Covid-19 daha çok solunum yollarını etkileyen bir bulaşıcı hastalık olarak değerlendirilse de dünya çapında yayılımı arttıkça vücutta böbrek, beyin ve bağırsaklar gibi başka organları etkilediğine ilişkin vakalar da görülmeye başladı. Öyle ki hafif şiddette geçirenlerde dahi kalp dokusunda hasar bırakabileceğine ilişkin bulgular paylaşıldı. Öyle görünüyor ki virüs yalnızca solunum yollarını etkilemiyor adeta içimize işliyor. Çok daha geniş bir zaman diliminden bakıldığındaysa bu içe işleme hali çok daha çarpıcı bir şekilde kendisini gösteriyor. Evrimsel süreçte atalarımızın ve bizim karşı karşıya kaldığımız virüsler adeta kimliğimizi oluşturan bir parça, bizi biz eden yapılar olarak biyolojik özelliklerimizi belirleyen genomumuza çakılmış bir biçimde karşımıza çıkıyor.
2001 yılında insan genom haritasını konu alan çalışma yayımlandığında insan genom dizisinin yeryüzünde bulunan pek çok türün nükleotid dizisini de şu ya da bu oranda içerdiği görüldü. Buna bakılarak insanın farklı organizmalara yakınlık ya da uzaklığı genetik düzeyde niceliksel olarak verilmeye, akrabalık haritaları çok daha incelikli olarak çıkarılmaya başlandı. Örneğin şempanze genom bakımından insana %96 civarında benzerlik gösterirken ökaryotik tek hücreli bir organizma olan bira mayası için bu benzerlik %23 civarındadır. Fakat insan genomuna ilişkin verilerden elde edilen bir sonuç ise çok daha şaşırtıcıydı. Başka organizmalara genom bakımından benzemenin ötesinde insan genomunun yaklaşık % 45’i virüsler ya da virüs benzeri parçalar tarafından oluşturulmuştu. Günümüzde genomumuz içinde şu ya da bu oranda aktif durumda olan retrovirüslerin oranı ise %8 civarıydı. Bunlar genom içinde oradan oraya sıçrayarak yer değiştirebilmektedir. İnsan genomunun yaklaşık %2’lik bir kısmının protein şifreleyen genler olduğu düşünülürse bu bile başlı başına önemli bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Bu durum bu viral yapıların insanın biyolojik özelliklerine, bilişsel yetilerine, sahip olduğu hastalıklara ve nihayet evrimine ciddi ölçüde katkı yaptığına işaret ediyordu. Tarihsel süreçte içimizde, bize kimliğimizi veren genomumuzda adeta bir pandemi yaşanmış, virüsler varoluşumuza imzalarını atmışlardı. Kuşkusuz bu virüsler bugün karşımızda olan SARS-Cov-2 ya da grip virüsü gibi tam anlamıyla etkin değildir, o biçimde hastalık yapmaz ve pek çok silahını yitirmiş kalıntı halinde genomumuzda bulunmaktadır. Virüslerle insan türü arasında bir tür karşılıklı önlem alma yarışı ve sonunda kabaca bir moleküler ödünleşme gerçekleşmiş, virüs asıl kimliğini kaybedip kalıntı halinde varlığını sürdürürken insan genomu virüsü kendi dengesini bozmayacak şekilde yapısında taşımaya devam etmiştir. Bu parçalar genoma yerleştiğinde ve genomun başka bölgelerine kendini kopyaladığında gittiği yer genin kendisi ya da gen düzenleyici bölgenin yakını olabilir. Bu elbette söz konusu viral parçanın gittiği yerdeki genin çalışmasına etki etme potansiyeli anlamına gelir. Genin içine girerek yapısını bozabilir ya da o genin çalışma düzenini değiştirebilir. Bu kimi zaman kanser, bazı nörolojik bozukluklar ya da başka hastalıklar gibi olumsuz bir sonuca yol açabileceği gibi yeni işlevlerin ya da çalışma kombinasyonlarının ortaya çıkması anlamına da gelmiştir. Buna ilişkin iyi bilinen bir örnek embriyo ve anne arasındaki besin, gaz alışverişini sağlayan plasenta oluşumunda önemli bir rol teşkil eden Syncytin 1 genidir. Bu gen embriyonun annenin uterusuna tutunmasını sağlayan özel bir protein üretir. Aslında bu gen, normalde hücreyi enfekte eden retrovirüsün hücreye tutunup membranıyla birleşerek içeri girmesini sağlayan HERV‑W isimli genidir. Dolayısıyla virüsün hücreyle birleşmesini sağlayan bu gen insan genomuna (ve farklı yapıda olmak kaydıyla başka bazı memelilerde de) yerleşmiş ve artık embriyo ile anne uterusu arasındaki birleşmeyi daha etkin bir şekilde sağlamak üzere kullanılmaya başlamıştır. Öte yandan burada etkin olan başka retrovirüsler bağışıklık sistemini baskılayarak annenin fetüsü reddetmesini de önlemektedir. Genomdaki bu tip viral kalıntıların sunduğu evrimsel avantajlardan biri de ürettikleri proteinlerin bir anti-viral olarak işlev görerek konağı dışarıdan gelecek benzer virüslere karşı korumasıdır. Zira normalde enfekte ettiği hücrede ürettiği protein başka virüslerin hücre içine girerken kullanacağı reseptörü bloke eder. Dolayısıyla kabaca içinde yer aldığı hücrenin sahibiymiş gibi davranarak aynı reseptörü kullanan başka virüslerin içeri girmesini engellemiş olur. Genomunda bu tür retrovirüs kalıntılarına sahip olan popülasyonlar dışarıdan gelen yeni virüslere karşı doğal seçilime uğrayabilir. İnsanda bulunan Supresin proteini HERV-F endojen retrovirüsü tarafından üretilmekte ve benzer bir süreçte işe karışmaktadır.
Viral kalıntıların biyolojimizi ve evrimimizi etkileme biçimine ilişkin başka pek çok örnek var ve bu etkiler sandığımızdan çok daha kapsamlı görünüyor. Fakat mevcut pandemiye karşı tarihsel ve evrimsel perspektiften bakınca içimizdeki pandemi bizi bir kez daha doğadaki diğer varlıklarla bir bütün içinde olduğumuzu hatırlatırken bizi biz eden virüslere başka bir gözle bakmanın zeminini de sunuyor.