Kılıçdaroğlu’nun yolu ve göz kırpan Yetmez ama Evetçilik

Ne geçmişteki liberal Yetmez ama Evet furyası tesadüftü, ne bugün iktidara yanlamış durumdaki ulusalcılık… İlki AKP iktidarının bir Saray Rejimi'ne dönüşmesinin yollarını açtı, ikincisi ise söz konusu rejime ideolojik bir zırh sağladı. Her ikisi de argümanlarını sola, sosyalizme ait olduğu düşünülen kavram setinden türetti. Toplumda “solcu” olarak bilinen isimler tarafından temsil edildi. Böylece AKP, siyasi-ideolojik zeminde kendisinin tam karşısında konumlandığı düşünülen bir kesimi dahi ikna edebilme yeteneğine sahip bir parti haline gelmiş oldu. Üstelik, siyasi yelpazenin en temiz, en vicdanlı, en sahici tarafı olan “solda” yer alıyordu ikna edilenler. Önce özgürlük ve demokrasi kavramları iğdiş edildi, sonra “anti-emperyalizm ve bağımsızlık”. 

Liberalizm ile ulusalcılık daha önce birçok kez yaşandığı gibi el ele verip “müesses nizamı” koruyup kollama, sarıp sarmalama görevlerini ifa etmiş oldular. Bu kez “sol” takısıyla birlikte. 

Türkiye siyasetinde geride kalan birkaç ay ama özellikle de son birkaç hafta yeni bir hareketlenmeye sahne oluyor. Önce, halka sürekli “AKP gitti-gidiyor” diye vaaz verenlerin ortaya çıktığına tanık olduk. Bu vaizler, Covid ortamında emeğe karşı girişilen yoğun saldırılar karşısında suspus oldular, iktidarın şeriatçı hamlelerine karşı sessiz kalmayı tercih ettiler. Sığındıkları da şu meşhur “AKP gidici” palavrası oldu. “AKP gidici, provokasyon yaratmayalım, AKP gidici sermayeyi ürkütmeyelim, mütedeyyin kesimleri üzmeyelim…”

Sonra bu vaizlerin merkezinde toplaştığı parti konumundaki CHP’nin kurultayını izledik. “İktidar Kurultayı” olan adı dışında herhangi bir iddianın, herhangi bir ciddi tezin tartışıldığını ise görmedik. Aksine, başkan adaylarının “sola yakınsayan” çıkışlarının bastırılmaya çalışıldığı sahneler akıllarda kaldı. 

Ve CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ezici çoğunlukla kazandığı kurultayın hemen ardından üst üste açıklamalarıyla gündeme geldi. Gemisini en sağdaki limana yanaştırdı ve şimdi kimlerin inip kimlerin bineceğini seyrediyor. Muhtemelen oradaki işi bitince soldaki limana doğru gidecek şöyle uzaktan bir iki filika indirip canhıraş yetişmeye çalışanları toplayıp yoluna devam edecek. 
Cumhuriyet gazetesinden değerli gazeteci İpek Özbey’in sorularına verdiği yanıtta “Abdullah Gül’den neden korkulduğunu anlamadığını” söyledi. Ayasofya sorusuna verdiği yanıt “Oyuna gelmedik” şeklide oldu. Sonra bir Youtube kanalına çıktı, “Sağ-sol kavramlarıyla 21. yüzyılın sorunları çözülmez” deyiverdi. Üstelik aynı gün, bir esnaf kardeşimiz de kapitalizmin ne kadar kötü bir şey olduğunu anladığını anlatıyordu İyi Parti lideri Meral Akşener’e. 

Kılıçdaroğlu’nun sözleri, “mekanın sahibini” geri çağırıyordu. Davete icabet gecikmedi…

Madem, “özgürlük” denecek ama “laikçilik” yapılmayacaktı, madem sağ-sol kavramları geçmişte kalmıştı, Yetmez ama Evetçiler’den “neden korkuluyordu”? 

Zamanında Cumhurbaşkanlığı'nın kahvaltısına katılan şair Haydar Ergülen’in “Ben kendi adıma özür diliyorum” şeklindeki çıkışını da fırsat bilen Baskın Oran, Eser Karakaş, Elif Çakır, Şenol Karakaş, Murat Belge, Cafer Solgun, Ali Bayramoğlu, Ufuk Uras, Halil Berktay ve Yücel Sayman gibi isimler “Evetçiliğin” önemini anlatmaya başladılar orada burada…
Geçmişte Erdoğan’ın kendilerine ihtiyacı vardı, çekinmediler görev aldılar. Bu “aydınlarımız” iyi koku alıyor; Kılıçdaroğlu’nun çabasına bir omuz vermek gerektiğini fark edip devreye giriveriyorlar. 
Baskın Oran’ın yazdıklarına bakarsanız, tam AKP’yi Batı’daki “Hristiyan Demokrat” çizgiye getiriyormuş ki… Sonrası çok da önemli değil… Dünyayı kendilerinin yaratıp yaratmadığından emin olamadığımız bu aydınlarımızın elbette “Hristiyan Demokratların” tarihini, bu otoriterleşme döneminde Batı sağının nereden gelip nereye gittiğini, siyasal İslam’ın tarihteki yerini, Türkiye’deki misyonunu filan bilmeleri gerekmiyor. Bilmeseler de değiştirme kudretine sahip tanrısal varlıklar! Şimdi de muhtemelen Türkiye’nin yeni “mutedil” merkezini inşa edecekler. Kolay gelsin…

*

Gereksiz uzatmayalım. 

12 Eylül’ün yarattığı körleşme, AKP’yi var etti, ulusalcı ve liberal cenahta işlevli “solculuklar” yarattı, Saray Rejimi’ne giden yolun taşları böyle döşendi.

El birliğiyle giriştikleri çaba, siyasal-ideolojik düzlemin hep biraz daha sağa yatırılması dışında hiçbir anlam ifade etmiyor. Ve nihayet yarış sağcılar arasında olunca “siyasal İslamcı-faşist” olan şampiyonluk ipini göğüslüyor. 

İyi olan hiçbir şey mi yok?

Var elbet. Nasılsa son tahlilde “solu kendimize yedekleriz” deyip kulvarı tamamen boşaltıyorlar. 

Şimdi güçlü bir sosyalist alternatifi sahneye çıkarmanın tam zamanı…