Kuşkusuz ki, Haziran’ın en güçlü yönlerinden biri de mizah zenginliğiydi.
Mizah devrimcidir.
Mizah, zaten doğası gereği ezilenlerin sesidir. Söylenecek şey söylenmiştir, yapılması gereken her şey yapılmıştır ve iktidar her şeye o kadar muktedirdir ki, kendi egosunun altında o kadar ezilmiştir ki, boy boy gelen eleştirilere, türlü türlü analizlere kulağını kapatır ve o noktadan sonra artık alan sadece mizaha kalır.
Voltaire’in Candide’inden, Aslan Asker Şvayk’a kadar dünya tarihi mizahın ustaca kullanılışına şahit olmuştur. Türkiye’de de çok zengin bir mizah damarının olduğu su götürmez bir gerçek. Bir çırpıda aklımıza gelen Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi mizah ustalarının yanı sıra, Marko Paşa’dan Gırgır’a, Leman’a, Uykusuz ve Penguen dergilerine, Zaytung’a uzanan çok zengin mizah geleneğine sahip bir ülkeyiz.
İktidar, duyularını halka ne kadar kapatırsa, mizahın da o kadar konusu olur. Mizah malzemesi olmaktan kaçınamaz.
Haziran’da da bu olmuştur.
AKP hükümetinin gözlerini, kulaklarını, aklını dışarıya kapaması böylesine güçlü bir mizaha malzeme olmasını da beraberinde getirmiştir.
Nurettin Abacıoğlu, daha Haziran devam ederken mizahın gücünü dillendirmişti:
“Direnişin en önemli silah ya da araçlarından birisi, barışçıl özünü ortaya çıkaran ve bir türlü provoke edilemeyen mizahi yüzüdür. O ne akıl zenginliğidir ki, AKP cenahının sinirlerini laçka eden; yapmaya çalıştıkları kötü kopyacılıkla, daha da sınıfta kalmalarına neden olan ve nerdeyse gaz bombası ve TOMA’lardan çok daha etkili olan bir akıl gücü, halkta her gün yeşererek ve zenginleşerek daha da ortaya çıkmaktadır...” (1)
Mizah devrimcidir. Hayaller üzerinden değil, tam da gerçekliğin olağan kurgusundan gücünü alır. Hayatın gerçekliğinden koptuğu ölçüde lümpenleşir, zevksiz, küflü bir hal alır ve goygoya dönüşür.
Güncel Türkçe Sözlük’te “goygoycu”nun tanımı şöyle yapılıyor: “Boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan kimse.” Sokak ortasında gençler döve döve öldürülürken, yüzlerce insan ağır yaralarla hastanelere kaldırılırken, binlerce insan biber gazına maruz kalırken, olan bitenin karnavalesk algısının bir yansıması olarak, karşımıza azımsanamayacak sayıda goygoycu da çıkmadı değil. Bunu da yadsımıyoruz. Ama hiçbir zaman Haziran’ı başlı başına bir “goygoycu eylemliliği olarak görme” eğiliminde de olmadık.
Zaten kıyamet de buradan kopmadı mı?
Aziz Nesin, Türkiye’de mizahçı olmak için çok fazla malzemeye sahip olduğumuzu, Türkiyeli mizahçıların çok fazla yaratıcı olmalarının gerekmediğini, zaten hayatın yeterli mizahî öğeye sahip olduğunu söylerdi. Elbette ki hayatın içinde yaşadığımız olayları aktarabilmek bir ustalık işidir, ama Aziz Nesin’e de hak vermiyor değiliz. Geçtiğimiz hafta bir arkadaşımızın yazısı sosyal medyada çokça konuşuldu, yazı üzerine çokça şaka yapıldı. Bir noktada Metin Çulhaoğlu bile, kaleminden mizahı esirgemeyen, hatta Eylül 1994’te kaleme aldığı “Suçlama Matriks Taslağı” ile bence siyasî mizahın en ince örneklerinden birini vermiş olan Metin Çulhaoğlu bile genç arkadaşları şakanın dozu hakkında uyarmak durumunda kaldı.
Konuyu çoğunuz biliyorsunuz, “kupon biriktirerek suşi yiyen, kötü servisten dolayı garsona atarlanan beyaz yakalı” mevzusundan bahsediyorum. (2)
Amacım konunun üzerine daha fazla gitmek değil. Dediğim gibi, mizahla goygoyculuk arasında ince bir çizgi vardır. Benim dikkat çekmeye çalıştığım ise farklı bir ironik durum.
Goygoyculuk, siyasî literatürde son bir sene “Haziran” bağlamında sıkça işittiğimiz bir kavram olageldi. Haziran’a hazırlıksız yakalandığımızı, Haziran sonrası Türkiye’ye ilişkin yeni bir şeyler yapmamız gerektiğini, Haziran’dan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını dile getirdiğimiz zaman bunu dillendirenleri “Haziran goygoycusu” olarak gören bir siyasî tavrın içinden böyle bir yazı çıkması, bence ironinin ta kendisidir ve yazının mizaha konu olmasının nedeni de budur.
Haziran Direnişi sonrası Türkiye’de karşı karşıya olduğumuz devrimci görevlerden bahsettiğimiz zaman, yeni siyasî görevler tanımlamaya çalıştığımız zaman, bu cesur girişimlerden ürken ve bu girişimleri “likidasyon” olarak tanımlayan bir siyasî öznenin içinden “beyaz yakalıların” ciddiye alınmasını gerektiren bir yazının çıkmış olması, bence “ironi nedir?” sorusuna verilecek örnek bir yanıt niteliğindedir. Daha geçen hafta şu cümleleri yeniden okuduk: “TKP likidasyon tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Programıyla, ülke siyasetinde tuttuğu yerle, örgütsel ilkeleriyle, gelenekleriyle…”(3) Bahsedilen tehlike Haziran Direnişi’nden devrimci görevler çıkarmaktan başka bir şey değildir. Bahsedilen tehlike, Haziran Direnişi’nde yer alan devrimci unsurları kucaklamaya yönelik geliştirilen Leninist bir parti disiplininde tarihte birçok örneğine rastladığımız yeni siyasî kulvarların açılması gerektiğini dillendiren partililerin varlığından başka bir şey değildir.
Bunu likidasyon olarak tanımlayıp, sonra da “beyaz yakalılar da var!” demek ironiktir ve elbette ki mizahî anlamda buradan malzeme çıkması kaçınılmazdır.
Bir de, tam da bar ve kafe çalışanlarının örgütlendiği bir süreçte “garsona atarlanan beyaz yakalı” örneği pastanın kreması olmuştur. Bu kadar mizahî öğeyi içinde bulunduran bir yazı hakkında sosyal medyada bu kadar çok konuşulması, bu kadar çok mizahî malzeme çıkarılmış olmasına içerlememek, darılmamak gerekiyor.
Dahası, mizahı ciddiye almak gerekiyor. Gülüp geçmemek, gülerken düşünmek, güldürürken de düşünmek ve düşündürmek gerekiyor. Mizahı önemli bir eleştiri ve özeleştiri aracı olarak algılamak önemli bir meziyettir.
Dediğim gibi, “boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşmak” olarak tanımlayabileceğimiz “goygoyculuk”la, mizahî eleştiri arasında ince bir çizgi var. Fakat Haziran sonrası yeni devrimci görevler tanımlayan ve bundan dolayı likidasyonla suçlanan bir kesim, kusura bakmayın ama bir şey biliyor da konuşuyor. Sayfalarca yazılmış, saatlerce üzerinde konuşulmuş bir konudan bahsediyoruz. Söylenecek olan her şey söylenmiş, yapılması gereken her şey yapılmış ama arkadaşların bizi likidasyonla suçlamasının önüne geçememişiz ve koca bir partinin ortadan ikiye ayrıldığını görmüşüz. Kusura bakmayın ama bu saatten sonra “kimilerinin ‘beyaz yakalı’, kimilerinin ‘orta sınıf’ olarak tanımladığı insanların yaşamlarını, dertlerini ve mücadelesini tartışmayı” amaç olarak belirleyen bir yazı, yazının yayınlandığı “yer”den dolayı ontolojik olarak mizahî bir öneme sahiptir.
Yazının içeriği, daha doğrusu yazının işaret etmeye çalıştığı konu, yani Haziran sonrası sınıfsal dinamikler ise zaten 15 ay önce dikkate aldığımız, hatta bunu yaptığımız için goygoyculukla, MDD’cilikle, likidasyonculukla suçlandığımız bir konu. Kuşkusuz, Haziran Sonrası Türkiyesi’ne dikkat çeken irade, bu konunun üzerine gitmeye, buradan devrimci görevler çıkarmaya devam edecektir.
(1) Nurettin Abacıoğlu’nun “Direniş, sınıf ve mizah” başlıklı yazısı için: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/direnis-sinif-ve-mizah-75389
(2) Bahsi geçen yazı için: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nevzat-evrim-onal/kaybedecek-neyimiz-var-aklimizdan-baska-96996
(3) Alıntının yapıldığı yazı için: http://haber.sol.org.tr/soldakiler/komunist-parti-mk-uyesi-aydemir-guler-sosyalizm-vurgusu-daraltmaz-guc-katar-haberi-97427