Türkiye, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından, “kesintisiz darbeler süreci” denebilecek bir yörüngeye kesin olarak yerleşmiş görünüyor. Tabi, bu yörüngede darbelerin sahibi AKP/Saray Rejimi.
Esasında “kesintisiz darbeler süreci”nin başlangıcının 15 Temmuz öncesine götürülmesi gerekir. Zira İleri’nin farklı yazarları, daha dokunulmazlıkların kaldırılması Meclis’te oylanırken, yapılan şeyin bir darbe olduğunu ve Erdoğan’ın başkanlık sistemine fiili geçişi zorlamak adına mevcut rejimi art arda indirilecek darbelerle tasfiye etmeye çalışacağını yazmıştı.
Süreç, bir yanıyla bunun devamıdır, bir yanıyla ise arada gerçek bir askeri darbe girişiminin de olduğu ve şiddetlenerek hızlanan bir gidişattır.
OHAL yasasının sunduğu imkanlardan da tepe tepe faydalanan AKP/Saray Rejimi, ülkeyi 15 Temmuz’dan bu yana parlamentosuz, anayasasız, denetimsiz yönetmektedir.
Darbe ise, darbenin alası halihazırda AKP/Saray Rejimi tarafından yapılmaktadır yani.
Öte yandan, 14 yıl boyunca Cemaat’le el birliği içinde ülkemizi bir cehenneme çevirenler, adım başı “kandırıldık” diyerek bu kanlı ve hain işbirliğini, suç ortaklığını gizlemek telaşındadır.
Telaşın açıkça gözlendiği diğer bir başlık ise, uluslararası ilişkilerde yeni bir denge noktası yakalamak için atılan adımlardır.
Ve elbette, TSK’dan eğitime ve yargıya kadar devlet aygıtının tümünün çözülmesi ve tasfiyesi amacıyla sürdürülen operasyonlar da aynı telaşın ürünüdür.
Kısacası, AKP/Saray Rejimi, 15 Temmuz darbe girişimini savuşturmayı başardıktan sonra kendi hamleleriyle “kesintisiz darbeler süreci”ni başlatmıştır. Bu sürecin hedefi ise, Erdoğan’ın koşulsuz iktidarını temsil eden bir dikta rejimine geçiştir. Cemaat’e yönelik operasyonlardan tutun da Putin’e yapılan ziyarete kadar tüm adımların ardında, bir an önce dikta rejimini inşa etme ve kurumsallaştırma hesabı yatmaktadır.
Çokça yazılmış olduğu için bunları bir kenara bırakalım ve başlıktaki soruya odaklanalım.
Bu koşullar altında, sol ve sosyalist hareket kime karşı ve ne için mücadele etmeli?
Bu tür bir sorunun yanıtı esasında kolaydır, ancak bu yanıtın pratik olarak hayata geçirilmesi, akla gelen yanıta tutarlı biçimde sahip çıkılması o kadar kolay olmuyor anlaşılan.
O halde, bizim cephemizden netleşmiş olanı yazalım:
Bugün sosyalistlerin, tüm ilerici halk güçlerini de seferber etmeye uğraşarak yüklenmesi gereken karşıtlık, AKP/Saray Rejimi ve onun dikta inşası sürecidir. Kendisini Cemaat’e karşı konumlandıran, esas karşıtlığını Cemaat ile tarif eden bir siyasal hat, hem yürürlükte olan dikta inşasına körleşecek hem de geniş bir kitlenin AKP karşısında çelikleşmiş öfkesini yumuşatacaktır.
Cemaat’le mücadele edilmemeli midir peki? Herhalde, yukarıdaki cümleden bu sonucu çıkarmak için fazlasıyla zorlamak gerekir. Türkiye’de sosyalist hareketin son 14 yıl boyunca başat gündemlerinden biri Cemaat’in AKP ile işbirliği ve bu işbirliği sayesinde işlenen ortak suçlardır. Dolayısıyla, bugün AKP/Saray Rejimi karşıtlığına odaklanmak, Cemaat’le mücadele etmemek anlamına gelmediği gibi, Cemaat’le mücadelenin yolunun onun AKP ile suç ortaklığını teşhir etmekten geçtiğini de göstermektedir.
Demek ki, AKP/Saray Rejimi, hem mevcut iktidarın temsilcisi olarak hem de Cemaat’le suç ortaklığı nedeniyle bugünkü mücadelenin öncelikli muhatabı veya hedefi olmayı sürdürmektedir.
Gelelim ne için mücadele kısmına. Darbe girişiminden sonra iktidarın zorlaması ve dayatması, muhalefetin de basiretsizliği ve niyetsizliği nedeniyle rejimin bir bütün olarak korunmasını hedefleyen “milli mutabakat” çizgisi baskınlaşmıştır. Kuşkusuz, ortada ne “milli” ne de “mutabakat” olarak adlandırılacak bir şey vardır. Erdoğan’ın beklentisi, muhalefeti de kendi kurduğu podyuma kenar süsü yaparak, ülkenin tek lideri ve otoritesi olduğunu gösterebileceği bir şov sergilemektir.
Ancak bu şov tüm Türkiye’ye izletilirken, kapalı kapılar ardında Erdoğan’ın “normalleşmesi” hesapları yapılmaktadır. Daha açık bir deyişle, Erdoğan’ın yumuşaması, AKP/Saray Rejiminin evcilleşmesi, bu arada Cemaat’in tasfiyesi sayesinde devletteki ve toplumdaki gericileşmesinin dizginlenmesi gibi naif bile denemeyecek beklentiler yeşertilmektedir.
Eşme Ruhu’ndan sonra, bir de Yenikapı Ruhu pazarlanmaktadır yani.
İşte “ne için mücadele” sorusunun yanıtı da burada yatmaktadır.
AKP/Saray Rejimi, normalleşmesi beklenecek, normalleşirse diyalog geliştirilecek, normalleştikçe barış eli uzatılacak bir iktidar değildir.
Sosyalistlerin görevi de Türkiye’nin, AKP/Saray Rejiminin birazcık insancıllaşması umuduna kurban edilmesini önlemek, bu umudu pazarlayanları da AKP’nin yanına katıp ülkemizi bu kuşatmadan tümüyle kurtarmak için mücadeleyi yükseltmektir.
Çünkü AKP/Saray Rejimi ve onun 14 yıllık suç ortakları, barışılacak değil, yargılanacak bir iktidardır.