Kitlesel sosyalist parti: Risk

"Risk ise paradigmanın ne olduğu sorusuna yanıt bulamamakta değil, bu paradigma etrafında yoğunlaşmış bir kültürel-düşünsel üretimin sosyalist hareketi sarıp sarmalamamasından kaynaklanıyor."

Kumar risk içerir ama risk içeren her şey kumar değildir.

Her yeni adım, bir tercihi, birçok vazgeçişi içerir. Riskler belirlenir. Vazgeçilenlerden çoğunun birer yük, diğerlerinin de telafisi mümkün kayıplar olacağı hesap edilir; kazançların ise yeni bir nitel güç anlamına geleceği öngörülürse o adımı atmaya karar verilir.

Türkiye İşçi Partisi tarafından gündeme getirilen “kitlesel sosyalist parti” yolunda ilerleme adımında da tam bu hesaplar yapılmıştır.

Elbette, yola çıkarken dikkate alınan olası sorunların bir kısmı hayatta (henüz) karşılık bulmadı ama yeni sorunlar baş gösterdi. Bu yazı, doğal olarak, başlangıç noktasının değil, gelinen aşamanın izlerini taşıyarak, kitlesel sosyalist parti hamlesinin beraberinde getirdiği kimi riskleri ve bunlarla nasıl başa çıkılabileceğini tartışmaya açmak üzere kaleme alındı.

***

Türkiye’de sol-sosyalist görüşe sahip insanlar veya kadrolar arasında sol siyasetin sorunlarına ilişkin bir anket yapılsa, muhtemelen en çok verilen yanıt zayıflık, parçalanmışlık ve nicel azlık olacaktır. Ama yine aynı insanlar, konu anket olmaktan çıkıp gerçek hayata döndüğünde, büyüme yönünde atılan adımlara kuşkuyla yaklaşacak, geçmişte ne büyük hayal kırıklıkları yaşandığını anlatacak ve sizi önce başka şeylerin yapılması gerektiğine ikna etmeye çalışacaktır.

Büyümeden önce, sağlama alınması gereken şeyler olduğu, bir dünya görüşünde, programda, örgüt işletme ve siyaset yapma tarzında asgari bir ortaklaşma sağlanması gerektiği inkâr edilemez. Ancak muhtemelen yine sosyalistler bu kez asgari düzeyin ne olduğunda anlaşamayacak, kişisel tecrübelerinden çeşitli örnekler bulacaktır.

Öyleyse dikkate alınması gereken ve halen birincil olan risk, bir tür “mahalle baskısı” veya “mahalle muhafazakarlığı” olarak adlandırılabilir. Bu faktör göz ardı edilemez. Zira sosyalist hareket kitleselleşme hamlesini başka mahallelerden veya uzaydan getirilmiş insanlar öncülüğünde yapamaz. Kitlesel ölçekte siyaset yapma hamlesi, sosyalizm mücadelesinin çok değerli, deneyimli ve fedakâr kadrolarına rağmen değil, onların itkisiyle hayata geçebilir ve geçmektedir. Endişelerin sağlıklı bir şekilde, tarihsel ve güncel yanıtlarla karşılanması gerekir. Örnek olsun; “Popülizm mi yapıyoruz? Parlamentarist mi olduk? Ama şu Marksist klasikte şöyle okumuştuk?” benzeri sorulara dört başı mamur, anlaşılır, takiyye içermeyen yanıtlar vermeniz gerekir. Zira, sosyalist kadrolar, ne iyi ki sorgulayıcıdır ve inatçıdır. Emekçileri ilgilendiren bir talebin popüler olmasıyla popülizm arasında, parlamentoyu etkin kullanmakla parlamentarist olmak arasında nasıl farklar olduğu, Marksizm’in dogmatizm olmadığı, tarihsel ve güncel bağlamın nasıl ele alınması gerektiği, gerekirse her örnekte yeniden, ısrarla tartışılmalıdır.

Bu tartışma ve yeniden üretim sürecinde iki temel ilke ise esastır. Birincisi, toplumsal bir bağlam, bir karşılık oluşturmayan, tarafların toplumsal ölçeğe taşınacak önerilerini içermeyen hiçbir tartışma siyasi partinin yapması gereken bir tartışma değildir. Ve ikincisi, siyasi parti, tartışmak üzere bir araya gelmiş insanlar topluluğu tanımına sığmaz. Demek ki, her tartışma, onu yürütenler tarafından toplumsal ölçek, tartışmanın halk nezdindeki karşılığı gözetilerek ve yol almak üzere sorumluca yapılmalıdır. Demokratik merkeziyetçilik kuralları işletilmeli, kararla birlikte kolektivitenin kararına saygı duyularak topluca eyleme geçilmelidir.

***

İlkiyle bağlantılı bir diğer risk, “kadro” sorunudur.

Bu ara bölüme, asla olumsuz yanıt verilemeyecek bir tezle başlayalım: “Kadro olmadan, kitlesel sosyalist parti için yola çıkılamaz.”

Doğrudur ama kadro derken ne kastedildiği, daha da önemlisi ne önerildiği belli olmadığı için eksik bir tezdir.

Kadro kimdir? Kadro adanmışlık mıdır? Kadro deneyim midir? Kadro donanım ve birikim midir? Kadronun niteliği her koşulda aynı mıdır?

Kitlesel sosyalist partinin kadrosu kimdir?

Örneğin, toplumsal hareketlerle ilişki konusunda 1980-90’larda edindiği deneyimi ve kuşkuları 2020 dünyasına olduğu gibi yansıtan, bu açıdan dönüşüme kapalı bir sosyalist, gönül rahatlığıyla kitlesel sosyalist partinin kadrosu olarak adlandırılabilir mi? Aynı örnek üzerinden gidersek, bugünün kadrosu, toplumsal hareketlerin içinde yetişmiş, onun aktivizmiyle şekillenmiş, ama o dünyaya içkin tek yönlülüklerle ya da zaaflarla hesaplaşmaya kapalı biri midir?

Hayatının çok büyük bölümünü sol-sosyalist gruplar arasındaki tartışmalarla geçirmiş, olası “sapmaları” ayırt yeteneğiyle öne çıkmış bir sosyalist, toplumsal alana çıkma günü geldiğinde kendini rahatça yeni koşullara uyarlayabilir mi? Öte yandan, sol-sosyalist gelenekle hiç temas etmemiş, etrafını örgütlemekte çok mahir ama Marksizm’in dönüştürücü gücüne de mesafeli bir kişi yalnız örgütçü nitelikleriyle kadro olmayı hak eder mi?

Sosyalist bir partide kadronun, adanmışlık, dönüşüme ve dönüştürmeye açık olma gibi nitelikleri elbet olmalıdır. Ancak kitlesel sosyalist parti gibi pek çok kişi açısından “yeni” sayılabilecek bir hamle için, mezun olunduğunda hayata hazır olunacak bir eğitim paketi mevcut değildir. Aksini deneyenler olsa da aslında, sosyalist kadrolaşma süreci hiçbir zaman böyle olmamıştır. Ama günümüz Türkiye’sinde, kitlesel bir sosyalist partinin üyesi, esas olarak toplumsal ilişkiler içinde, mücadelede, çevresiyle birlikte düşünme/hareket etme/gerektiğinde öncülük yapma çabası içinde kadrolaşacaktır. Kadrolaşma politikasının esası da üyesini siyasal olana sevk etmek, şablonlardan arındırılmış bir temel donanım sağlamak ve adanmışlığı, dönüşüme ve dönüştürmeye açık olmayı test edebilmektir.

***

Kitlesel ölçekte siyaset ve büyümeyi öne koyan bir parti, tanımı gereği, toplumun farklı kesimlerinden yurttaşların, farklı toplumsal hareketlerden grupların katılımını murat eder. Üyelerin politik faaliyetlerinde program ve tüzük bir çerçeve sunsa da hassasiyetler, alışkanlıklar, gündemler, hitap edilmesi gerektiği düşünülen kesimler farklılaşabilmektedir. İnsanlar değişik saiklerle, farklı yolları izleyerek veya birbirinden ayrı etkileşimler sonucunda üye olsalar da partiyi ve partililiği anlatan şey kesişimsellik vb. değil bütünselliktir. Partide kürekler bütünsel olana doğru çekilmedikçe, her farklı hassasiyet doğal olarak kendi tarafına doğru yol alınmasını talep edecektir. Üstelik, bu talepler çoğunlukla, dışarıya değil de partiye bir ayar verme eğilimine sahiptir. Çünkü pek çok toplumsal hareketin çıkışında, bütünlüklü bir politik programa sahip olmaktan ziyade, iktidarlara veya sempati duyulan siyasi partilere baskı unsuru olma misyonu başattır. Bu anlayışla birlikte, partilerin içleri birer oyun/mücadele alanı haline gelmekte, hassas olunan başlığa ilişkin görülen arızalar bertaraf edilmeye çalışılmakta, bu anlamıyla “steril ortamlar/kurtarılmış bölgeler” yaratılmaya çalışılmaktadır.

Çözüm, tüm mücadele veya hassasiyet başlıklarına eş zamanlı ve aynı şiddette politikalar üretmek değildir. Ne ki, çözüm, bu alanların inkarına da dayanamaz.

Yine hazır bir reçete önermemekle beraber, yüzlerin içeriye değil parti dışına dönmesiyle işe başlanabilir. Zira, çoğu durumda halka anlatmak, oraya çözümler üretmek, oradaki gerçeklikle yüzleşmek en öğretici, dönüştürücü ve sadeleştirici olandır.

Ama yetmeyecektir…

Herhangi biri bir sosyalist partiyi, hayvan haklarını en çok o partinin savunduğunu düşündüğü için destekleyebilir. Ama o kişi artık partili olduğunda, hayvan haklarının en radikal savunusunu hayata geçirmek üzere değil hayvan haklarıyla örneğin emek mücadelesinin bütünlüğüne bakabilmek üzere donanmalıdır. Aynı şekilde parti de kendi programatik hedefleri çerçevesinde, kurduğu politik hiyerarşi içerisinde, farklı toplumsal mücadele alanlarından nasıl zenginleşebileceğini hesap edebilmelidir. Sosyalizm, bu bütünlüğü bünyesinde barındıran ve halka sunabilecek bir dünya görüşüdür.

***

Onlarca farklı risk faktörü arasından, bu köşe yazısı için belirlediğimiz sonuncusu, belki de görece en ciddi olanıdır.

Türkiye İşçi Partisi’nin hem tarihsel hem de güncel deneyimi, sosyalist siyasetin toplumsal bir karşılık yaratabileceğini gösteriyor. TİP, 1960’ların ortalarında binlerce üyeye, yüzbinlerin oy desteğine erişebilmiştir. Henüz yolun başında olsa da TİP bugün de benzer bir potansiyeli ortaya koyuyor.

Birinci TİP’in çıkışında, onun politik ve örgütsel şekillenişini de neredeyse çerçeveleyen, kültürel-sanatsal-düşünsel olarak üretilen ve irdelenen bir paradigma vardı: Hem bir bütün olarak Türkiye’nin hem de nüfusun önemli bir kısmının geri kalmışlığı/geri bırakılmışlığı…

O TİP’in yazgısında, bu geri kalmışlıktan nasıl kurtulacağı sorusuna yanıt üretmek vardı. İçine doğduğu siyasi-iktisadi, düşünsel ve kültürel ortam TİP’i bu soruyla kuşatıyor, o da bu soruya dönemin aydınlarının üretkenliğini kuşanarak ama işçi ve köylülere sırtını dayayarak yanıtlar üretiyordu.

Bu yazıda, bugünün paradigmasının ne olduğuna ilişkin uzun bir tartışma yapılmayacak. Ama güncel paradigmanın, a) “muazzam gelişen teknoloji” ile, b) “uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, güvencesizlik, geleceksizlik, kaybolan emniyet hissi, yıkıma uğrayan ekolojiyle birlikte elimizden kayıp giden yaşam” arasındaki müthiş çatışmada yattığı görülüyor.

Risk ise paradigmanın ne olduğu sorusuna yanıt bulamamaktan değil, bu paradigma etrafında yoğunlaşmış bir kültürel-düşünsel üretimin sosyalist hareketi sarıp sarmalamamasından kaynaklanıyor. Bu üretim yok değil yetersiz; sosyalizm düşüncesiyle henüz pek az etkileşime girdi; zaten sosyalistler de bu çerçevede bir üretkenliğe henüz hazır değil. “Yenilgi dönemi sonrasında sosyalist hareket için sıra daha hayal kurmaya, hayal kurdurmaya gelmedi” denebilir. “Kültürel bir çoraklaşma hakim” denebilir. Gerekçeler bulunabilir…

Ama çare üzerine düşünülmediğinde, sosyalizmin birkaç kuşağı daha kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bilinmeli.

Bu risk, yukarıda sayılanlar gibi, kitlesel sosyalist parti tercihinin beraberinde getirdiği bir risk elbette değil. Ama kitlesel sosyalist partiyi kırılgan hale getiren en önemli faktörün ne olduğu sorgulandığında, kadro yetersizliği, bütünlüğü gözetmeyen üye profili vb. gerçek meseleler veya parlamentarizm, popülizm vb. sözde tehlikelerden ziyade, sosyalistleri kuşatmayan o kültür haresi üzerine düşünülmelidir.

Risk budur…

Fark edenler varsa, çaresi de bulunur.

Yazı dizisinin ilk bölümü için tıklayınız: Kitlesel sosyalist parti: İhtiyaç