Siyasette “gündem yaratmak”, “gündeme müdahale etmek” gibi deyimler sık sık kullanılır. Bu nedenle verili gündemler ile solun nasıl bir ilişki kuracağı da önem taşıyan bir başlıktır.
Kaba bir yaklaşıma göre, ya ülkede ne kadar konu varsa her birine yetişmek için çaba harcanır ve bu arada sosyalizm mücadelesi ötelere itilmiş olur ya da sosyalist solun kendi biricik gündemi dışında ülkenin hiçbir sorununa kıymet verilmez ve sosyalizm mücadelesi ülke topraklarıyla olan bağını yitirir.
Doğal olarak sağlıklı ve doğru yaklaşım bu ikisinden de farklıdır. Hatta farklı olmaktan çok, yukarıdaki iki yaklaşımın da dışındadır demek gerekiyor belki de.
Sağlıklı ve doğru yaklaşım, ülkedeki gelişmelerin sosyalist solun kendi programatik ve stratejik merceğinden süzülerek “gündem” haline getirilmesidir. Daha açık bir deyişle, sosyalist solun üzerine eğildiği bir gündem, kendi öznel konumu ile ülkenin nesnel süreçlerinin kesişimi bağlamında tarif edilmek durumundadır.
Bu yaklaşım, sosyalist solun işittiği her sese kulak vermeye çalışan bir obsesyondan da kendi sesi dışında hiçbir sesi duymayan bir psikozdan da uzak durmasını sağlayacak yoldur aynı zamanda.
Ve bugün ülkemizin içinden geçtiği savaş ve katliam ortamına da bu yaklaşımla bakmak gerekmektedir.
Öncelikle şunun kabul edilmesi gerekli: Yaşadığımız günlerde Türkiye’nin koca bir bölgesinde ağır silahlar ve özel birliklerce icra edilen bir katliam söz konusudur. Kimse, ülkesinde bu tür gelişmeler yaşanırken, sosyalist solun kalkıp da kendi özel gündemini dayatabileceğini, hatta yaratabileceğini düşünmemelidir. Dahası, eğer bir ülkede günlerce süren sokağa çıkma yasakları, sivillerin keskin nişancılar tarafından avlandığı mahalle ve ilçeler, çocukların ve yaşlıların dahi hedef olduğu vicdansız saldırılar varsa, bu alçaklık en çok ve en önce o ülkenin sosyalistlerinin gündemi olmak zorundadır zaten.
Bunun ötesine geçtiğimizde ise, yukarıda söz ettiğimiz mercek devreye girmelidir.
Türkiye sosyalist hareketi kendisine gündem oluştururken, Kürt sorununun sadece bir Kürt sorunu olarak tecrit edilmesine karşı çıkmak durumundadır.
Bu ifadelerin, Kürt sorununun etnik boyutunu gözden kaçırdığı, hatta Kürtlüğü önemsizleştirerek egemen söylemle zımni bir uzlaşma içine girdiği söylenebilir. Doğrudur ve sosyalistlerin hiçbir mazerete sığınmadan terk etmeleri gereken eski bir alışkanlıktır.
Bu anlamda Kürt sorunu, Kürdün sorunudur elbette; Kürt halkının kimlik taleplerinin karşılanması, Kürtlüğün eşit yurttaşlık hakkının tanınmasıdır. Türkiye’nin ilericileri ve devrimcileri bu bahiste Kürt halkının yanındadır, yoldaşıdır.
Dolayısıyla, bizim kastımız Kürt sorununun Kürtlükten soyutlanması değildir.
Ancak, Kürt sorununun sosyalist hareketin özgün programatik taleplerinin ve hedeflerinin merceğinden geçirilmeden gündem haline getirilmesinin sosyalist sol açısından ne bir faydası ne de anlamı vardır.
Yani, eğer Türkiye sosyalist hareketi kendisine bir gündem arayacaksa, bu, içinde Kürtlerin de asli unsurlardan biri olduğu, bir Türkiye programı ve hedefinin yaratılmasıdır, bunun için mücadelenin güçlendirilmesidir.
Mercek, bu program ve hedeftir.
Bugün Kürt illerinde Saray rejimi tarafından başlatılan kıyım ve yıkım politikası, aldığı canlar ve döktüğü kanların yanı sıra, Türkiye’nin ortak geleceğini ve kurtuluşunu hedef almaktadır çünkü. Amaçlanan Kürt halkının Türkiye’den kopuşunu, Türkiye’nin Kürtsüzleşmesini sağlamaktır. Ve, daha önce bir yazımızda dile getirdiğimiz gibi, Türkiye için AKP’den daha büyük bir felaket aranacaksa, o da budur.
O halde, sosyalistlerin Kürt illerinde süren vahşet karşısında dayanışma, omuz verme veya yan yana durma konusunda elinden geleni yapması kaçınılmaz bir durumdur. Bunun Kürt Özgürlük Hareketi’nin gündemine takılmakla, başkalarının gündemlerinde boğulmakla bir ilgisi yoktur. Bu adlı adınca, hayalimizdeki Türkiye’yi, halkların eşit ve özgür birliğini savunmak demektir.
Ancak Kürt Özgürlük Hareketinin kendi iradesiyle seçtiği ve seçmeye de hakkı olduğu hedef ve taleplerin, sosyalist hareketin önüne dolaysız biçimde mücadele gündemi olarak taşınmasından kaçınmak gereklidir.
Meraklısı varsa, o her taşın altında aranan “kuyrukçuluk” işte tam olarak budur. İşin trajik yanlarından biri ise, sabah akşam Kürt Özgürlük Hareketi’ni eleştirmeyi maharet bilen kimilerinin, bu kuyrukçuluğu tersten icra ediyor olmalarıdır.
Demek ki, Türkiye sosyalist hareketi, Kürt sorununu bir “Türkiye sorunu” olarak kavramak, tanımlamak ve gündem haline getirmek zorundadır. Kürtlüğü silikleştirmek için değil, Kürtsüzleşen bir Türkiye’nin bildiğimiz Türkiye olarak kalmasının imkansızlığından dolayı.
Sözünü ettiğimiz mercek, bu anlamda, Kürt sorununun Kürdün sorunu, Kürdün derdi, Kürdün çilesi olmadığını göstermenin ötesinde, yaklaşan felaketin Türkiye’nin bütününü yıkıma götüreceğini kavramak açısından da zorunludur.
Sosyalist sol, AKP’den kurtuluş mücadelesini Türk ve Kürt halklarının ortak çabasıyla başarıya ulaştırabileceğini ve bugün kurşun sıkılanın Türkiye’nin ortak geleceği olduğunu bilerek, eşit, özgür ve aydınlık bir ülke fikrine sahip çıkmalıdır.
Ama bu ülke, sözde değil özde, Kürdün de ülkesi olmalıdır.