Uzun bir süredir düzenli yazılarımıza ara vermiş olmamız nedeniyle önce özür dileyerek başlayalım.
Haklı bulunur mu bilmem ama bu aranın esas gerekçesinin yoğunlaşmış politik görevler olduğunu da eklemek isterim. Önce TKP Konferansı ile ilgili çalışmaların yoğunluğu, ardından yakın gelecekte sonuçlarını göreceğimizi umduğumuz somut iki girişimle ilgili görevler nedeniyle düzenli yazılar yazmak mümkün olamadı.
Henüz son hallerini almadığı için şimdilik ayrıntılı bilgi verme şansımız yok. Birbiriyle ilişkili bu iki görevden birincisi devrimci bir işçi partisinin yaratılması ile ilgili ve kısa süre sonra kamuoyu ile paylaşılabilecek duruma gelineceğini sanıyorum. İkincisi ise Türkiye sosyalist hareketinin 2019’a kadar sokakta ve sandıkta daha etkin bir güç olması, siyasal alanın dışına itilen milyonları yeniden özneleştirmek için, zorunlu bir ihtiyaç olarak gördüğümüz bir “mücadele birliği” zeminin yaratılması için süren arayış olduğunu söylemekle yetinelim.
Ayrı ayrı her iki başlık için çok sayıda kişi ve kurumla görüşmeler ve toplantılarla geçen bu sürecin bu yazının da konusunu seçmekte belirleyici bir yeri olduğunu söyleyerek konumuza geçelim.
Farklı konularda ve farklı düzeylerde yaptığımız pek çok görüşme esas olarak olumlu geçti diyebiliriz. Fakat azımsanmayacak sayıda muhatabımız durum değerlendirmesi kapsamında kendileri için ifade ettikleri ve bizi en çok rahatsız eden cümleyi de yazının başlığında görmüş olmalısınız.
Buna ek olarak geçmiş dönemin “ne kadar doğru okunduğu” ile ilgili, hatta genellikle sadece kendilerinin çok doğru okuduğu ile ilgili epey değerlendirme dinleme şansımız da oldu!
Şimdilik şu “haklı çıktık” meselesine girmeyip, sadece küçük not ile yetinelim. Bir, süreci en doğru biçimde okuyup, en doğru analizleri yaptıklarını iddia edenlerin buna rağmen neden ülkemizin bu karanlığa sürüklendiğini açıklama yükümlülükleri vardır. Görememek, okuyamamak bir eksiklik, bir zaaf olarak kabul edilebilir, fakat her şeyi mükemmel görüp, anlayan bir akla rağmen ülkemiz böylesi karanlık bir dönemden geçiyorsa bunun esas sorumlusu hep haklı çıkıp gereğini yapmayanlardır.
Türkiye’nin içinden geçtiği süreci anlamak, gidişata kesin olarak son verecek müdahalelerde bulunmanın yol ve yöntemlerini tartışmak, bu konuda denemeler yapmak son derece gerekli ve meşru girişimlerdir. Bu denemeler/girişimler sırasında hatalar, eksikler yapılması da olasılık dahilindedir. Hatasız, eksiksiz yürüyüş olamaz. Dolayısıyla, eleştiri hakkımız saklı kalmakla birlikte hiç kimse veya hiç bir topluluk için “neden böyle yürüyorsun” sorusunu sormaya hakkımız olmadığını düşünüyorum.
Yeter ki yürünsün, yeter ki ilerleyebilelim…
Tren sallama
İtirazımız yürüyüşe değil ama sürekli olarak yerinde sayan ve hatta geri düşen güçlerin yürüdüklerine inanmalarına…Hele buna bizim hatta ‘halkımızın’ inanmasını beklemeleri ise gerçekten çok garip, kitlesel bir hal alması ise düpedüz saçmalık.
Biliniyor, kimi zaman vagonun içinde olanlara gidiyor hissi vermek için aslında duran trenin sallanması yeterli olabiliyor. Üzülerek söylüyorum, Türkiye sosyalist hareketinin kimi bölmeleri için durum bundan ibaret. Bunu bilerek, isteyerek, örgütleyerek yapan haindir.
Çok şaşırtıcı ama vagonun içindekilerin bir kısmı artık ileriye bakma yeteneklerini de tümüyle yitirdikleri için kendilerini lokomotif olarak bile düşünebiliyorlar.
Sonda söyleyeceğimizi şimdiden söyleyebiliriz, duran bir trenin içinde mevcut sarsıntı nedeniyle veya vagon içinde hareket ederek iyi gittiğini düşünenlerin tümü büyük bir yanılgı içindedir.
“İyi gidiyoruz”, umutsuzluğun, karamsarlığın, korkaklığın, dükkancılığın sığınağıdır.
Yeni bir ayrılık başlığı
Pek derin bir analiz olmayacak ama Türkiye solunun bir kısmı mevcut durumundan bayağı bayağı memnun görünüyor. “Elden gelen bu, bu dönemi böyle geçirmek zorundayız, bir sonraki kırılmaya hazırlık yapıyoruz” vb. ekler bunun açıkça ifade edilememesi nedeniyle kurulmak zorunda olan cümlecikler…
Biz değiliz.
Solda bugün ayrışmanın en net ifadelerinden birisi budur.
Mesele tek başına diktatörlük değil
Türkiye’nin son 15 yıldır başında büyük bir bela olduğu doğrudur. Çeşitli nedenlerle ve nihayetinde baskı, zor ve şiddet kullanarak iktidarını sürdüren Tayyip Erdoğan’ın bu sürecin baş aktörü olduğu da hepimizin malumu. Ancak esas sorun, örneğin Kılıçdaroğlu’nun referandumdan neredeyse 1 yıl sonra çıkıp, “aslında yüzde 51.2 Hayır çıkmıştı” demesindedir. Demek ki, Türkiye halkları bu iktidara teslim olmayacaklarını, bunun için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını açık biçimde ortaya koymuştur. Sorun bunun politik önderliğini üstlenecek bir iradenin yokluğundadır.
Daha özel olarak bakarsak, tarihin söylediği bu iradenin oluşması için devrimci bir öznenin mutlak zorunluğu olduğudur ve kim ne derse desin geride kalan dönemin devrimciler açısından mutlaka aşılması gereken temel eksikliği budur.
Herkes kendine dair çeşitli değerlendirmeler yapma, belki gerekçeler bulma vb. hakkına sahip olsa da bu sonuç değişmiyor. Tarih bu dönemi, Türkiye halklarının önemli bir direnç potansiyeli taşıdığı ancak ülkenin devrimci güçlerinin buna önderlik edemediği bir dönem olarak yazmıştır.
İyi gitmek için…
İyi gidiyoruz diye düşünenler, aslında hareket etmediği için zincirlendiğinin farkında olmayan milyonlardan pek farklı bir durumda değiller. Hatta sanırım kendini sürekli kandırıp, bir süre sonra hayal ile gerçek arasındaki farkları karıştırdıkları için daha kötü durumda olduklarını bile söyleyebiliriz.
Bize olan öfkeleri ise, hareket ettikçe zincirlerinin farkına varmaları nedeniyledir, dolayısıyla bize kızgınlıklarının esas olarak zincirlerini fark etmelerinden kaynaklanıyor.
Ve tam bu nedenle hiç kusura bakılmasın rahatsız etmeye devam edeceğiz.
Daha önemlisi, geniş halk kesimlerinin içinde birikmiş devrimci enerji ve buna bağlı olarak gelişip, büyüme olasılığı çok yüksek olan potansiyel güç harekete geçirilip, gerçek bir devrimci işçi sınıfı partisi ve gerçek bir birleşik sosyalist odak oluştuğunda, bu sadece solun mevcut durumuna müdahale anlamına gelmeyecek.
Bugün solun içine dönük müdahalelerin en etkisiz olacağı kesitlerden birisindeyiz, tam tersi solun mevcut durumunu değiştirebilmek için gereken enerji de çok uzun yıllardır bulduğu her fırsatta kendisini etkin biçimde göstermekten geri durmayan milyonlardadır.
Bu kuvvet çeşitli düzlemlerde yeniden etkinleştirilmelidir.
Bizim inancımız Türkiye devrimci hareketinin birikiminin yarattığı potansiyelin, işçi sınıfımızın en kötü şartlarda bile ortaya koyduğu büyük gücün ve gerçek bir devrimci seçeceğin mutlaka kapsaması ve içselleştirmesi gereken gençlerin, hem bir devrimci sınıf partisinin inşasında, hem Türkiye’de etkin, bağımsız bir halk inisiyatifinin oluşumu için fazlasıyla yeterli olduğudur.
Bu kuvvetler devreye girdiğinde çok kısa süre içinde Türkiye’nin siyasal haritasında köklü değişimler yaşanacaktır.
İyi gitmiyoruz diye açık açık konuşma yazma gücünü buradan alıyoruz.
‘İyi gitmiyoruz’, umutsuzluğun, karamsarlığın değil bu duruma razı olmadığımızın, daha iyisini yapabileceğimizin ifadesidir.
Bu sefer geçmişten farklı olarak, Türkiye’nin siyasal haritasında yaşanacak değişim, sosyalist solda mevcut tablonun dağılıp, yeni bir konfigürasyon oluşumunun yolunu açacaktır.
Karanlığa ve statükoya sığınıp bugünlerin geçmesini bekleyen efsane anlatıcıları sadece teferruattır.