Kaotik siyasal süreçler ve bu süreçlerin seyrinde etkisi olan aktörlerin yine karmaşık ya da tutarsız yapısı... Şekilsiz oluşan ve muhasebesiz yok olan sulh görüntüleri... Değişim hızı bir ussallıkla alelade açıklanamayacak düşman ve dost belirlemeleri... Tarihsel olanın güncel olan karşısında bozguna uğraması... Kitleselliğin ihtişamlı tasfiyesi...
Tanımların ve tespitlerin güncellenmesi (yahut tekrarlanması diyelim) ihtiyacını gösteriyor...
1) “Kürt sorunu” nedir?
Eski olanın yerine bir yeni tanım koymamız gerekiyor. Kürt sorunu bugün bir ulusal kimliğin inkarı veya bir halkın hükümran olanın zulmüne mecbur edilmesiyle tam olarak açıklanamaz.
Cumhuriyet tarihinde inkar ve asimilasyon çabası gerçektir, yaşanmıştır. Kürt yoksulların ucuz ve ikinci sınıf işgücü olarak sömürüldüğü, sermaye sınıfının etnik ve mezhebi ayrımları diri tutarak halk birliğini engellediği, toplumsal tabakalaşmayı elde ettiği doğrudur.
Ancak bu tarihsel dönemin Kürt sorununun tanımlanması bağlamında belirgin olan özellikleri büyük ölçüde son bulmuştur. Kürt halkının kimliğini kazanmak için ortaya koyduğu muazzam direniş ve elde ettiği başarı en önemli etmendir. Bölge ve dünya siyasetindeki denge varyasyonları; Sovyetler'in çözülüşünden, dinci gericiliğin ve emperyalizmin sınırları, iktidarları yok eden işbirliğine kadar yaşanan gelişmeler, Kürt sorununda yeni bir dönem tanımlamasının unsurlarını da oluşturmuştur.
Artık kimlik değil statü arayışı dönemindeyiz...
Bugün Türkiye'de ve dünyanın herhangi bir bölmesinde, “Kürtler var mıdır yoksa bazı Türkler kendini Kürt mü saymaktadır” karmaşası yaşanmamaktadır. Fırtına kopuyorsa, artık varlığı sağır sultan tarafından duyulan Kürtlerin, devlet kurup kuramayacağı veya bir “statü” elde edip edemeyeceği üzerinden kopmaktadır.
Yani bugün Kürt sorunu, bir inkar ve buna karşı kimlik kazanma mücadelesi olarak değil, devletleşme, statü elde etme mücadelesinin belirlediği politik düzlemde tanımlanabilir. Kürtlerin ulusal, kültürel, siyasal hakları üzerindeki baskının tam olarak sona ermemiş olması bu saptamayı geçersizleştirmez. Hedef başkalaşmış, politik motivasyon ve özbenlik algısı (yetme, üstünlük, yeterli ve etkin olma duygusu) bağımsızlık kazanmıştır.
2) Özetleyelim; Kürt Siyasi Hareketi, (nüanslardan arındırarak net bir biçimde söylersek) artık mağdur değil muhataptır...
Kürt sorununun yeniden tariflenmesinin (yeni dönemin) en önemli sonucu hareketin bir uluslararası aktöre dönüşmesi ve şunu da ekleyelim; Kürdistani bir karaktere kavuşmasıdır. AKP, Barzani yahut ABD ile kurduğu ilişki son tahlilde bir “devletler arası” ilişki ağırlığındadır ve Kürtleri uluslararası anlamda bir muhatap haline getirmektedir.
Siyasi hareketin hedef ve karakteri değişirse müttefikleri değişir, politik tutumu değişir, eylem tarzı değişir. Dolayısıyla Kürt silahlı hareketinin bugün ortaya koyduğu eylem biçimi, kaçınılmaz olarak devletleşmeye ve statü elde etmeye hizmet etmek üzere tasarlanmakta, ittifak politikası bu tasarıma göre şekillenmektedir. Söz konusu kurguda birlik, kardeşlik, yaşam hakkı gibi değerler hedefle ilişkisine göre değerlenir. Ya da değersizdir... İnsicamsız ve itimatsız bir kurgu söz konusudur.
3) Sosyalistler, komünistler açısından bir eylemin devrimci niteliği, düşmana ne kadar maddi zarar verdiğiyle değil, sınıf hareketinin ve ilerici mücadelenin önünü açıp açmadığıyla ölçülebilir.
Taş üstünde taş bırakmayan fakat gel gör ki sonrasında toplumun endişeyle eve hapsolduğu ve düşmanın mağduru temsil ettiği bir eylem anlayışı objektif olarak devrimci değildir. Bir eylemin Kürt hareketinin hedeflerine ve konumlanmasına uygun olması o eylemin mutlaka sahiplenilebilir ve faydalı olduğu anlamına gelmez. Son Beşiktaş saldırısı dahil olmak üzere kent merkezlerinde patlatılmış her bomba sonuçları itibariyle devrimci hareketimize karşı da patlamış sayılmaktadır...
4) Hendek savaşları bu çerçevede değerlendirilebilir.
Kürt yoksulların ya da şöyle söyleyelim; Kürdi kitleselliğin, Kürt coğrafyasını yerle yeksan eden bir faşist saldırıya karşı etkisiz kalması, yıllarca süren savaşın yarattığı yorgunlukla, korkuyla veya insanlık dışı bir faşist iktidar baskısıyla bir yere kadar açıklanabilir.
Asal olan, kitlelerin AKP saldırısı ve PKK eliyle siyaset sahnesinin dışına çekilmiş olmasıdır. Evde oturup hendeklerde silahlı savaş yürüten milisleri izlemek zorunda bırakılmış, cenazesi günlerce yerde kalan, sokakta patlatılan bir bombada ölme ihtimali bir başkasıyla eşitlenmiş Kürt insanı, siyaset alanında edilgen bir konuma itilmiş demektir.
Sivil siyaset alanının daraltılması marjinal olanın politikada öne çıkması anlamına geliyor ve kitleleri siyaset alanının dışına iten her eylem küçültür...
Geçtiğimiz bir yılda Kürt hareketinin silahlı kanadının uyguladığı eylem (saldırı) stratejisi Kürt sivil siyasetini (HDP) de etkisizleştirmiştir. Bugün için söz konusu olan, oy kaybetmek, Kürtlerin desteğini tamamen geri çekmesi olmayabilir. Ancak HDP'nin hendekler ve bombalar sonucunda seçmen desteği açısından değilse de bir sokak hareketi olarak zarar gördüğü açıktır. AKP ise, vekilleri, başkanları tutuklayarak “HDP eşittir PKK” algısını güçlendirmiş ve saldırıları kimden gelirse gelsin bir ideolojik tutkala dönüştürmeyi amaçlamıştır.
5) Gelinen aşamada; Saray faşizmi kendisini kurumsallaştırmayı hedeflemektedir...
AKP kadrolarının paramiliter bir güce dönüştürülmesi, sermaye sınıfının iktidar tarafından baskılanması, Gezi toplumsallığını parçalama işlevi de olan şiddet aygıtının devreye sokulması kadar, Kürt sorunu dahil bölgesel dinamiklerin kaotik yapısının sunduğu manevra alanı AKP tarafından kullanılmak istenmektedir.
6) Sosyalist hareketimiz, Türkiye'ye birlik perspektifi kazandırabilecek az sayıda ve içinden geçtiğimiz dönem söz konusu olduğunda en avantajlı öznedir.
Düşmanın yükselişi bizim öreceğimiz duvarla engellenebilir...
AKP karşıtı ilerici hareketi geriye düşüren her tür eylem biçimini mahkum ederek,
Kürt düşmanlığına, “teröre karşı tek ses olma” hezeyanlarına teslim olmadan,
Yaşam ve siyaset hakkını, ortak gelecek hedefini faşist iktidara karşı bir direniş gerekçesi yaparak,
İşçilerin, emekçilerin savaş politikalarına, ekonomik krize karşı sesini yükselterek,
Saray'a karşı dik duran tüm toplumsal kesimlerin birlikte mücadelesini örgütleyerek “Hayır” demenin ve faşizme karşı mücadelenin kritik bir evresinde olduğumuzu bilerek yol almanın zamanıdır...