Siyasetin gündemine giren ve bir anda popülerleşen sözler olur. “Orta direk”, “monşerler”, “babalar gibi sattık”, “özgül ağırlık” gibi örnekleri hatırlanır. Şimdilerde ise, “Mavi Vatan” sözlerinin böyle bir şöhrete ilerlediğini görüyoruz.
Mavi Vatan açısından bir özel durum da söz konusu elbette. Bir kere, bir hatibin konuşmasından fırlamış sözlerden değil bu. Anlaşılan o ki, devletin ve silahlı kuvvetlerin belirli bir anlam çerçevesi içinde kullandığı, bu anlamda bir doktrini ifade eden bir söz. Zaten hem iktidarın hem resmi kurumların hem de ana muhalefetin yaklaşımına baktığımızda kavramın ve doktrinin genel bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz.
Mavi Vatan doktrininin sahibi emekli amirallerden Cem Gürdeniz. Geçmişte, AKP ve cemaat ortaklığı eliyle kumpas davalarda yargılanmış ve hapis yatmış bir isim Gürdeniz. Mavi Vatan, Türkiye’nin sınır güvenliğinin ötesinde egemenlik alanını tanımlayan ve genişleten bir doktrin olarak ortaya konmuş. Türkiye’nin çevresindeki 3 büyük denizlerde bulunan kaynaklar üzerinde de egemenlik ve hak anlamına gelen Mavi Vatan doktrinine göre, Türkiye’nin egemenlik alanı 25-45 doğu boylamları ile 33-43 kuzey enlemlerini kapsayan bir çapta olmalıdır. Ayrıca, doktrinin kurucusu Gürdeniz’e göre, Mavi Vatan hükümetler ve partiler üstü bir Büyük Strateji olarak görülmelidir. Montrö Sözleşmesi’yle Boğazların tam denetiminin alınması; 1974 Kıbrıs harekatı, Kardak kriziyle hatırlanan Ege kıta sahanlığı mücadeleleri aslında hep bu Büyük Strateji’nin adımları olarak değerlendirilmelidir.
***
İşin buraya kadar olan kısmı kamuoyuna bol bol yansıdı zaten. Diplomasi ve uluslararası ilişkiler deneyimi gerektiren bu boyutu uzmanlara bırakıp, Saray Rejimi açısından konunun ele alınma tarzına bakmamız faydalı olur.
Siyasal islamcılığın doyurulamayan arzularının başında fetihçilik gelir. Fetih ile ilgili abartılı taklitlerin ve temsillerin hem iktidar hem de islamcı taban için bu denli coşturucu olmasının nedeni de budur. Ancak, Saray iktidarının bu arzusunun karşı karşıya olduğu basit bir zorluk oldu her zaman: Fethedilecek neresi vardı? Sabah akşam fetih marşları çaldıran, tüm ülkeye fetih suresi dinleten, elde kılıçla cami minberlerine çıkan bir iktidar var, ama fetih yok!
Eğer dışarıda fetih yoksa, içeride bir şeyler mutlaka bulunabilirdi tabi. Nitekim, cumhuriyet rejiminin tüm birikimi, halkın on yıllar içinde geliştirdiği değer ve normlar, kentlerin kamusal alanları ve simgeleri, hatta belediye binaları ve devlet araç gereçleri doymak bilmez bir iştahla tek tek fethedildi bu süreçte. Ancak, bunun da sonuna gelmiş görünüyoruz artık. İçeride tekleşen iktidar, fetih arzusunu dışarıda tatmin etmeye yönelmeliydi.
İşte Mavi Vatan’ın, devlet bürokrasisi ile silahlı kuvvetlerin bir doktrini olmanın ötesine geçip iktidarın resmi politikası haline gelmesi bu süreçle oldu. Sivilleşme diye diye iktidara gelip Cumhuriyet tarihinin en ceberut, en şedit devlet biçimini kuran siyasal islamcılık, Türk milliyetçiliğinin fetişlerinden olan Kızıl Elma’yı da bağrına basarak, buna bol bol Abdülhamit nostaljisi katarak, denizdeki kızıl elma statüsüne yükseltti Mavi Vatan’ı.
Ana vatan, yavru vatan, mavi vatan üçlemesi bir anda devlet politikası katına çıkmış oldu.
***
İyi de muhalefetin önde gelen güçleri ne yaptı bu arada? Türkiye’nin çıkarlarını savunma bahanesiyle (veyahut dayatmasıyla) Mavi Vatan saflarına dizildi. Türkiye’nin egemen bir ülke olarak kendi haklarını ve çıkarlarını korunması kategorik olarak reddedilebilecek bir konu değil elbette. Emperyalizmin dünya haritasını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirdiği, değiştirmeye yeltendiği; halkların ve ülkelerin öz kaynaklarına el koyduğu, koymaya yeltendiği bilinen şeyler.
Konu bu değil yani; konu Mavi Vatan adı verilen doktrinin tam olarak ne işe yaradığı veya ne anlama geldiği de değil. Eğer Türkiye’de muhalefet yapıyorsanız ve hedefiniz mevcut iktidardan kurtulmaksa, konu, Türkiye’nin çıkarlarının bu iktidar tarafından korunamayacağını göstermektir öncelikle. Ülkenin tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını devretmiş, kamu varlıklarını özelleştirmiş, tarımı ve sanayiyi bitirip ulusal pazarını yabancı sermayeye peşkeş çekmiş, adıyla sanıyla ülkemizi “babalar gibi satmış” olan bir iktidarın, ülkenin çıkarını koruduğu iddiasının koca bir yalan olduğunu söylemektir. Türkiye’nin çıkarının savaşta değil, barışta; otoriterlikte değil, özgürlükte; sermaye yandaşlığında değil halkçılıkta olduğunu anlatmaktır.
Kılıçdaroğlu’nun “iktidar bizim eleştirmemizi istiyor, ama eleştirmeyeceğiz” sözleri bu açıdan pek ibretlik. Karadeniz’de bir miktar doğalgaz rezervi bulunması, mantıken, eleştirilecek bir konu değil zaten. Aynı biçimde, alkışlanacak bir konu da değil. O halde, Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin sadece doğalgaz rezervine dair olduğunu düşünmemek gerekir. Uzunca bir süredir, ana muhalefetin yerleşik çizgisi haline gelmiş bir tutumun ilanıdır bu aslında: Korkunç ama evet’le yolu açılan, Yenikapı mitingiyle altı çizilen bu tutum, şimdi Mavi Vatan doktrini çerçevesinde resmileşmiştir.
Türkiye sermaye sınıfının yayılmacı arzuları ile siyasal islamcılığın fetih arzuları bütünleşmiş, kendisine devlet ve bürokrasi nezdinde hem bir doktrin hem de kurumsal güç bulmuş, ana muhalefet de kendisine sunulan çerçevenin içine tereddütsüz yerleşerek hizaya geçmiştir. Ana vatan, yavru vatan, mavi vatan üçlemesi, bir aynadan yansıyarak, ana muhalefet, yavru muhalefet, mavi muhalefet üçlüsüne dönüşmüştür. Saray Rejimi’nin varlığı ve meşruiyeti önsel olarak kabullenilmiş, onun sınırları muhalefetin sınırları olarak belirlenmiş ve tam da AKP iktidarının en iyi oyun kurduğu alan, yani “kültür savaşları” ile biçimlendirilmiş alan muhalefet zemini olarak seçilmiştir.
Bu taktiğin işe yarayıp yaramamasından söz etmiyoruz; nitekim, şimdiye kadar getirdikleriyle götürdükleri kıyaslandığında işe yaradığını söylemek de mümkün görünmüyor. İşe yaramazlığı bu denli açık olan bir taktiğin ısrarla sürdürülmesinin nedenlerini anlamamız önemli fakat. Oraya baktığımızda da oldukça tanıdık bir simayı, rekabet gücünü artırmak için ülkenin emekçilerini bir cehennemde yaşamaya mahkum eden sermaye sınıfının daha geniş pazarlara açılma, ticari etkinliğini genişletme ve yeni kaynaklara ulaşarak birikim sağlama arzusunu görüyoruz.
Ana muhalefetin temsilcileri, özellikle dış politikayla ilgili konularda, sık sık “bu konuyu siyasete alet etmeyelim” demeyi pek severler. “Siyasete alet edilmeyecek” konular listesi genişledikçe, giderek siyaset yapmanın da imkanı ortadan kalkar. O zaman da üç aşağı beş yukarı aynı konumda duran, ama değişik renklere bürünmüş siyasal öznelerden oluşan bir tablo oluşur. Oysa, artık bu renklilik de yerini tek bir renge, Türkiye sermaye sınıfının yayılmacılığıyla siyasal islamcılığın fetihçiliğini birleştiren simgeye, Mavi Vatan’ın mavisine bırakıyor.
Ne diyelim? Gerçek bir muhalefete en yakışan rengin kızıl olduğunu yıllardır söyleyip duruyoruz. Aynı kızılın ülkemizi içine itildiği bataklıktan çıkaracak biricik çare olduğunu da söylüyoruz. Velhasıl, ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Yapıyoruz da.