Kuraldır; diktatörler, sağlam bir iradeye sahip oldukları inancını yaratırlar. Yalnız kendilerine, yakın çevrelerine, vatandaşlarına da değil, uluslararası ölçekte böyle bir fikir oluştururlar.
İşin aslı çok farklı olabilir. Bir veya birkaç sermaye grubuna, tarikatlara bağlı olabilirler mesela... Perde arkasında büyük güçlerle dans ediyor, dikkatli gözler için politikadaki tutarsızlık görülebiliyor olabilir. Genelde de böyledir. Ama onlar açısından esas olan, toplumsal ölçekte iradelerinin sarsılmaz olduğu düşüncesinin yerleşmiş olmasıdır. İradenin sağlamlığı, hem yandaşları kendine bağlamak hem de muhaliflerin inancını baltalamak açısından önem taşır. Emeğe, özgürlüklere ve demokrasiye saldırı, yolsuzluklar, politik tutarsızlıklar gibi aslında toplumsal hareketliliği tetikleyecek pek çok etkenin varlığında, kitleler nezdinde "rıza"yı üretmek, irade olmadan pek mümkün değildir.
Saray Rejimi adını verdiğimiz ve başında Tayyip Erdoğan'ın bulunduğu neo-faşist rejim için de yukarıdakiler geçerli. Hem yurt içinde hem yurt dışında verdiği mesajlar, kullandığı üslup, yakın çevresindekilere dönük artık bir rutine dönüşen tasfiyeler, 18 yılda tek bir muhalif liderle dahi yan yana programa katılmayışı gibi irili ufaklı birçok örnekten Tayyip Erdoğan için güç ideolojisinin ne denli önemli olduğunu anlayabiliyoruz.
Daha önce bu köşede yazılmıştı, tekrar edelim. Faşizan iktidarlar için esas olan süreklileşmiş yıkım ve savaştır. Bu yıkım ve savaş döngüsü, artık bir irade ve güç gösterisine dönüşmüştür. Bu bakımdan, "yapıcılık", "kalıcı bir inşa" mümkün olmadığı gibi, istenmez de...
Köşe yazısı için kısa sayılamayacak bu giriş, aslında son dönemde üst üste yaşadığımız olgulara nasıl bakabileceğimize ilişkin bir zemin sunma amacıyla yazıldı. İddiamız odur ki, AKP iktidarı ve onun nihai aşaması olan Saray Rejimi, bir "irade kırılması" ile karşı karşıyadır. Bunun halihazırda bir "çatlak" mı yoksa adlı adınca "kırık" mı olduğunu zaman gösterecek. Ama görebildiğimiz kadarıyla vaziyet, çatlağın ötesine geçildiğini anlatmaktadır. Geçerken belirtelim, kırılmaya ilerleyen irade sarsıntısını 2013 Gezi Direnişi ile başlatmak mümkün.
Suriye ile ilgili son dönemde en fazla duyduğumuz soru, dün Silivri'nin ardından da gündemimize geldi: AKP ne yapıyor?
Öncelikle bu soruya, AKP'nin "yapıcı", "inşa edici" bir karakteri olmadığı gerçeğinden hareketle yaklaşmayı öneriyorum. Ortada dört başı marur bir plan olmadığını, bir iktidar savaşından söz edebileceğimizi ve bu savaşın giderek RTE'nin yalnızlaştığı bir seyir izlediği anlaşılıyor. O yüzden, soru aslında "Ne oluyor?" şeklinde revize edilmeli.
"İrade kırılması"nı su yüzüne çıkaran gelişmelerin ise arkası kesilmiyor. AKP'ye karşı toplumsal öfke dalgasının şiddetini ve büyüklüğünü gösteren Gezi Direnişi'nin ve 7 Haziran seçimlerinin ardından, iktidar cephesinin "faşizm" ve "darbe" yöntemlerini kullanarak yanıt vermesi beklenirdi. Öyle de oldu... Şiddet dozunu yükseltmenin, 15 Temmuz'dan istifade etmenin yanı sıra, Kürt ve Suriye kartlarını kullanan ve görece başarılı da olan Saray'ın kırılganlığını artıran ise ekonomik kriz oldu. Yerel seçimlerde, İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyelerinin muhalefete geçmesi, Saray'ın sandıkta dahi "yenilebileceği"ni göstermesi bakımından önem taşıyordu.
Ve şimdi yeni bir aşamadayız...
ABD ve Rusya arasında flört ederek, yer yer her ikisine de "diklenerek" yürütülen siyaset, şimdi Putin'in sert darbeleriyle karşı karşıya. İdlib örneğinde, askeri cephedeki başarısızlığın yanına, hedefin belirsizliği ekleniyor. Hedefsiz bir savaşta yaşanan asker kayıplarını izah etmek zaten mümkün değilken Rusya gibi bir büyük güçten yenen tokatlar, güç ideolojisini de alt üst ediyor.
Fethullahçıların istedikleri yasal düzenlemelerin, üstelik 15 Temmuz'dan sonra bizzat AKP tarafından yaşama geçirilmesi ve bunun İlker Başbuğ gibi, iktidar blokunda etkisi olan bir isim tarafından zikredilmesi de iradeyi sarsan bir başka unsur olarak karşımıza çıktı.
Eskiden olsa, RTE için pekâlâ siyasi bir hamle fırsatına dönüştürülebilecek Gül-Babacan-Davutoğlu çıkışları ise şimdi belaltı vuruş etkisi gösteriyor.
Ve nihayet, Gezi davasında çıkan beraatler ve hemen ardından Osman Kavala'nın tekrar gözaltına alınması, iktidar-devlet ilişkilerindeki "ahenkte" yaşanan bozulmanın düzeyini gösteriyor.
Saray, bu mavrayı yine ezberlerine dönerek, güçlü olduğunu düşündüğü alanlardaki baskıyı artırarak aşmayı deneyecek. Ancak bu kez işi kolay değil...
İrade kırılmasını sosyalistler açısından devrimci bir atılıma çevirmenin yollarını ise bir sonraki yazıda tartışacağız.