Her kapıyı açan maymuncuk olarak 'dava'

“Dava”nın, halkın iradesinin üzerinde bir irade olarak örgütlenmesinin önüne şimdiden geçilmezse, yarın “dava” illüzyonuna kapılmış binlerce insanın, histeriklerini yönlendiren bir “derin” politika ile tüm toplum karşı karşıya kalabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun zamandır “dava” söylemini dilinden düşürmüyor. Bu bazen “birlik, kardeşlik” oluyor, bazen “kızıl elma”...

“Dava” söyleminin güçlü bir illüzyonu var bu yanıyla. İçini duruma, gündeme göre doldurabiliyor Erdoğan.

Örneğin bir operasyonla dış kapının dış mandalı haline getirilen ve sonrasında parti kurarak yolunu ayıran Davutoğlu’nu;  “Bu davaya ihanet edenler artık bu davanın saflarında yer alamazlar.” diyerek ötelemesi gibi. (26 Mart 2019 Adıyaman mitingi)

“İhanet”, “davayı satanlar” gibi ifadelerle davayı kutsal, yüce bir varlık olarak inşa eden Erdoğan, böylece kendisini de, “kutsanmış lider” olarak dokunulmaz kılmanın formülünü yaratmış oluyor.

Bunun dinsel retoriğinin eksikliği ise çabuk fark edilmiş olmalı ki, Diyanet İşleri Başkanı’nı, gittiği yerlerde yanına alıp poz vermeye ve iktidarın dinsel temasını öne çıkaran bir araç olarak kullanmaya başladı.

Hitler'i bir “Mesih” olarak tanıtmak için organizasyonlar yapan Goebbels ‘den aşırma yöntemlerin, Türkiye’ye özgü bir hali de diyebiliriz buna.

Goebbles’in, Almanya’nın savaşta aldığı yenilgileri, Alman bilim insanlarının yeni ve çok güçlü silahlar bulduğuna dair söylentiler yayarak gizlemeye çalışması gibi, iktidar da, ekonomik krizin yarattığı memnuniyetsizliğe karşı sürekli doğal gaz ve petrol rezervleri bulunduğu söyleyerek, seçmenini manipüle etmeye çalışıyor. (Benzerlikleri saymakla bitiremeyiz)

Sonuç alabilmek için, “dava” söylemini toplumsal illüzyonun, dini ise manipülasyonun bir öznesi haline getirmeye çalışan iktidar düşünürleri, dört bir koldan telaşla koşuşturuyorlar.

Özetle;

İktidarı tüm topluma “seçilmiş” kabul ettirmeye çalışan bir politika, siyaset sahnesinde daha fazla gövde gösterisi yapıyor.

Toplumsal rızayı “dava, beka, din” üzerinden almayı hedefleyen bu stratejinin, önümüzdeki seçim sürecinde kendisini daha fazla öne çıkaracağı ise kuşku götürmez kanımca. Seçeneksizliği bir seçenek hale getirme siyaseti de diyebiliriz buna.

“Güçlü lider, güçlü devlet, güçlü millet” söyleminin, ekonomik kriz, yağma, talan ve ayyuka çıkan rüşvet ilişkilerinin karşısında hızla etki gücünü kaybettiğini elbette iktidarın kendisi de görüyor ve tam bu noktada “Dava, Beka, Din” nakaratı, iktidarın bir retoriği olarak karşımıza çıkıyor.

Öte yandan, her kapıyı açan bir maymuncuk olarak kullanılan “dava” nın ne olduğu konusunda toplumun bir fikri var ama dağınık. Dağınıklığı toplayacak ve berraklaştıracak olan ise muhalefet partileri. 

“Dava”yı tütsüleyerek seçmeninin tepesinde gezdiren ve tüm toplumu “dava” ile kutsayan bu söylemi didiklemenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Partilerin programı olur, programlarında ilan ettiklerini hayata geçirmeyi vaat ederler ve her parti, programına uygun olarak politik argüman geliştirir. AKP’nin söyleminin bunun neresine oturduğu ise bir muamma. 

Her türlü yasadışılığın, talanın, yağmanın, rüşvetin “dava” üzerinden aklanması, bu söyleme yüklenen anlamın “derin” olduğu gerçeğini bize veriyor.

Anayasanın ve hukukun üstünde tutulan “dava”nın, gerçek amacı ve hedefleri gündem haline getirilmediğinde, illüzyon kendine geniş kurbanlar bulmakta hiç zorlanmayacaktır.

“Dava”nın, halkın iradesinin üzerinde bir irade olarak örgütlenmesinin önüne şimdiden geçilmezse, yarın “dava” illüzyonuna kapılmış binlerce insanın, histeriklerini yönlendiren bir “derin” politika ile tüm toplum karşı karşıya kalabilir.

“Dava” için cinayet işlemek, “dava” için kıyım yapmak, şiddeti kuşanmak, “allah için”, “lider için” diyerek kitlesel histeriler yaratmak, gücü elinde tutanların “zor” aracını kullanışlı kılmak için harekete geçirdiği bilindik bir yöntemdir.

Hepimiz bunu aklımızda tutmak zorundayız.