Türkiye burjuva siyaseti, halihazırda yürüyen bir tartışma ile imtihan ediyor: Merkez sağda beliren “ihtişamlı” boşluk.
Bir yanda uzunca bir süredir sağı kendi çatısı altında barındıran ve Erdoğan'ın söylemiyle “merkez sağdaki boşluğu dolduran AKP” var. AKP ve Saray açısından, şimdiye kadar bir şekilde kontrol altında tutulabilmiş kaotik siyasi düzlemin “sürdürülebilirliği” tartışmaları zorlu bir aşamaya ulaşmış bulunuyor. “Metal yorgunluğu” diye adlandırdıkları bir fütursuzluk faturası, azılı bir gericilik tufanı ve 90 yılda oluşturulmuş tüm köşe taşları yerle bir edilmiş bir ülke var ellerinde...
Diğer yanda, cumhuriyet anlayışının ve laikliğin devlet yönetiminden tasfiye edilmesine ürkekçe kayıtsız kalmış ve “TKP Haziran 2017 Tezleri”nde tamamlayıcı bir saptamayla vurgulandığı gibi; cumhuriyetçiliğin devrimci savunucularını temsil ehliyetini kaybetme olasılığıyla karşı karşıya olan CHP var. CHP elindeki birikimin iktidar için yetmeyeceğine inanan, muarızının seçmen potansiyelini “ikna edici” bir maske takarak peşine takacağını uman bir politik konsantrasyona sahip. O kadar öyle ki, Adalet Yürüyüşü'yle solculaşan muhalefeti, Adalet Kurultayı ile sağa çekecek bir “denge siyaseti” gözetiyor.
Bir diğer kulvar ise, “hacca gitmiş asena”, “Tansu'nun kızkardeşi” diye anılan, gözaltında infazların, köy yakmaların, gazetelerin bombalanmasının yaşandığı kanlı ve buhranlı bir dönemin suç ortağı Meral Akşener tarafından canhıraş zaptedilmeye çalışılıyor. Akşener, Türkiye'de asıl olarak iktidar değil de stepne olmaya ayarlı ülkücü geleneğin bunalımından hükümet çıkaracağını düşünüyor. Şimdiye kadarki kudretli arkadaşlarının her birini (Tansu Çiller, Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli) yolda bırakıp hırsını rehber edinen Akşener, hiç değilse şansını denemek istiyor.
Böyle özetleyebiliriz. Başka bir kulvar tarifine gerek görmüyoruz; Perinçek pespayeliğinin bu üçü arasında salınıp, akıntı büyüyünce kazığa dolanacak kopuk yosun gibi temelsiz olduğunu ve fakat yaşamaya çalışacağını göreceğiz. Ucuz yoldan güç ve itibar arayanların tarihi bu saptamayı doğrulamaktadır.
Hepsinin bir fikri, temayülü, taktiği var. Öyle ya, siyaset “boşluğu ilk dolduran”ı muktedir kılacak. Hepsi Menzil şeyhinin torununun oturduğu tahtın plastik süslemeli olmayanını düşlüyor.
Ve şüphesiz ki hepsinin bir ortak özelliği var. Yeni rejimi kabullenmiş olmak. AKP'nin kurduğu düzenin sınırlarını, gerektiğinde biraz kendine yontarak ama asla tam olarak ortadan kaldırmayı hedeflemeden iktidar olabilmek...
*****
Şimdi biraz geriye gidelim ve merkez sağ tartışması geçmişte değil de bugün nasıl ortaya çıktı ona bakalım; Türkiye'de “merkez sağın yokluğu” tartışması esas olarak AKP'nin son döneminin tartışmasıdır. Özallı, Demirelli yıllarda hiç de var olmayan bu gündemin bugün sahnede rol kesmesinin kanımca iki özet açıklamasını yazabiliriz.
Birincisi şudur; AKP, Türkiye ana akım sağ siyasetini kendi çatısı altında buluşturabilmesi ve bugün pek de devamlılığı kalmayan başarılı bir ittifaklar politikasını uygulayabilmesi sonucunda kitlesel bir başarıya ulaşmıştır. AKP'nin bu çıkışı bir yandan “merkez sağ kimdir?” tartışmasını bitirmiş, bu parti “sağın merkezi” haline gelmiş ve Türkiye sağının ortak ideolojik paydasını liberalizm-İslamcılık düzleminde yeniden tanımlamıştır. Sağ siyaset alanında AKP ve Erdoğan kliği; Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz yahut İlhan Kesici, Hüsamettin Cindoruk gibi isimlerle tariflenebilecek “merkez sağ tipolojiler”in alternatif oluşturma cesaretinin oluşmasına ve Erkan Mumcu, Abdüllatif Şener gibi “atak” olanların ise nüfuz edebilmesine izin vermemiştir. Hepsini belli zamanlarda ve ölçeklerde kendine yedeklemeyi başarmıştır.
Bununla birlikte, her merhale aşımında AKP'nin yanında, onunla tam olarak bir ve aynı olmayan ancak “müşterek olmaya” ikna edilmiş, bilinçli, kötümser veya faydacı (her birinin birden çok niteliği bulunur) müttefikler vardır. Hepsinin baskın niteliği kapitalizme içkin siyasi refleksleri taşıyor olmaları ve düzen içi bir iktidar perspektifine sahip olmalarıdır.
Örneğin, AKP, iktidarının ilk döneminde piyasacı (onlar demokrat sanıyordu) yanını öne çıkarmış, sağdan soldan liberalleri çevresine toplamış veya demokrasi, Avrupa birlikçilik, Ergenekonla mücadele fasaryalarıyla aynı zamanda Kürt siyasetçilerini de etkisi altına alabilmiştir. Yahut Kürtlerle savaşırken Kemalist siyasetçilerin ellerini ovuşturarak televizyon izlemesine koşul yaratmıştır. Çok değil 6-7 yıl önce devrimcilik ve enternasyonalizmin saygınlığını kullanarak cumhuriyetin tasfiye edilmesini kutsayan liberal solcular hala hafızalardadır.
İkinci özetimiz ise şudur; içinden geçtiğimiz dönem itibariyle, AKP'nin “iç ittifak becerisi” tükenmiştir. Kürtlerden, liberallere, demokratlardan, Kemalistlere kadar çok geniş bir politik alan, AKP'nin gerçek niyetinin ve kurulacak ilişkinin riskleri, sunacağı fırsatlar ve sınırlarının farkına varmış durumdadır. Türkiye'de tek'e (devlet, millet, bayrak, vatan) dayalı bir diktatoryal rejimin ve rafine bir şeriat ideolojisinin yeni/yeniden müttefik bulması zorlaşmış ve rejimin toplumsal tabanı da genişleyebileceği en üst sınıra kadar genişlemiştir. Ancak mevcut AKP toplumsallığı rejimin bütünüyle yerleşiklik kazanması ve ideolojik hakimiyet için yetersiz kalmıştır. Saray Rejimi nihai başarıya ulaşmak -daha kötüsü- elinde olan kazanımı korumak için sivrilmek, daralmak ve katılaşmak zorunda kalmaktadır.
Dolayısıyla birbirinden farklı sağ siyasi öbeklerin (ve sağa öykünen sosyal demokratların) özgün paradigmaları ve politik perspektifleri dikkate alındığında; Türkiye sağının AKP çatısı altındaki buluşmasının önceki dönemde olduğu gibi sağlanamayacağı, sağcı toplumsal kesimlerin temsiliyet probleminin doğacağı öngörülebilir. Öte yandan, beliren boşluk esas olarak, "merkez sağ" boşluğuyla değil, sağcı seçmenin bir kesiminin rejimle bağının zayıflaması ve kimi unsurların hareket edebileceği bir politik alan yaratmasıyla ilgilidir. Çünkü Türkiye'de "yeni devlet" arayışında ve inşasında olan Saray Rejimi, "merkez sağcılık" olarak adlandırılabilecek politik kimliği, alelade bir siyasetçinin yeniden meydana atılıp eski kodlarıyla var edebileceği koşulları çoktan ortadan kaldırmıştır. Bir siyasi parti olarak AKP'den farklı nitelikler taşıyacak yeni bir sağ siyasi parti kurulabilir fakat bu parti yeni rejimin belirlemiş olduğu politik çerçeveden bağımsız olmayacaktır. Amacını böyle tanımlayan bir örnek de henüz vaki değildir.
Tüm bu söylenenlerle birlikte özetlersek; bugün “merkez sağda boşluk” tartışmasının gündemi belirleyerek devam etmesi, yeni parti kurma arayışları veya sağ eğilimli seçmenleri etki altına alma girişimleri “yapay” değil “gerçek” politik argümanlara dayanarak var olmaktadır. AKP, ittifaksız ve saldırgan konumuyla sağ blokun parçalanmasını ve İslamizasyona kökten karşı çıkamayacak sağcı partilerin neşet edeceği bir zemini engelleyemeyecek noktadadır.
*****
Asla gözden kaçırılmaması gereken nokta, sol-sosyalist hareketin Türkiye'de sağ siyaseti tahkim etme arayışlarında yerinin olmayacağının çok açık biçimde belirmiş olmasıdır. Dahası, Türkiye toplumunda ortaya çıkan rejim karşıtı muhalefet potansiyelinin ve iktidar karşıtlığının sağ siyaset tarafından soğurularak düzene entegre edilmesi girişimlerine karşı devrimci, düzenle uzlaşmaz ve doğrultusu hızla tanımlanması gereken bir mücadele yürütme sorumluluğu sosyalist hareketimizin omuzlarındadır.
Cumhuriyet rejimi, yeniden inşası bir devrim meselesi haline gelmiş yapısal değişikliklere uğramıştır ve mevcut parlamenter siyaset, Saray Rejimi'nin belirlediği sınırlarda yol almak dışında bir ufka sahip değildir. AKP, MHP, Akşener partisi, sağ seçmene kaş-göz yapan sosyal demokratlar ve diğerleri, bir bütün olarak rejimin gerici-sağ dinamiklerini beslemeye ve ondan faydalanarak iktidar olmaya çalışmaktadır. Onların bu acele koşusu değil ancak başarısı Türkiye'nin karanlığının devam etmesi anlamı taşır.
Sosyalist hareketimiz, burjuva siyaset mekanizmasının işleyişinin farkında olarak fakat Saray Rejimi'ne karşı mücadeleyi önemsizleştirmeye çalışan ve rejimi yıkma mücadelesinin kurgusal bir kapitalist tahkimata meze edildiği algısını güçlendiren, “üst akıl”, “restorasyon” kaçkınlıklarına prim vermeden; “emekçi halkın devrimci cumhuriyeti”ni kuracak bir siyasi odaklanmaya ulaşmak zorundadır. Bu mücadele ise sağ değil sol siyasetin asli görevidir ve başarıya ulaşmasının biricik koşulu da sol hareketin söz konusu politik boşluğu emekçilerin çıkarını temsil edecek bir perspektifle doldurmasıdır.
Türkiye toplumunda güçlenen düzen karşıtı birikimin bir merkez sağ siyaset boşluğuna değil, halkçı, ilerici, sol bir siyaset boşluğuna işaret ettiği tespiti, günümüz siyasetinin devrimci özetidir. Türkiye'nin kendi kurtuluşunu kazanmak için “merkez sağa” değil “devrimci sola” ihtiyacı vardır.
Burjuva siyaset dengelerine teslim olmadan, düzen içi ışıltılı vaatlere aldanıp kanmadan, faşizmin umudu kırmasına izin vermeden; halkın direnme eğilimini, kazanma iradesini güçlendirecek, eylemli ve birleşik bir mücadele hattının örülmesi... “merkez sağ”, “siyasette boşluk” tartışmalarını da en eşitlikçi ve devrimci biçimde ortadan kaldıracaktır.