Kehanet değil, siyaset

Bugün Türkiye’de siyaset hakkında düşünen ve mücadele yürüten herkesin kafasında benzer sorular var.

AKP ile Kürt hareketi anlaştı mı?

Kürtlere özerklik karşılığında, Erdoğan’a başkanlık sözü verildi mi?

CHP ile MHP bir restorasyon hükümeti olacak mı?

Solu liberal dalgaya yedekleyecek bir proje oluşturuldu mu?

ABD AKP’nin ipini çekecek bir renkli devrim hazırlıyor mu?

Hiç kimse, bu ve buna benzer soruların deli saçması olduğunu söyleyemez elbette. Türkiye’nin yakın geleceği söz konusu olduğunda, bu sayılanların birkaç katı ihtimalin gerçekçi ve mümkün olduğu da açık.

O halde ne yapılacak? Tüm bu ihtimaller açıkken, sosyalist hareket nasıl siyaset üretip, siyasal tutum geliştirecek?

***

Siyasal düşüncenin ve mücadelenin belirgin bir bütünlük ve tutarlılık taşıması gerektiği herkes tarafından kabul edilir. Bunun için ise, siyasetin geçmiş, bugün ve gelecek bağlantıları içinde düşünülmesi zorunludur. Daha somut olarak söylersek, siyaset, içinde mücadele ettiğiniz toplumsal ve siyasal yapının temel özelliklerini, geçmişten gelen, bugünde şekillenen ve geleceğe evrilen boyutlarıyla kavramayı gerektirir.

Siyaset böylesi bir bütünlük ve tutarlılık içinde kavrandığı sürece, kimi beklenmedik olaylar ya da son derece olumsuz koşullar karşısında dahi, kurduğunuz bütünlüklü ve tutarlı hattı takip etmek mümkün hale gelir.

İyi de bu bütünlük ve tutarlılık nasıl sağlanacaktır?

Belki de soruyu daha açık sormak gerekir: Geçmiş ve bugün, somutluğu ve deneyimlenmiş olması nedeniyle bir “bilgi” olarak elimizin altında dururken, henüz somut bir görünüm kazanmamış ve deneyimlenmemiş olan gelecek hakkındaki “bilgi”yi nereden edinebiliriz?

Hiç uzatmadan şöyle yanıt verebiliriz: Edinemeyiz!

Geleceğin bir “bilgi” olarak kavranması, Marx’ın pozitivist bir hayal olarak eleştirip reddettiği yöntemin ta kendisidir çünkü. Gelecek, tanımı gereği, geçmişten gelen ve bugün devinmekte olan bir sürecin uzanımlarıyla biçimlenecektir, ancak bu uzanımın “olasılıklar alanı” hayli geniş, somut olarak biçimlenmesi de son derece çeşitlidir. Bu seçenekler arasından bir ya da birkaçını, geleceğin somut biçimlenmesi olarak şimdiden kesinleştirmek ve bunu bir “bilgi” düzeyinde tanımlamak mümkün değildir.

Gelecek bir “bilgi” konusu değildir yani.

Yapılabilecek olan ise, en fazla, kimi öngörülerde bulunmaktır.

***

Bu haliyle bıraktığımızda, bu tartışmanın bir tür bilinemezciliğe erişmesi ve giderek nihilizme dönüşmesi kaçınılmazdır elbette. Dolayısıyla, bir kez daha Marx’a ve onun yöntemine dönmek, marksist bilgi kuramına göz atmak gereklidir.

Marksist bilgi kuramı ile varoluşçu bilgi kuramı arasındaki en temel farklılıklardan biri, bilginin elde edilmesi sürecinde nasıl bir yol izleneceğidir. Marksizm açısından, tayin edici olan bütünlüğün bilgisidir. Varoluşçu kuram açısından ise, bilgi tek tek parçalardan toplanan bir “sonuç”tur. Mesele siyaset olduğunda, aradaki fark daha da anlaşılır hale geliyor. Bir marksist öncelikle içinde mücadele ettiği toplumsal ve siyasal yapıyı bütünlüklü biçimde kavrar ve söz konusu bütünlüğün parçalarına bu bilgiyle yaklaşırken, varoluşçu önce tek tek somut olgu ve görünümlere eğilir ve buralardan topladığı bilgiyi bütüne izafe eder.

Dolayısıyla, varoluşçu tarzda yapılan siyaset, öncelikle yakın gelecekte neler olacağına dair kesin ve nesnel bilgiler arar. Bu bilgiler olmadan siyaset üretemez, siyasal bir tutum geliştiremez. Marksist siyasetin üstünlüğü ve yaratıcılığı da buradadır. Çünkü toplumsal yapının geçmiş, bugün ve gelecek bağlantısı içinde kavranması, yani bütünlüğün bilgisine sahip olunması, verili bir andaki ve gelecekteki her bir olguya dair kesin bilgiler olmadan da siyaset yapabilme şansı sunar.

Bu anlamda, marksistler gelecekte ne olup olmayacağını bilen kahinler değillerdir.

Ve yine aynı nedenle, yani geleceğin bir “bilgi” konusu olmaması nedeniyle, marksistler bugünkü mücadelelerini geleceğin kehanetleri üzerine kurmak yerine, geleceği bugünün mücadeleleri ile şekillendirmeye çabalarlar.

O halde, bir “bilgi” konusu olmamasının ötesinde, gelecek başlı başına bir mücadele başlığıdır.

Peki “bilgi” değilse, öngörü de mi değildir? Gramsci’ye kulak verirsek, öngörü, ancak somut ve gerçek bir mücadele sayesinde elde edilebilir.

Yani siyaset, gelecek hakkındaki “bilgi”lerden ya da öngörülerden hareketle üretilen bir tavır değildir. Tam tersine, gelecek hakkındaki “bilgi” ve öngörü, bugünkü siyaset ve mücadeleden üretilir.

Yani siyaset, gelecekte ne olup biteceğini iyice görüp bildikten sonra geliştirilen ardıl bir faaliyet değildir. Siyaset, gelecekte ne olup biteceğini bugünden başlayarak belirleme mücadelesidir.

Yani siyaset, muhtemel sonuçlardan hareketle geliştirilen bir tutum değildir. Siyaset, sonucu bizzat yaratma etkinliğidir.

***

Somutlaştırmaya devam edelim.

Türkiye son derece hareketli ve karmaşık bir dönemden geçmektedir. Bu durum, yakın gelecekte yaşanabilecekler konusunda da dikkat çekici bir “olasılıklar alanı” yaratmaktadır. Ve sosyalist hareket, her biri çeşitli derecelerde ihtimal dahilinde olan bu alanı görerek siyaset üretmeye, siyasal tutum geliştirmeye çalışmaktadır. Böylesi bir tablo karşısında ne yapılması gerektiği ise, yukarıda özetlediğimiz yaklaşımda görülmektedir.

Sosyalist hareket, “AKP ile Kürt hareketi anlaştı”, “renkli devrim projesi başlatıldı”, “CHP-MHP restorasyonu planlandı” gibi kesin ve iddialı “bilgi”ler yaymaktan uzak durmalıdır. Bunların hepsinin mümkün olduğunu bilmeli, ama kendi güncel siyasal tutumunu buna göre kurmaya kalkmamalıdır.

Eğer gelecek bir mücadele konusuysa, sosyalist hareketin yaklaşımının temelinde, söz konusu geleceğin oluşumuna nasıl müdahale edeceği yatmalıdır.

Örneğin; AKP ile Kürt hareketi arasında bir anlaşma ihtimali varsa ve bu ihtimal ülkemizin kaderi açısından son derece olumsuz bir sonuç yaratacaksa, kenara çekilmek yerine, o anlaşmanın gerçekleşmemesi için neler yapması gerektiğine kafa yormalıdır.

Örneğin, CHP-MHP koalisyonu ile gerçekleştirilecek bir restorasyon pekala mümkünse, kenara çekilmek yerine, burjuvazinin restorasyon planlarını boşa düşürecek hamleleri planlamalıdır.

Örneğin, ABD’nin bölgemizde de uyguladığı renkli devrim türü bir operasyon ihtimal dahilindeyse, kenara çekilmek yerine, o operasyonun başarısız olması için neler yapması gerektiğini bulmalıdır.

Yani, sosyalist hareket, bir “bilgi” olamayacak kehanetlerine fazla kapılıp kenara çekilmek yerine, istediği, arzu ettiği, hedeflediği geleceği yaratmaya çaba harcamalıdır.

Çünkü sol, “aman ağzımızın tadı kaçmasın” diye kenara çekilirse, anlaşma da restorasyon da renkli devrim de ihtimal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşecektir.

Demek ki, yazının en başında sıraladığımız soruların yanıtı, sosyalist hareketin kendi pratiğinde gizlidir.