Hücum borusu

Emperyalizmin 7 yıllık Suriye operasyonunun en büyük ortaklarından biri olan Türkiye, son 2 yılda şekilden şekle giren ABD-Rusya itişmesinin içinde kendisine yer bulamaz hale geldi. Özellikle Suriye ordusu ile Rusya’nın İdlib’e yönelmesiyle birlikte Türkiye açısından kaçınılmaz son bir kol mesafesi kadar yaklaşmıştı.

İdlib’e yerleşen ve Türkiye’nin garantörlüğü altındaki silahlı gruplar, Suriye ve Rusya’nın İdlib’i alacağı belli olduktan sonra bir sıkışma içine düştüler. Ya yok olacaklardı ya da...

Ya da Türkiye tarafından kurtarılacak ve Suriye topraklarında yeni bir cebe yerleştirileceklerdi.

İdlib’teki silahlı grupların taşınması Türkiye için iki fayda sağlıyordu. Birincisi, Suriye’de bir kara gücünü kontrol eden unsur olarak Türkiye, Suriye masasındaki yerini korumuş, denklemden düşmemiş olacaktı. İkincisi ise, ÖSO adı altındaki grupların İdlib’ten Afrin’e taşınması ve Kürtlere saldırtılması, iç siyasetteki Kürt düşmanlığının pekiştirilmesi açısından işlevliydi.

Sonuçta, Türkiye, Afrin’e düzenlediği harekat ile birlikte İdlib’te biriktirdiği silahlı grupları bir başka Suriye kentine yerleştirerek Suriye denkleminden dışlanmanın önünü aldı. Ayrıca, Kürt düşmanlığının sunduğu ve sunacağı fayda ile ülkenin iç siyasetini de kendi çıkarları etrafında dizayn etmeyi başardı.

Velhasıl, savaştayız.

Saray Rejimi, silahlı gruplar eliyle Suriye’yi parçalayabilsin ve bu arada ülke içinde faşizan bir rejimi kurarken tüm muhalefeti hizaya çekebilsin diye savaştayız.

***

Ve hazin olan, Türkiye’de kendisine “sol” diyen kesimler içinde de bu savaşı savunanlar, savaşa gerekçe üretenler oldu.

CHP, bir düzen partisi olmanın bile açıklayamayacağı bir iştiyakla siperdeki yerini aldı. Savaşın, iktidardaki partinin kendi hesapları için çıkarıldığını, gencecik çocukların ölüme gönderilmesinin sadece Saray’ı güçlendireceğini söylemek yerine başkomutana selam çaktı. Dillerinden düşmeyen “milli çıkarlar”ın Saray tarafından tayin edildiğini ve aynı Saray’ın çok yakında kendilerini de “milli çıkarlar”a aykırı diye hedef alacağını bilmezden geldi.

Türkiye sol tarihinde ihbarcılığıyla meşhur olan ve uzun süredir Saray Rejimi’nin sol tekerleği konumunda yer alan bir grup “nasyonal sosyalist”, “ABD emperyalizmine karşı mücadele” masalıyla Türkiye’nin savaşa girmesine canhıraş destek verdi. Sorarsanız, Türkiye bir anti-emperyalizm destanı yazıyor ve vatan savunmasının sathı Afrin’den başlıyordu. Bu işbirlikçi grup, Afrin’den çıkacak destanın ABD’ye hizmet aşkıyla yazıldığını göremedi.

Dünyayı ve Türkiye siyasetini Suriye dışında bir mercekten görmeyi reddeden bir başka grup ise, harekatın Suriye rejimi ile birlikte yapılması halinde meşru olacağını, harekatla ilgili tek sorunun Suriye rejimiyle birlikte yapılmaması olduğunu söyledi. Deyim uygunsa, “Kürtleri Suriye ile birlikte vurun” demeye getirdi. Operasyonun Suriye’nin toprak bütünlüğü için değil, onun parçalanması için yürütüldüğüne inanmadı.

Kendilerine “komünist” demeyi seven noter tasdikli bir grup ise, Türkiye’deki Kürtlere kusamadığı nefretini Suriye analizlerinin arasına sıkıştırıp, Suriye’nin kuzeyinde ABD müttefiki terörist grupların olduğunu ve bunların Türkiye için bir tehdit oluşturduğunu söyleyip, AKP’nin de bir ABD müttefiki olması nedeniyle bu savaşı verme ehliyetine sahip olmadığını ileri sürdü. İnsanın “ABD müttefiki olmadığınıza göre buyurun, siz savaşın o zaman” diyesi geldi.

Türkiye, sadece yoksul halk çocuklarının ateş hattına gönderildiği bir savaşa, geniş bir mutabakat halinde girdi, giriyor. Kimisi “milli çıkarlar” diyerek, kimisi “anti-emperyalizm” diyerek, kimisi de “hepsi ABD maşası” diyerek Saray’ın önünü açtı, açıyor.

Velhasıl, hücum borusu çaldı, çalıyor. Birileri hazır ola geçti, geçiyor.

***

Derler ya, bir musibet bin nasihatten iyidir; işte şaşkınlık ve mide bulantısıyla izlediğimiz bu tablonun tek faydası bu oldu belki de.

Havada direniş ve mücadele rüzgarı eserken, Türkiye’nin ilerici ve halkçı birikimi soldan soldan yükselirken bu kıyıya yanaşanlar, solculuk prim yaparken solcu maskesi takanlar, solculuğun masumiyetinden ve meşruiyetinden kendilerine itibar devşirenler zor’u ve sopayı görünce yuvalarına koştu.

Başkomutanın bir ıslığı yetti.

Hücum borusu üflendi.

Neferler dizildi.

Hazır ola geçildi.

Ne diyelim, uğurlar olsun.

Bu günler geçecek elbet, ama bu günler unutulmayacak.

Tehdide, baskıya, nefrete rağmen barışı savunanlar, barış için kavga edenler kazanacak.

Türkiye’de ve Suriye’de emperyalist boyunduruk, gerici istila yıkılacak; halklar eşit ve özgür biçimde kendi geleceklerini kuracak.