Metin Çulhaoğlu için

Çulhaoğlu bir teorik ciddiyet ve üretkenlik öznesidir. Türkiye’de Marksizmi hakkını vererek çalışmış, öğrenmiş, özümsemiş, kuru metinler katologu olarak değil, bir nosyon ve formasyon olarak içselleştirmiş çok az sayıdaki insandan biridir. Kaybının büyüklüğü, bıraktığı boşluk en çok bu alanda hissedilecektir.

Metin Çulhaoğlu 1947 doğumludur. Benden bir yıl önce gelmiş dünyaya. Aynı tarihsel dönemin, aynı siyasal iklimin çocuklarıyız. Türkiye’nin sola açıldığı yıllarda, sosyalist siyasete TKP-TİP damarından katılan gençler olmak gibi bir ortak yanımız daha var. Bu kesişim çizgilerine rağmen, çeşitli nedenlerle geç bir zamanda, 1990’da tanıştık.  Koşullar gereği, kısa, kısıtlı ama dostça, yoldaşça bir görüşmeydi. Türkiye sosyalist hareketinin gününe ve geleceğine ilişkin birçok konuda yakın, yeniden partileşmenin yolu, yöntemi başlıklarında ise farklı düşünüyorduk. Metin’in başını çektiği Gelenek dergisi oluşumu, önüne açık parti kurma hedefi koymuştu. Yazarları arasında olduğum Toplumsal Kurtuluş çevresi de, yine parti sorunu ekseninde arayışın ayrışmaya dönüştüğü bir noktaya gelmişti.

Metin’i tanımadan önce de yazılarından biliyordum. Yürüyüş okuyordum.

1978, görkemli yükseliş yıllarından sonra, Türkiye solunun inişe geçtiği, neredeyse tüm siyasal oluşumların bölündüğü bir tarih aralığıdır. TKP’de İşçinin Sesi, TİP’te Sosyalist İktidar kopuşları, birbirine yakın itiraz, eleştiri ve arayışlar içinde ortaya çıktılar. İki eğilim, aynı tarihlerde partilerinin dışına düştüler. İkisi de, SBKP’nin istediği, TKP ve TİP üst yönetimlerinin benimsediği iki partinin birleşmesi düşüncesine mesafeli yaklaştılar. Nitekim, bu iki eğilimin ardılı, temsilcisi olan örgüt ve kişiler TKP-TİP birleşmesiyle oluşan TBKP sürecinin içinde olmadılar. İki eğilimin bir başka ortak yanı, SBKP’nin “resmi” çizgisinin dışında bir yol arayışı içinde olmalarıydı. Başvuru kaynağı olarak, SBKP metinlerini değil, Marksist klasikleri almak, devrim ve sosyalizm programlarında ısrarlı olmak ortak özelliklerin bir başkasıydı.

Yine “çeşitli nedenlerle”, o dönemeçte, Sosyalist İktidar ile İşçinin Sesi arasında bir ilişki kurulamadı. Nedenlerin başında İşçinin Sesi’nin esas olarak bir yurt dışı örgütü olması geliyordu.

***  

Metin ve arkadaşları 1986’da Gelenek dergisini çıkarmaya başladılar. Gelenek dergisi, 1980 sonrasında geleneksel sovyetik solun, Türkiye topraklarında yeniden sürgün vermesinde etkili bir rol oynadı. Gelenek yazarları, 12 Eylül sonrasındaki zihinsel ve örgütsel dağınıklık günlerinde, Marksizm-Leninizmin temel önermelerini, Türkiye bağlamında güncelleştirerek genç kuşaklara ileten, onlara tutunacak dal uzatan bir ideolojik siyasal direnme çizgisi yarattılar. Sosyalizmin sağdan soldan, liberal ve “resmi” sosyalist çevrelerce sorgulandığı, TKP ve TİP’in yalnızca 12 Eylül faşizminin darbeleri nedeniyle değil, kendi iç süreçlerinin, ideolojik zayıflıklarının sonucu olarak, sonunda “büyük likidasyon” a varan bir saçılma içinde oldukları bir uğraktı. Gelenek’in taze-dinç güçlerle inşa ettiği küçük ama dinamik örgütsel birikim, bu koşullarda niceliğinin ötesinde roller oynamaya adaydı.

Oynadı da. 2001-2002 dönemecinde beni, birçok eski TKP’liyi, Metin ve arkadaşlarını Türkiye Komünist Partisi’nde (TKP) buluşturan temelin 1986-1993 arasındaki 7 yıllık Gelenek döneminde atılmış olduğunu düşünüyorum. Sosyalist İktidar Partisi’nin (SİP), TKP adını alması bu buluşmayı kolaylaştırmış, buluşma, bir umut ve heyecan dalgası yaratmıştı.

Günümüzün üç aktif partisinin, TKP, TİP ve TKH’nin Gelenek kökenli olmaları rastlantı değildir. Aynı kökten geliyorlar.

Gelenek çevresi, 1992’de Sosyalist Türkiye Partisi’ni (STP) kurdu. Metin Çulhaoğlu ve arkadaşları 1993’te kurucusu oldukları STP’den ve Gelenek’ten ayrıldılar.

“Geleneği olmayanın geleceği olmaz” sözü doğrudur. Hiçbir şey yoktan var olmaz. Teoride, siyasette, sınıf mücadelesinde olumlusuyla olumsuzuyla deneyimden öğrenmek, biriktirmek, dünün, bugünün ve yarının mücadele halkalarını birbirine bağlamak gereklidir. Bunlar olmadan olmaz! Ne var ki, gelenek, duruma, koşullara, nasıl sürdürüldüğüne bağlı olarak taşınması ağır bir yük, yürüyüşü engelleyen pranga da olabilir. İleriye sıçramak için bu yüklerden, pratiğin yanlış çıkardığı tarz, yöntem, kültür,  alışkanlık ve ritüellerden arınmak da gerekir.  

Gelenek geleneğindeki gerilimin tam bu noktada biriktiğini düşünüyorum. Metin ve arkadaşlarının kurucusu oldukları Gelenek ve STP’nin dışına çıkmaları, Sosyalist Politika, Birleşik Sosyalist Parti (BSP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) deneyimlerini arkada bıraktıktan sonra, Sosyalist İktidar Partisi'nin (SİP)  2001’de Türkiye Komünist Partisi adını almasıyla ayrıldıkları eski yoldaşlarının bu “yeni” partisine katılmaları, 2014’te bu partiden ayrılıp Halkın Türkiye Komünist Partisi’ni (HTKP), nihayet 2017’de TİP’i kurmaları bu gerilim çizgisindeki gel gitlerin, dalgalanmaların öyküsüdür aslında.

Bu öykü, kanımca, Metin Çulhaoğlu ile öteki Gelenek yürüyüşçülerinin “gelenekten” farklı şeyler anladıklarını anlatmaktadır.

***
Metin, yarım yüzyıl boyunca sosyalist siyasetin içinde ve kısa dönemler dışında parti üyesi olarak yer almış, bu dünyadan 2017’de kurucularından olduğu TİP’in bir üyesi, yöneticisi olarak göçmüş, parti töreniyle uğurlanmış bir siyasal kişiliktir.

Metin’in hep, üyesi, yöneticisi olduğu örgütlerin ötesine uzanan bir ufka, derinliğe sahip olduğunu düşünmüşümdür. Hep örgütlü olmuştur; ama kendisini örgütsel konumlardan aldığı güçle değil, öz kapasitesiyle, emeğiyle kendisi var etmiştir.

Bu kısa uğurlama yazısında, onu, önemsediğim birkaç özelliğini öne çıkararak anmak istiyorum.

Çulhaoğlu bir teorik ciddiyet ve üretkenlik öznesidir. Türkiye’de Marksizmi hakkını vererek çalışmış, öğrenmiş, özümsemiş, kuru metinler katologu olarak değil, bir nosyon ve formasyon olarak içselleştirmiş çok az sayıdaki insandan biridir. Kaybının büyüklüğü, bıraktığı boşluk en çok bu alanda hissedilecektir. Sağlam teorik temeli, duru, açık ama buyurgan olmayan dili, okuyucuda, öne sürdüğü düşüncelerin tartışmaya açık olduğu algısı yaratan biçemi, birçok genç sosyalistin, akademisyenin ilgisini çekmiş, olduğu kadarıyla Türkiye entelijansiyasını etkilemiştir.  

Metin Çulhaoğlu, tüm teorik çalışmalarını, tüm yazılarını siyasal ve sınıfsal bir yön duygusuyla üretmiştir. Hiçbir zaman teori için teori yapmamıştır. Kendi örneğinde, kendine özgü bir tarzla, partizanlıkla bilimsel-entelektüel üretimin bir arada olabileceğini, ikisinin birbirini çelmeyebileceğini göstermiştir.

Metin Çulhaoğlu, sağlam partizanlığına rağmen hiçbir zaman örgütü, siyasetin önüne koymamıştır. Ortalığın örgütçülük adına aparitçiklerden geçilmediği sosyalist ortamımızda ona yöneltilen “örgütçü değil” eleştirisi, belki de bundandır. Dar örgütçülüğe karşı geliştirdiği bir tür korunma faktörünün yanlış anlaşılmasından da kaynaklanmış olabilir. Çulhaoğlu, hiçbir zaman klikçi, hizipçi, küçük dükkâncı olmadı. Kurucusu, yöneticisi olduğu hiçbir örgütü amaçlaştırmadı. Sosyalist hareketin genel, tarihsel çıkarlarını her zaman “kendi” örgütünün önüne koydu. Örgütlü ya da örgütsüz birçok insanı sosyalizme kazanmasının sırlarından biri buradadır.

Metin’in yazmadıklarını hep merak etmişimdir. Bir yemekte, kimi örnekler de vererek belli konularda neden yazmadığını sormuştum. “İyi bilmediğim, emin olmadığım konularda yazmak istemiyorum” diye yanıtlamıştı. Siyasal yaşamı boyunca, doğrultu/çizgi tutarlılığına önem verdi; böyle yapmaya, öyle kalmaya özen gösterdi. Yazmadıkları, belki de bundandır.

Metin, birlikte olduğumuz TKP döneminde, teşhisinde ortaklaştığımız sorunların zaman içinde, hayatın akışı içinde çözüleceğine inanıyordu. Bu yaklaşımında, yeni bir kopuş ve ayrışmadan uzak durma, katkısı olduğu oluşuma kıyamama güdülerinin rol oynadığını sanıyorum. 2014 kopuşunun, uzatmalar ve penaltılar tüketildikten sonra gerçekleşmesini böyle açıklayabiliyorum. TKP’den kopuş zamanlarımız arasındaki on yıllık “faz” farkının bu yaklaşımdan kaynaklandığını düşünüyorum.

***

Bilindiği gibi, 2002-2005 yılları arasında, TKP’de ortak mesaimiz oldu. O dönemde Metin’i bir yoldaş, bir insan olarak daha yakından tanıdım. Kibirden, hot zotçuluktan, afra tafradan uzak, insana sevgisini, saygısını tüm davranışlarında,  beden dilinde, sesinin tonunda gösteren, tartışmayı kişileri/kişilikleri değil görüşleri muhatap alarak yürüten bir tarzı vardı. Bu tarzı sevdiğimi, kendime yakın bulduğumu söylemek isterim.

Son telefon konuşmamızda, sosyalist ortamımızdaki sevgisizlikten, kadir bilmezlikten yakınmıştık.

Metin’in, resmi kurul toplantılarında saklı kalan çok yönlü, renkli kişiliğini tanımak için, toplantı ve buluşma sonralarında kurulan sofralarda bulunmak gerekirdi. Ne yazık, çok azında bulanabildim. Zekâsıyla, espri gücüyle, muzipliğiyle, siyasal gerilim hatlarını, kişisel kasılmaları, ince ince alaya alarak yumuşatan, kimi başlıkların hiç de göründüğü kadar önemli olmadığını gösteren sohbetlerinin çok aranacağı kesindir.

Hayranlık ve şaşkınlık uyandıracak bir belleği vardı. Sinema, müzik, futbol konularındaki bilgisi, bu alanların eleştirmenlerine taş çıkartacak zenginlikteydi.

***

Metin olduğu gibi, göründüğü gibi yaşayan bir insandı. Öyle de uğurlandı.

Gözü arkada kalmamıştır. Hak ettiği, istediği gibi, büyük bir sevgi seliyle, parti bayrağıyla, sosyalist hareketin her kesiminden yüzlerce insanın görev gereği değil, kendiliğinden, gönüllülükle katıldığı görkemli bir törenle uğurlandı.

Hiçbir dinsel tören yapılmadan uğurlanışı özel bir anlam ve değer taşıyor. Bu uğurlanış,  Metin’in Türkiye soluna, bu dünyadan giderken yaptığı anlamlı bir katkıdır. Örnek ve emsal olması dileğiyle, başta oğlu, yakınlarına, bu uğurlanışı örgütleyen TİP’li yoldaşlara teşekkür ediyorum.

Sevgili Metin, seni özleyeceğiz. Ölümün kaybolmak olmadığını, yaşarken anlaşıldığını ve sevildiğini biliyorsun. Bıraktığın mirasın değeri zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır.

Düşüncelerinle, binlerce insanla paylaştığın canlı anılarla, aramızda olmaya, yaşamaya devam edeceksin. Elveda güzel yoldaşım!