Kimi yazıları yazarken mutlu olursunuz, bu öyle bir yazı değil. Üzülerek ve utanarak yazıyorum.
Ataol Behramoğlu, ilk gençliğimizde, devrimci düşünceyle tanışmamızın hemen arkasından dizeleriyle hem kavgamızı hem sevdamızı derinleştiren isimlerden birisidir. Behramoğlu’nun çokça tartışılan “Meral Akşener Gerçeği” ve “Meral Akşener’i Desteklemek” başlıklı yazılarına dair elimizin bir türlü klavyeye gitmemesi esas olarak bu nedenledir.
Sayısız değerli şiiri, son derece önemli çevirileri bir yana Behramoğlu sadece ve sadece “Mustafa Suphi Destanı”na imza atmış bir isim olsaydı bile şimdi Meral Akşener’e övgüler yazıyor oluşunu kabullenmek mümkün olmazdı.
Bu ürünlerin aynı kalemin imzasını taşıyor oluşu bizim için kahredicidir. Behramoğlu’nun kendisine dönük tepkilere yanıt üretmek adına, 'Nazım Hikmet ve Aziz Nesin de kendi çevrelerinden ciddi eleştiriler aldıklarında doğru bildiklerini yapmaya devam ettiler' anlamına gelen yanıtları durumu daha da vahim hale getiriyor. Başka farklar bir yana her iki ismin de sol içi diyebileceğimiz kavgaları esas olarak düzen ile uzlaşma eğilimlerine karşı mücadeleci tutumları nedeniyledir ve Behramoğlu bunu bilmiyor olamaz.
Özü itibariyle düpedüz düzene teslimiyet çağrısı yapan o yazıların yerine, umudu, sevdayı, kavgayı hatırlatan şiirlerini okumaya devam etmek bile yanlışı görmek için yeterlidir. İnsan okudukça, bir başka şair Pablo Neruda’yı konu alan “Il Postino” isimli filmdeki postacının şaire söylediği sözün ne kadar haklı olduğuna tekrar tekrar ikna oluyor; “şiir yazana
değil, ihtiyacı olana aittir. ”
Mesele sadece Behramoğlu’nun kendisi olsaydı yazmaya gerek olmazdı, ancak Behramoğlu’nun durumunu acı bir uyarı, önemli bir işaret olarak görmeliyiz.
Aydın neden teslim olur?
Behramoğlu’nun andığımız yazılarının hemen öncesinde yazdığı bir yazısını hatırlıyorum. Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirindeki “bir mendil nasıl kanar” sorusunu “bir toplum nasıl çürür”e evrilterek başlamıştı. Ara başlık olarak kullandığımız soru cümlesinin kaynağı budur.
Uzun bir tartışmaya gerek yok, yukarıda anılan yazılar bir teslimiyetin, yenilginin sonucudur. Ataol Behramoğlu, ne derse desin, ne düşünüyor olursa olsun, emekli bir faşiste övgüler düzecek noktaya gelmesinin nedeni, AKP/Saray Rejimi'ni yenebileceğimize, bağımsız-devrimci bir halk gücünün yaratılabileceğine olan inancını kaybetmesidir. Düşmanın gücü karşısında diz çökmüştür. Bundan 8-10 sene önce, tıpkı onun şimdiki gerekçelerine benzer gerekçelerle AKP’ye destek olanlarla bugün onun yazdıkları arasında öz olarak hiç bir fark yoktur. Belki biraz sert gelebilir, bir toplumun çürümesine giden sürecin önemli adımlarından birisi o toplumun öncülerinin, aydınlarının çürümesi ve çürütülmesidir.
Gerek 12 Eylül Türkiyesi’nin gerekse de AKP iktidarının en önemli derslerinden birisi budur. Bir örneğini daha görmüş olduk. Behramoğlu daha önce bu süreçlerden teslim olmadan çıkmış bir isimdir ve bugün geldiği nokta esas olarak bu nedenle dikkate değerdir.
Kaç Kripto Ataol Behramoğlu var?
Bir dönemin saçmalığı olan “yetmez ama evet” sloganıyla anılan bir grup insanın varlığı Türkiye solunun bir kesimi için rahatlatıcı bir işlev görmüştür. Hiç bir şey yapmadan sadece onlara küfür ederek “devrimci” kalınabilen bir kaç yıl yaşadığımızı söyleyebiliriz.
Şimdi de 15 Temmuz’dan bu yana bu nöbeti üstlenen Doğu Perinçek’in yanına Ataol Behramoğlu’nu da ekleyerek benzer bir rahatlama arayışına girilmesi tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu en az teslimiyet kadar tehlikelidir.
Geldiğimiz noktada “2019 stratejisi” koduyla süren tartışmalara baktığımızda solun, emekçilerin en geniş tanımıyla halkın bu tartışmalara etkin bir güç olarak giremediğin görüyoruz. Bunun kuşkusuz tek değil ama yine kuşkusuz önemli bir nedeni de moda deyimle söyleyecek olursak, “kripto” Behramoğlu çizgisinin gücüdür!
İktidar cephesi 2019’da yapılması gereken (ve pek çok kaynak tarafından erkene alınabileceği söylenen) seçimlere yönelik çalışmalarını büyük bir hızla sürdürüyor. OHAL koşullarının sağladığı ek olanaklarla ve daha önce olduğu gibi çeşit çeşit seçim hilelerine de başvurularak, sürecin bugüne kadar olduğu gibi devam edebilmesi için her şey yapacaklarını görebiliyoruz.
Bu durumda hiç lafı dolandırmaya, eğip bükmeye gerek yok; en kısa sürede devrimci bir seçim stratejisini de kapsayan yol haritamızı netleştirmek ve daha büyük bir kararlılıkla yola koyulmak zorundayız.
Emekçi halkın AKP/Saray rejimininin son bulmasında belirleyici bir rol oynamasını sağlamak isteyenlerin, önümüzdeki seçimlerde sandıkların korunmasını ve her düzeyde halkı gerçekten temsil eden adayların çıkarılmasını da kapsayan bir çalışmayı hemen başlatması gerekiyor.
Bu adımların atılmaya başlanması durumunda örneğin OHAL’in kaldırılması gibi başka başlıklarda da tekil ve ortak mücadeleler pekala verilebilir, hatta daha etkili verilebilir.
Ancak yapılmamasının doğal neticesi, AKP karşısında 15 yıldır bir biçimde direnen dinamik halk güçlerini CHP ve İYİ Parti gibi AKP’yi yenme olasılığı olmayan öznelere teslim edilmesidir.
Bu Behramoğlu’nun açıkça savunduğuna fiili olarak yol vermedir ve “Kripto Behramoğlu çizgisi” olarak adlandırılmasında hiçbir sakınca yoktur.
Somut olarak…
Bu aşamada pek çok tartışma yapabiliriz. Örneğin kişisel kanaatim Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yerel seçimler öncesinde ve 2018 içinde yapılma olasılığının diğer seçeneklere göre daha güçlü durduğudur. Bu tezin doğruluğu zamanımızın daraldığına işaret eder ancak tersi durumda da bugünden bir plan-program çıkarmanın ve çalışmaları
yoğunlaştırmanın hiç bir sakıncası olmayacağını ekleyebilirim.
Kuşkusuz eğer derdimiz sadece sandık ile sınırlı değilse…
AKP/Saray Rejimi kendi karşı-devrimci programlarını öyle veya böyle uygulamaya devam ediyor.Açık söylemek gerekirse tarihsel ve toplumsal açıdan baktığımızda kullanım süresi dolmuş bu yapının iktidarda kalabilmesini sağlayan, bağımsız ve güçlü bir emekçi halk muhalefetinin örgütlenmesi eksikliğidir.
Yanlış anlaşılmasın, sorun “halkımız”da değildir. Türkiye halkları, en azından 2013’ten bu yana alanlardan ve sandıklardan sesini yükseltmiş, gücünü ortaya koymuştur.
Eksiklik bu gücün bütünlüklü, devrimci bir program etrafında koordineli ve hedefli yürüyüşünün yaratılamamış olmasıdır. Halkın örgütlü gücünü yaratmak ve varlığından kuşku duymadığımız potansiyeli harekete geçirmek istiyorsak, somut-gerçekçi ve ikna edici mücadele hedeflerinin sarih biçimde ortaya konulması ön şarttır. Seçimin yapılıp, yapılmayacağı veya ne zaman yapılacağı bile belli değilken kendimizi seçimlerle sınırlandırmamamız gerektiğini söylemek elbette doğrudur, ancak iktidar dolu dizgin hazırlıklarını yapıyorken, “du bakalım,
n’olacak” diyerek kenarda beklemek yanlıştır.
Doğrudur, Erdoğan, sonucunu garantilenmediği bir seçimi göze alamaz, hatta sadece seçim kaybetti diye koltuğu bırakıp gitmeyeceği de kesindir. Bunun başka bir ifadesi 2019’da veya öncesinde yapılacak seçimlerin anlamının o ana kadar süren kavganın sonucunun tescillenmesinden ibaret olacağıdır.
Bugün yapılması gereken, bir taraftan kendi yakın ve orta vadeli “aktif hazırlık” planımızı sürdürürken bir taraftan da AKP’nin planlarını bozmaktır.
Soru ortada duruyor. Kendisini seçimle sınırlamayan ancak seçimlere hazır olmayı da kapsayan bütünlüklü bir devrimci seçenek ortaya konulmadığı durumda Erdoğan’ın istediği sonucu almasına nasıl engel olunabilir, kurduğu oyun nasıl bozulabilir ki?
Bu konuda gerekli adımları atmayanların “hepimiz Ataol Behramoğlu’yuz” diye bağırmalarına gerek yok, öyledirler.