İmamoğlu kararı ve kontrol savaşı
Saray güçsüz değil ancak gücü mutlak da değil. Sarayın planları var ancak her şeyi kurgulama yeteneği yok. Onun zayıflığı, halk nezdinde desteği erimesine rağmen ve biraz da bu yüzden fütursuzca davranabilmesinden kaynaklanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında dün verilen mahkeme kararı, tarihsel bir niteliğe sahip. Yargı bir kez daha siyasi bir araç olarak kullanıldı ve halkın iradesine darbe indirilmiş oldu. Halkın iradesine dönük bu darbenin faili elbette Recep Tayyip Erdoğan. Böyle bir adımın Erdoğan’a rağmen atılabileceğine inanmak saflık olur.
Ancak siyasi amacının, motivasyonunun ne olduğu üzerine tartışmamız ve toplumsal muhalefet açısından bir yön tayin etmemiz gerekir.
Önce köşe taşlarını yerlerine koyalım ki, hangi sınırlar içerisinde tartıştığımız belli olsun.
İster faşizan-otoriter bir rejim olsun, isterse görece demokratik bir rejim, iktidarlar siyasi süreçlerin her aşamasını başından sonuna kurgulayabilecek bir mutlak güce sahip değildir. Sınıflar mücadelesinin dinamikleri, her sınıfın kendi iç çelişkileri, kişisel hırslar, hesap hataları vb. hayati konularda dahi belirleyici olabilir.
İkincisi, anlar kadar süreçler de önemlidir. Süreçler başka şekilde ilerlemiş olsa kırılma noktası olarak anılacak anlar, önemsiz bir detaya dönüşebilir. O nedenle süreçleri takip etmek gerekir. Çağımızın kitle iletişim araçları, onların türü, meşrebi, bizi maalesef hep anlara odaklanmaya itiyor. Anı, iki cümlede anlatmak en büyük maharet sayılıyor. Ama değildir… O anın süreç içindeki yerine, bir anın süreci kırıp kırmadığına bakılmalıdır. Ve bu çoğu durumda basit bir şeye ihtiyaç duyar: Zaman. Biraz zaman geçmelidir ki, olguların akış yönü kavranabilsin.
Bu iki nedenden ötürü, burada yazılacaklar, noktası konmuş değerlendirmeler değil, yönü belirlerken dikkate alınması gereken, tartışmada veri sayılması gereken hususlar olacak. Başı sonu belli kurgular, kudretli öznelerin hatasız eylemleri ve süreci kırdığı kesinleşmiş anlar dünyasında değiliz. Tarih şu an yazılıyor.
1- Saray Rejimi, otoriter-faşizan bir yönetim biçimidir. Bu aynı zamanda şunu anlatıyor: Rejim sahipleri, meşruiyetlerini halkın demokratik tercihlerinden almak zorunda olmadıkları kararını çoktan verdiler. Attıkları adımların da şu ana kadar oldu gibi bundan sonra da bu karara uygun şekilde olması beklenmeli. Hapisteki siyasi tutsaklar, uygulanmayan AYM ve AİHM kararları, belediyelere atanan kayyumların ardından gelen İmamoğlu hamlesini, başka siyasi yasaklar, kolluk şiddetinin artması, medya sansürü, HDP’nin kapatılması kararı, seçimlerle ilgili iktidar lehine teknik kimi düzenlemeler de izleyebilir.
2- İçinde yaşadığımız sermaye düzeni yalnız siyasi iktidardan müteşekkil bir yapıyı anlatmıyor. Düzen güçleri dediğimizde, bunun içine iktidar, muhalefetin, asker ve sivil bürokrasinin bir bölümü, patron sınıfı, tarikat-cemaat-mafya türü yapılar, kimi uluslararası yapılar da giriyor. Daha önce de birkaç yazıda değinmiştim; düzen cephesinin, Türkiye’nin politik merkezinin mümkün olan en sağ çizgide kurulmasını zorlayacağından hiçbir kuşkum bulunmuyor. Yine düzen cephesi, AKP iktidarıyla kazanılmış mevzileri koruyacak bir hatta mevzilenmek istiyor. Bunun CHP-İYİ Parti ilişkilerini, CHP içi güç dengelerini, cumhurbaşkanı adaylık tercihlerini etkileyeceği, bu yönde müdahaleler geleceği açık olsa gerek. Dahası düzen cephesini veya düzen güçlerinin müdahalelerini altılı masa açısından dışsal değil iç bir faktör olarak tanımlamak gerekir. Altılı masa aynı zamanda bu müdahale ve etkilerin bizatihi kendisidir.
3- Kendine Meral Akşener’inki kadar demokrat, Ümit Özdağ’ınki kadar barışçı, Ali Babacan’ınki kadar kamucu, Ahmet Davutoğlu’nunki kadar laik bir yol arayan altılı masanın bu hali çatlaklarını, zayıflıklarını da yeterince sergiliyor. Masa katılaşmıyor. Bu yöndeki her çaba, siyasal İslam-sermaye çıkarları-milliyetçilik yönünü pekiştirip diğer tarafı güçsüz hale getiriyor. Öte yandan, düzen siyasetinin doğasında olan hırslar, köşe kapma oyunları burada da eksik kalmıyor. Dünya siyasi tarihi, bu tür hırslarla sırta saplanan bıçakların tarihidir aynı zamanda…
4- Bu tabloda, Ekrem İmamoğlu için verilen yargı kararını, Sarayın altılı masanın seçeneklerini dizayn etme, ipleri kendi kontrolüne alma girişimlerinden biri olarak okumak en akla yatkın açıklama olarak görülebilir. İmamoğlu’na siyasi yasağa ilişkin beklenen üst mahkeme kararı sopa olarak kullanılmaya başlanmış, altılı masa içindeki aday tartışmalarına çomak sokulmuş, “adayınızı nasıl belirleyeceğinize de ben karar vereceğim” denmiş oldu.
5- Saray güçsüz değil ancak gücü mutlak da değil. Sarayın planları var ancak her şeyi kurgulama yeteneği yok. Onun zayıflığı, halk nezdinde desteği erimesine rağmen ve biraz da bu yüzden fütursuzca davranabilmesinden kaynaklanıyor. Şimdi zor olsa da yapılması gereken bir iş var. Tek adam rejiminden kurtulacak bir bütünlüğe ulaşılması ve milim taviz verilmeden o bütünlükte kalınması gerekiyor. Emek, özgürlük, adalet ve barış isteyen milyonların sesini duymayan bir yaklaşımın bu bütünlüğü sağlayabilmesi olanaklı değil. Diyarbakır’daki hukuksuz kayyumla, İstanbul’daki siyasi yasağı buluşturamayan, iktidarın anayasa tuzağıyla tarikat aşkını bağdaştıramayan akıl saf dışı bırakılmalıdır.
6- Bütünlüğün sağlanıp sağlanamayacağını, nasıl sağlanacağını iyi niyetler değil güç dengesi belirleyecek. Siyasi yelpazenin emek cephesi halkın iradesini ne ölçüde temsil ederse, zayıflıklarla malul cumhur ve millet masalarının karşısına ne kadar sağlam çıkarsa tablo da o oranda değişir, dönüşür.
Siyasette her şeye yer var ama boşluğa, beklemeye, “kendiliğinden hallolur” demeye yer yok. İşimizi yapmaya devam edeceğiz…