götürmesi de ihtimal dahilindedir. Kimi başka parametrelere bağlı bu değerlendirme fazla iddialı olsa bile 15 Temmuz’dan bu yana “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirdikleri girişimi kullanarak, tüm halk güçlerine karşı giriştikleri imha saldırısı durdurulmuştur.
Gerileme, çöküş, son vb. iddialar sürecin devamıyla ilgilidir, ancak OHAL ile başlayan, 16 Nisan ve sonrasında yoğunlaşarak devam eden yeni rejim inşaası için tüm ülkenin teslim alınması hamlelerine halkın “dur” dediği kesin bir sonuçtur.
2.Bu son derece önemli bir başarıdır.
Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, İçişleri ve Maliye Bakanı başta olmak üzere tüm “devlet adamları”nın devlet olanaklarını kullanarak seferber olduğu bir seçim yaşadık, bu bile başlı başına suçtur.
Televizyonların iktidar ve muhalefet partilerine ayırdıkları süreler seçim yapılan hiç bir ülkede olmayan bir eşitsizliğin somut delillerinden birisiydi. Yazılı basının yüzde 95’i iktidarı övmek, muhalefete aslı astarı olmayan suçlamalarla saldırıp, küfretmek için çalıştı.
Tüm devlet olanaklarının, inanılmaz bir medya gücünün, paranın, şiddetin, baskının, tehditin tek taraflı olarak kullanıldığı, artık sayılamayacak kadar çok insanın sadece muhalif kimliği nedeniyle cezaevlerinde olduğu, seçim sürecinde gözaltıların, tutuklamaların kesintisiz devam ettiği, muhalefetin tüm unsurlarının sürekli bir biçimde hakaret, aşağılanma vb. saldırılara maruz kalmasının yanı sıra “terörist” olarak sunulduğu bir seçim dönemi sonunda elde edilen bu sonuç, imkansız gibi görülenin mümküne dönüşmesidir.
3.Türkiye’nin yönünü belirleyen kentlerdir. Büyük kentler, özel olarak üç büyük kent ve daha özel olarak İstanbul bu açıdan son derece kritik bir anlam taşıyor. AKP’nin mümkünse İstanbul’u vermemek için bu kadar direnmesinin nedeni budur. Bu kentin kaynaklarının ve yağmalanmasının AKP’ye kattıkları da son derece önemlidir.
Buradaki yenilgi sadece yıllardır güvensizlik ve moral bozukluğu yaşayan büyük kitleye özgüven ve umut aşılamış olmayacak, AKP açısından da ciddi erozyona neden olacaktır.
4.AKP ilk gece hiç beklemediği bir yenilginin şokunu yaşamıştır.
Anadolu Ajansı resmi devlet ajansıdır. Yıllardır seçim sonuçlarını duyuran bir organizasyonun merkezi durumundaki AA’nın verilerinin kaynağının olması gerektiği gibi YSK değil, AKP Genel Merkezi olduğu açığa çıkmıştır; bu durum da başlı başına bir skandaldır.
Geçtiğimiz yıllarda da AA’nın ilk açıkladığı sonuçlarda ortaya çıkan saçmalıklar vardır, ancak sonuçta kazanan genellikle AKP olduğu için bu rezalet üzerinde durulma enerjisi bile bulunmadan örtülmekteydi. Bu yıl da ilk gelen sonuçlarda örneğin İzmir ve Mardin gibi AKP’nin büyük farkla kaybettiği illerde bile AKP’yi açık ara önde gösteren sonuçlarla başlayan sunumların ilerleyen saatlerde kesilmesi AA’nın kaynağı olan AKP’nin elindeki verilerin bile yenilgiyi gösterdiğinin ispatıdır. Bu durumda ne yapacaklarını bilememişler ve veri akışını durdurmuşlardır.
AKP kurmayları 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece yarısından sonra durumu görmüş ve ne yapacaklarını bilemeyecek hale gelmişlerdir. Binali Yıldırım’ın erken gelen “kazandım” açıklamasından sonra kaybolmasının, Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da yenilgiyi kabul eden bir ruh hali ile konuşmasının başka bir açıklaması yoktur.
5.1 Nisan sabahı itibariyle AKP içinde bir eğilim, bu yenilginin kendileri için ağır sonuçları olacağını görmüş ve inisiyatif almıştır. AKP kitlesi içinde ağırlıklı duygu “yenilgi” iken daha sonra Tayyip Erdoğan’ın ailesinden kimi isimlerin ve milletvekillerinin adıyla birlikte anılan bir “gizli el” devreye girmiş ve neredeyse AKP’ye karşı oy vermenin suç olarak gösterileceği yayınlarla sürece ağırlığını koymuştur.
Geldiğimiz aşamada bu çizginin AKP içinde ağırlık kazandığını ve “İstanbul’u vermemek” için tüm kozlarını sahaya süreceklerini söyleyebiliriz. Şu aşamada kazanmaya değil kaybetmemeye ve seçimi yeniletmek eksenine dayanan bir iç mutabakat sağlandığını ve bu ortak hedef doğrultusunda hep birlikte hamleler yapıldığını söyleyebiliriz. Seçim sürecinde sık kullanılan beka ile kastedilenin AKP bile değil, AKP içinde dar ve sinsi bir ekibin gelecek kaygısı olduğu artık kesinlik kazanan bir başka olgudur.
6.Ekrem İmamoğlu siyasal çizgisinden bağımsız olarak söylemek gerekirse, geçmiş yenilgileri ve kısmi başarıları iyi okumuş bir siyasetçi olarak son derece etkin ve etkili bir tutum takınmaktadır. Özellikle seçim gecesi duruşu ile geniş kitlelerin güvenini kazanmıştır. Bir ara not olarak, AKP karşıtı cephenin AKP’ye karşı biraz dik duran ve geniş kitlelere sesini ulaştırabilen Demirtaş, İnce ve son olarak İmamoğlu isimleriyle özdeşleşen gönüldaşlık ilişkisinin aynı kaynaktan beslendiğini not düşmek isterim.
Bu aşamada bir eksiklik olarak AKP’nin gasp girişimi karşısında İmamoğlu’nun neredeyse tek başına, biraz daha genişletirsek CHP’nin bir kısmı ile birlikte direndiği görüntüsüne dikkat çekmek isterim.
7.AKP-MHP ittifakı az farkla kaybettiği, hatta epey farkla yenildiği her yerde hamle yaparken, karşısında hangi parti/aday varsa onun yalnız başına mücadele ettiği görüntüsü oluşmaktadır. Oysa Muş’ta da, Kırklareli ve İstanbul’da da iktidar aynıdır ve aynı kirli oyunları oynamaktadır. Özellikle İstanbul’da tüm hak ve adalet savunucularının bu gasp girişimi karşısında tek vücut bir tutum takınması son derece önemlidir, çünkü sorun CHP’nin sorunu değildir.
8.Medya’nın tek sesliliği bunun farkında olanlar için önemsiz gibi görünmekle beraber, iktidarın her türlü hamlesinin alt yapısını hazırlamak için çalışan yalan makineleri ile mücadele önemli bir konudur. Geldiğimiz aşamada sürecin tümünün açık ve anlaşılır biçimde halkın en geniş kesimlerine anlatılması son derece kritiktir. Örneğin daha seçim takvimi başlamadan doğrudan AKP’nin YSK’nın görevi biten üyelerinin görev sürelerinin uzatılması artık unutulmuş olduğunu gördüğümüz son derece önemli bir ayrıntıdır.
Seçim gecesi AA’nın yalan-yanlış bilgiler paylaşmasının sorumlusunun doğrudan Saray olduğu gerçeğinin altının tekrar tekrar çizilmesi gerekmektedir. O gece CHP elindeki verileri paylaşıyor olmasaydı, pek çok insan yatağa girdiğinde İstanbul’u AKP’nin kazandığına inanacak ve sabah “atı alan Üsküdar’ı geçti” denecekti.
Tekrar sayımlarda elde edilen yeni verilerin sürekli olarak yalan yanlış bilgiler biçiminde yayılmasına karşı, güvenilir ve gerçek verilerin sistematik paylaşımı gibi basit bir tutum bile önemlidir.
9.AKP’nin İstanbul’u teslim etmemek konusunda kararlı olduğunu görüyoruz. AKP İstanbul’u vermeyerek “bunlar seçimle yenilmezler” algısının kırılmasına engel olmak için çabalıyor.
Sahada kazanılanın masada verilmemesinin tek yolu en az onun kadar inatçı ve kararlı bir mücadele vermek, mücadeleyi geniş toplumsal kesimlere yaymaktır.
Gelinen aşamada mazbatanın Binali Yıldırım’a verilmesi ve oldu-bittiyle işin kapanması mümkün görünmüyor. Saray’ın planının bir gerilim ve şaibe atmosferi yaratarak seçim tekrarlatmak olduğunu ise söyleyebiliriz. Adil bir seçim yapıldığında bu kez daha büyük bir farkla yenileceklerine inanmakla birlikte, hilede sınır tanımayan bu zihniyetin yeni numaralarına geçit vermemek adına bu seçeneğin kesinlikle kabul edilmemesi gerektiğini de vurgulamak isterim.
"Zaten kazandık bir daha kazanırız" sözü, haksızlığa-hukuksuzluğa ve adaletsizliğe meşruiyet sağlamanın süslü ifadesidir.
10."Hep birlikte direndiğimizde kazanırız" demiştik, direndik ve kazandık. Şimdi daha büyük zaferlere, nihai kurtuluşa ulaşmak için birliğimizi, dayanışmamızı ve kararlılığımızı büyütme zamanıdır.