Doksanlı yıllarda çok popüler bir kavram vardı: Muhalif olmak! Hatırlarım da, bazı aydınları, yazarları, şairleri, sanatçıları bu şekilde tanımlardık: “Güzel yazıyor. Bir de muhalif bir duruşu var!”
İşin aslı şuydu: Örgütlü mücadeleden imtina eden, herhangi bir solcu, devrimci eylemin ya da etkinliğin yanından, çevresinden bile geçmeyen ama bir şekilde eli iyi kalem tutan ve o dönemi göz önüne alırsak, Türkiye’deki solcuların, devrimcilerin söylemleriyle azami miktarda da olsa örtüşen şeyler söyleyen herkes bu kavramın kapsamına giriyordu ve benim gibi 12 Eylül ikliminde büyümüş gençler için bu çok önemliydi. Oldukça muğlak bir kavram olmasına rağmen, beğendiğimiz aydınları, yazarları, sanatçıları muhalif kimliğiyle özdeşleştirip, bu şekilde tanımlamayı çok seviyorduk.
Dönemin konjonktürü içerisinde, en azından entelektüel anlamda “muhalif” yazarları okumaktan çok hoşlanırdık. Tam da zaten bu konjonktürde Radikal ve Yeni Yüzyıl gibi gazeteler de peydahlanmıştı.
Yeni milenyumla “muhaliflik” de ömrünü tüketti ve yepyeni bir kavram sarmaladı bizleri: Liberterlik. Ne yalan söyleyeyim, ben de hayatımın bir döneminde kendimi “liberter” olarak tanımladım. Üstelik de sanal liberter! 2007 yılında Facebook hesabı açtığımda kendimle ilgili bilgileri doldururken “siyasi görüş” kısmında şu an hatırlayamadığım diğer etiketler arasında en yakın olanı “liberter”liği (libertarian) seçmiştim. Yani bir solcu olarak zaten emeği, eşitliği, barışı ve özgürlüğü savunan bir insanım. Liberter olarak tanımlanmanın bir sıkıntısı yoktu. Fakat bu liberterlik meğerse Anglo-Sakson dünyada çok prim yapan bir etiketmiş. Zaten bu kadar prim yapan, parlak bir etiketin Türkiye’de yayılması fazla gecikmedi. Biraz da Facebook liberterliğinin katkısıyla Türkiye’de de liberterlik makbul bir etiket oldu bile.
Ortamlarda siyasi duruşunuz sorulduğu zaman “liberterim” dediğiniz zaman üzerinizden ağır bir yük kalkıyor. Liberter demek her türlü otoriteye karşı olan demek, her türlü özgürlüğü savunmak demek. Birçok sorudan muafsınız. Kürtlerle ilgili, türbanla ilgili, askerle ilgili sorulardan muaf tutulursunuz örneğin. Zaten libertersiniz, kavramın fabrika ayarları söz konusu özgürlükse her türlü yasağa karşı çıkmayı içselleştiriyor zaten. Dahası, örgütlü olmaktan da muafsınız, ki zaten otoriteye karşı bu kadar “özgürlükçü” olduğunuz için “örgüt” gibi yapıları da sökmüşsünüzdür. Seneden seneye Bir Mayıs’a katılıp, kitle içinde şöyle bir tur attınız mı, mücadelenizi de yapmışsınızdır.
Bir ay önce Sırbistan ve Hırvatistan arasındaki, Tuna Nehri kıyısında yedi kilometrekarelik tarafsız bölgede bir devletin kurulduğu ilan edildi! Kendisini liberter olarak tanımlayan aklı evvel Çek vatandaşı Vit Jedlicka ve iki arkadaşının ilan ettiği devletin adını Liberland koydular. Birden bire uluslararası medyada sansasyonel bir haber olarak patladı ve Jedlicka isteyen herkesin belirli prensipleri kabul etmek şartıyla Liberland’a internet üzerinden vatandaşlık başvurusu yapabileceğini açıkladı. Bu açıklama hemen yankısını buldu ve çok kısa bir süre içinde 250.000 kişi Liberland’a vatandaşlık başvurusunda bulundu.
Haberi ilk duyduğum an, yukarıda bahsettiğim liberterlerin bir muzipliği olarak düşünmüştüm, fakat Liberland’ın prensiplerini öğrenince işin aslının ne olduğu ortaya çıktı. Vatandaşlık başvurusunda bulunanlar kişi hak ve özgürlüklerine saygı duyacaklar (burası tamam); farklı fikirlere saygı duyacaklar (burası da tamam); herhangi bir suça karışmamış olacaklar (burası da tamam ama siyasi “suçlar” ne olacak? Neyse, bu da tamam olsun); özel mülkiyete saygı duyacaklar (bir dakika, bu olmadı) ve üstelik de herhangi bir şekilde Nazi veya komünist bir geçmişe sahip olmamaları gerekiyor. İşte bu son madde her şeyi berbat etti!
Liberland’ın kurucusu Jedlicka’nın siyasî kariyerine baktığımızda kafamızdaki soru işaretleri de yanıtını buluyor: Çek Demokratik Yurttaş Partisi’nin eski üyelerinden, şimdilerde ise Özgür Yurttaşlar Partisi’ne yakınmış. Kendisini siyasî olarak en yakın hissettiği parti de İsviçre’deki “Halk Partisi”. Liberteri kazıyınca altından bildiğimiz yabancı düşmanı sağcı-muhafazakar çıktı! Jedlicka’nın en büyük hayali vergi hükümlüğü olmayan bir devlet kurmak. Kendisi Avrupa Birliği’ne de karşı. Çok fazla korumacı buluyormuş, çok fazla “sosyal” buluyormuş AB’yi.
Daha da ötesi, Liberland’ın diğer ülkeler için örnek olacağını düşünüyor!
Liberter ülke kurma fikri bayağı tutmuş olmalı ki, bu sefer de Polonyalı Piotr Wawrzynkiewicz Slovenya-Hırvatistan arasındaki bir başka tarafsız bölgede Enclava Krallığı’nı kurdu. Krallık olsa da, Liberland’la aynı prensipler üzerine inşa edilmiş fakat toprak olarak çok daha küçük bir ülke: Sadece 100 metrekare. Liberland gibi ciddi bir ülkenin yanında esamisi okunmaz!
Türkiye’deki liberter arkadaşların Liberland’a ne şekilde yaklaştığını bilmiyoruz. Liberland’ın üzerine kurulduğu prensiplerden bazıları liberter arkadaşlara biraz ters gelebilir. Komünistlere yer olmayan, sosyal devlet istemeyen, özel mülkiyeti merkeze alan bir devletin vatandaşı olmaları ortamlarda kendilerine sıkıntı yaratabilir. Peki, ama siz zaten bu “liber” yolun nereye varacağını zannediyordunuz ki?