Tarihte bazı anlar vardır. O ana kadar karmaşık ya da örtük görünen tüm gerçekler ortaya çıkıverir. O ana kadar gizlenebilmiş ya da boyanabilmiş tüm suretler belirginleşiverir. O ana kadar göze çarpmayan ya da dikkati çekmeyen tüm maskeler düşüverir.
Roboski ve Reyhanlı katliamlarının ardından olanlar böyleydi mesela. Ya da Haziran’daki Gezi Direnişi sırasında yaşananlar.
Kobane’ye yönelik IŞİD saldırısını izleyen olaylar ve gelişmeler, bir kez daha, o anı anlatmaktadır.
Gerçeklerin ortaya çıktığı, suretlerin belirginleştiği, maskelerin düştüğü o an.
Şimdi gözümüzün önünde cisimleşen de, AKP’nin ülke içinde ve bölgemizde tüm bir gerici ittifakın mümessili olarak podyumda belirdiği o andır.
Kriminal benzetmelerin hepsini geride bırakır ölçüde vahşi bir çete olan IŞİD’in, bizzat ABD ve AKP tarafından semirtildiği, artık tartışma gerektirmiyor.
ABD’nin ve AKP’nin, IŞİD çetesinin saldırganlığını kullanarak bölgeye yerleşmeye çalıştığı, Suriye’deki direnişin kırılması için buradan yeni bir hamle oluşturmayı amaçladığı da biliniyor.
Kürtlerin seküler ve solcu unsurlarının tasfiye edilmesi ve Kürt hareketinin Suriye’ye karşı yürütülen komplonun bir parçası haline getirilebilmesi için IŞİD vahşetinin bir şantaja dönüştürüldüğünü de Davutoğlu’nun sözleriyle açıkça öğrenmiş olduk.
Ama yetmiyor. Bunlar gerçeğin bütününü ifade etmek için yeterli olmuyor. Herkesin bildiği, artık bir ezber haline gelmiş olgular, karşı karşıya bulunduğumuz gerçekliği eksiksiz tasvir edecek kudrete erişemiyor.
Çünkü gerçeklik, boydan boya yayılan ve bizi azgın bir düşmanla burun buruna getiren bir karanlığı işaret ediyor.
Gerçeklik, olguların dehşetinin ve çarpıcılığının ötesine taşarak, kökten ve ölümcül bir bütünsellik taşıyor.
Gerçeklik, sadece bizim ülkemizde değil, tüm Ortadoğu’da, ABD emperyalizmine uşaklık aşkıyla, ve ilaveten gerici zihniyetinin fetih hırsıyla, AKP’nin ve Erdoğan’ın halkların ilerici birikimine, aydınlanmacı ve seküler taleplerine, eşitlik ve özgürlük mücadelelerine karşı açılmış savaşın komutanlık kademesine gözünü dikmesidir.
Daha yalın ifade edelim: AKP ve Erdoğan, imam hatiplerden ya da Suriye rejiminin düşürülmesinden ibaret olmayan, çok geniş bir coğrafyada laikliğin, ilericiliğin, çağdaşlığın tüm izlerinin kazınması için yürütülen operasyonda dinci gericiliğin ve terörün uluslararası temsilciliğine soyunmuştur.
Bu, artık, sınırlardan yabancı cihatçı geçişine izin verilmesinden ya da dinci çetelere mühimmat sağlanmasından öte bir durumdur. Bu, basbayağı bir rol ya da rütbe talebine işaret etmektedir.
AKP ve Erdoğan, Türkiye’de ve bölgede dinci gericiliğin her türlü versiyonunu kendisinin temsil ettiğini, etmesi gerektiğini düşünmektedir.
AKP ve Erdoğan, ABD emperyalizminin bölgenin seküler dinamiklerinin etkisizleştirilmesi ve mevcut direncin kırılması için ihtiyaç duyduğu gerici çetelerin ipinin kendisine verilmesi gerektiğine inanmaktadır.
AKP ve Erdoğan, tüm bölgede dinci ve gerici operasyonların kendi hamiliği ve temsiliyeti altında yürütülmesini istemektedir.
IŞİD terörünün bu ölçüde palazlandırılması, AKP’nin ve Erdoğan’ın masaya sunduğu kozlardan biridir. Diyarbakır’da Hizbullahçıların, İstanbul’da ülkücülerin, aynı zamanda polisin ve askerin, dün itibariyle cinayetlerine kaldıkları yerden devam etmesi, AKP’nin “elimizin altında bu güçler de var” diyebilmesini sağlamıştır.
Özetle AKP ve Erdoğan, bir yanda IŞİD’i, öte yanda İhvan’ı, içerde hizbulkontrayı, ülkücü çeteleri, polisi ve askeri, yani tüm bir gerici cepheyi elinde tuttuğunu, bunların kontrollü ve planlı bir biçimde hareket ettirilmesi için kendisine istediği rütbenin verilmesi gerektiğini söylemektedir.
Gerçekten elinde tutuyor mu, bu istek karşılanır mı, elde başka koz var mı; bunlar tartışmaya açık. Ancak AKP ve Erdoğan’ın, artık bütünüyle bir “rejim” haline geldiği de inkar edilemez.
AKP, şimdiye kadar defalarca dile getirildiği gibi, zaten herhangi bir hükümet ya da parti değildir. Erdoğan da, diğer burjuva politikacıları gibi sıradan bir lider olmamıştır. AKP ve Erdoğan, ülkede ve bölgede yaşanan bir dizi gerici dönüşümün hırslı ve gözü kara oyuncularındandır.
Ve nihayetinde, AKP ve Erdoğan, Türkiye’de ve Ortadoğu’da, tüm çevresine gericilik ve vahşet taşıyan bir rejime dönüşmüşlerdir. Rejim ile parti, devlet ile hükümet arasındaki klasik ayrımlar, AKP ve Erdoğan söz konusu olduğunda, işe yarar olmaktan çıkmıştır.
Başta söz ettiğimiz “o an”, AKP rejiminin, Erdoğan rejiminin fotoğrafını tüm berraklığı ile gözümüzün önüne sermektedir.
Bu yüzden, AKP rejimine, Erdoğan rejimine karşı yürütülen mücadelede, tüm ilerici güçlerin yan yana gelmesi gerekliliktir. Rejimin bütününe karşı çıkabilmek için, halkların ilerici ve özgürlükçü kesimlerinin bütününün omuz omuza vermesi gerekmektedir.
Sadece Türkiye’de değil, bölgemizin her yerinde, AKP ve Erdoğan’ın gerici ve lanetli rejimine direnmek ve onu yerin dibine geçirmek öncelikli görevdir.
AKP ve Erdoğan rejiminden kurtulmak için, bu gerici saldırıya hak ettiği türden bir yanıt vermek için, okulunun imam hatibe dönüştürülmesine, parklarının rezidansa çevrilmesine, yaşam tarzının yasaklarla engellenmesine, iş cinayetlerine kurban edilmeye, zorunlu din derslerine, kısacası dinci gericiliğin her türlü saldırısına karşı bir araya gelmek şarttır.
Çünkü çocuklara türban takılması ile Kobane’de Kürt halkının vahşete kurban edilmesi, bir ve aynı rejimin arzusudur. İnşaatlarda, madenlerde işlenen cinayetlerle, Kobane’de akıtılan kandan, bir ve aynı rejim sorumludur. Kadınların tecavüz tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılmasıyla, Kobane’nin gerici terörist çetelerle dört bir yandan kuşatılması, bir ve aynı rejimin sonucudur.
İşte bundan dolayıdır ki, Kobane değil, AKP düşmelidir.
Kobane, Türkiye’nin ve bölgenin tüm ilerici güçlerinin desteğiyle direnmeli, o direndikçe AKP ve Erdoğan’ın sonunun geleceği görülmelidir.