Türkiye’nin yakın geleceğine dair iki alandaki öngörüler giderek güç kazanıyor. Bunlardan ilki yaklaşmakta olan ekonomik kriz. İkincisi ise, Saray’ın Meclis’te azınlığa düşmesini de ifade eden siyasal kriz ya da sistem krizi.
Bir ülkenin yakın geleceği bu tür ihtimaller barındırıyorsa, sosyalist hareketin de tüm planlarını ve hazırlıklarını buna uygun biçimde yapması beklenir. Oysa sosyalist hareketin bir bölümünün, hazırlık yapma ihtiyacından bahsedip sürekli birbiriyle dalaşmaktan, bir başkasına laf sokmaktan başka bir şey yapmadığı da görünüyor.
Peki tablo nedir, neler yapılabilir?
***
Ekonomik krizle ilgili söylenenler belirli bir netliğe ulaşmış durumda. Yorumcuların ortak kanaati, yaklaşmakta olan çöküşün kolay kolay önlenemeyeceği, asıl etkilerinin de önümüzdeki 3-6 aylık kesitte ortaya çıkacağı yönünde. Bu, ekonomik kriz gündeminin sadece 24 Haziran öncesinde değil, 24 Haziran sonrasında da başat mücadele başlıklarından biri olacağı anlamına geliyor.
Neden mücadele? Çünkü kapitalizmin krizlerinde kuraldır: Krizin yükü emekçi sınıflara yıkılır. Sermaye kesimleri ise, kendilerinin sorumluluğunda olan krizden daha da zenginleşmek, daha fazla servet biriktirmek, daha çok kamu varlığına el koymak için yararlanır. Yani burjuvazinin krizden çıkış programı, emekçi halkın daha fazla yoksullaştırılması, borçlandırılması, köleleştirilmesidir.
İşte mücadelenin alanı burasıdır ve burada, sadece negatif bir söylemle, sadece ilenen bir tepkisellikle yetinmeyip krizin sorumlularından hesap sormayı da içeren bir çıkış programının, kapitalizmin krizine karşı halkçı ve kamucu bir kalkınma programının oluşturulması gerekiyor.
Aksi takdirde, ne krize karşı bir halk örgütlülüğü yaratmak, ne de krizin halkçı bir seçenekle aşılmasını sağlamak mümkün olacak. Hazırlıksa, öncelikle bunun hazırlığının yapılması şart.
***
Saray Rejimi’nin Türkiye’ye dayattığı Başkanlık modeli, daha ilk seçimde bir kriz ihtimaliyle karşı karşıya kalmış durumda. Modelde öngörülmemiş bir kriz değil bu, ancak toplumsal karşılıkları fazla hesap edilmemiş görünüyor. O kriz de rejim modelinin, sistemin iç mantığının tekleşme dışında işleyemez halde olmasından kaynaklanıyor.
AKP-MHP ittifakının Meclis’te azınlığa düşme ihtimalinin her geçen gün yükselmesi bu krizi daha da yaklaştırırken, Saray cephesinde krizi çözmek için bir seçenek veya yol geliştirildiğini de söyleyemeyiz henüz. Zira AKP-MHP grubunun Meclis’te azınlığa düşmesi, sistemin iki ayağı olan Başkanlık ile Meclis arasında bir yetki ve güç çekişmesinin ortaya çıkmasına da neden olacak.
Mevcut modelde böylesi bir durumda devreye sokulacak güvenceler sağlanmış durumda aslında; örneğin Başkan’ın Meclis’i feshederek yeniden seçime gitme yetkisi var. Ancak bunu yapabilmek için Başkanlık seçiminin de yinelenmesi gerekecek, fakat böylesi bir riskin göze alınıp alınamayacağı hayli belirsiz. Dahası, 24 Haziran’a giderken bile alarm zilleri çalan bir ekonomide, kısa sürede ikinci bir seçim dayatmasının ağır sonuçları olacağı da görülebilir.
Ancak, AKP-MHP ittifakının Meclis’te azınlığa düştüğü her senaryoda, Meclis’in bir ‘muharebe’ alanına dönüşeceği, sistem krizinin mücadele başlıklarından biri haline geleceği kesin görünüyor. Saray açısından HDP’nin baraj altında bırakılması, tam da bu yüzden yaşamsal önemde zaten. Çünkü bu tablo, ancak ve sadece HDP barajı aşarsa söz konusu olabiliyor.
***
Buraya kadarı sosyalist hareket açısından bilinmeyen şeyler değil. Ancak bu noktada durmak da sosyalist hareket için yeterli değil.
Yaklaşan ekonomik krizin faturasının emekçi halka kesilmemesi için neler yapılabilir?
Muhtemel bir sistem krizinde halkın siyasete katılımı ve örgütlenmesi için neler yapılabilir?
Bunlar yakıcı, acil ve hamasetten uzak biçimde yanıtlanması, hazırlıklarına şimdiden başlanması gereken sorunlar. Oysa sosyalist hareketin bir bölümü, yatıp kalkıp Meclis’e girecek olan sosyalist adaylara çamur atmakla, sosyalist adayların ayağına çelme takmakla meşgul. Bunu yaparken de en devrimci, en radikal, en keskin söylemi kullanmaktan imtina etmiyorlar tabi.
Haksız olanın en çok bağırmasına benzer bir psikoloji olsa gerek.
Türkiye’nin içinden geçtiği sürece ve 24 Haziran öncesi ile sonrasına yukarıda işaret ettiğimiz ihtimaller çerçevesinde bakan bizler ise, atılan her adımın, alınan her kararın, çizilen her planın 24 Haziran’dan sonra ortaya çıkacak tabloya devrimci bir müdahalede bulunabilmek için gerekli olan hazırlıklar olduğunu söylemek, kavramak, böyle yaklaşmak durumundayız.
Sosyalist adayların çalışma yürüttüğü her bölgede yerel, gerçek yurttaşlardan kurulu ve tabandan yükselen bir meclisleşmenin örgütlenmesi, bu hazırlıkların ilk ve en somut ayağıdır. Bu meclislerde toplanacak iradeyi Meclis’e taşımak; sokakta süregiden mücadelenin gücünü sırtlanıp Meclis’i kendilerine tapulayanların rahatını bozmak; Meclis’i düzen partilerinin top çevirdiği bir saha olmaktan çıkarıp halkın taleplerinin ve çıkarlarının kavgasının verildiği bir zemine dönüştürmek, ancak böyle mümkün olur.
Böylesi bir meclisleşme ve örgütlenme fikrine sosyalist hareketin genelinde bir itiraz bulmak mümkün olmaz. Ancak kimileri, bu meclisleşmenin ve örgütlenmenin Meclis’e taşınmasını CHP’li veya HDP’li vekillere bırakmayı, onlardan ricacı olmayı daha devrimci bir yol olarak görüyor herhalde.
Oysa halkın iradesinin siyasete yansıması amaçlanıyorsa, halkın talepleri ve çıkarları kadar halkın temsilcilerinin de Meclis’e taşınması gerekir.
“Halkın temsilcileri Meclis’e girmesin, ama halkın talepleri ve çıkarları düzen partilerinin içindeki ilerici vekiller tarafından Meclis’e taşınsın” demek, halkın parlamentoda temsil edilmesine hep limoni bakan burjuvazinin de Saray gericiliğinin de memnuniyetle karşılayacağı bir şeydir.
Bu garip yaklaşıma bir “akıl tutulması” demeyi de düşünebilirdik, ancak burada ne akıl ne de niyet var.
Hangi veriye dayandığı belli olmayan; doğru düzgün bir çözümlemeden geçirilmemiş; çoğunlukla söylenti ve dedikodu biçiminde dolaşıma sokulan; sadece kendi tekkesini ve kendi ikbalini ilgilendiren gerekçeleri tüm sosyalist hareketin kabullenmesini bekleyen; sürekli hazırlık yapma ihtiyacından bahsederken hiçbir somut hazırlık yapmaya vakit bulamayan; kendini konuşmanın şehvetine kaptırıp eleştiri sınırlarını aşan ve neredeyse sosyalist adayların Meclis’e girememesi için karşı-propaganda yapar hale gelen bu tutuma uyan bir dize, Sophokles sağolsun, var en azından: “Kaçış yolunda bütün rüzgarlar iş görür!”