Nasıl, güzel görünüyor muyum?

2002 Yılında, Hollywood’un meşhur Arquette kardeşleri ailesinden Rosanna Arquette bir belgesel film yapar. Filmin adı ‘Searching for Debra Winger’, bizde ‘Kayıp Aranıyor’ diye bilinir. Burada sinema ve dizi dünyasının bilinen bir sürü kadınıyla konuşur. Konu; ‘bu meslekte (Film Endüstrisi) kadın olmak nasıl bir şey?’… Çok büyük olaylar yaratmasa da film bazı açılardan ses getirir. Klişe ‘ses getirir’ cümlemi de yazdığıma göre, şimdi rahatlayabiliriz. Bir de çok sevdiğim klişelerden ‘…yönetmen burada Tim Burton’a şapka çıkarmış… Milos Forman’a saygı duruşunda bulunmuş’ var. Konuyu dağıtıyorum, ben de fark ettim. Evet, “Kayıp Aranıyor; Debra Winger”, Kırk yaşına gelip Hollywood’a ‘hoşça kal’ diyebilme cesareti gösterebilmiş bir kadının, Debra Winger’ın arkasından bir ağıt olarak düşünülmüş olsa da oluşum aşamasında bir başkaldırı yapıtına dönüşmüş. Filmde 42 Hollywood’lu çok tanınmış insan var. Sinema sektörü ile en ilgisiz olanınızın bile en az 5 tanesi için “-a ben bunu, bunu tanıyorum.” diyeceği kadar çok tanınmış isim. Bu film ilk değil son olmadı, olmayacak da.

Kadın olmanın zaten büyük bir yük olduğu hayata, bir de eğlence sektörü başlığı altında toplanan dizi, film, sahne performansları, müzik, dans…vb., mesleklerle katılıyorsanız üzgünüm. Acı sözlerim için, üzgünüm. Hayatınız başından parçalara ayrılmış demektir. Özellikle Kırk yaşından itibaren babaanne rolleri gelmeye başladığında paramparça olacaksınız. Bu meslekte ısrar etmek, kadın dediğinin 14-21 yaşları arasında olması gerekliliği ile koşullanmış bir sektöre, dahası Dünya’ya kafa tutma halinden başka bir şey değildir. “Kadın oyuncunun doğal yaşlanmasına asla saygı duymayan” bu sektöre ayak uydurarak, DNA’sı olmasa neredeyse tanınmayacak kadar tipinde değişiklik yaptırmış kişilerin koşuşturduğu sentetik bir ortam. Bu sistemin içerisinde yaşlanamaz, yorulamaz, anormallik yapamaz, hak talep edemez, karşı çıkamazsınız. Genel yaşam biçiminde her türlü devrimin kadınlar tarafından geleceğine olan inancınızı biraz sarsacak bir mikro cosmos burası. Çünkü kuralların büyük oranda koyucusu ve uyumlandırıcısı da kadınlar. Yüzüne ve bedenine estetik ameliyatlar yaptırman gerekli, o ne? yüzünde kırışıklıklar var. ‘-Ah şekerim o çok yaşlandı, yönetmen istemez’le başlayan, ‘tatlım sen de botoks yaptır, göz kapaklarını aldır, biraz bakımlı ol’ a varacak kadar hadsiz birer transformasyon histerisi. Bu öyle bir histeri ki yalnız oyunculuk yapan kadınları değil, her tür meslek erbabı kadını kıskıvrak yakalamış durumda. Çünkü ne demişti Andy Warhol, burayı hep birlikte söylüyoruz, eveet: Bir gün herkes On Beş dakikalığına… Herkes artık birer başrol. Ve bu başrolü kaptırmamak için ne gerektiği herkes tarafından biliniyor. Taze ve genç. Sanki et reyonundan pirzola alırmışçasına son kullanma tazeliğine kadar tüketilmesi gereken kadınlardan oluşturulan bir sektör. Çünkü ötesi yok. Niye? Genç ve güzel olmazsan se-vil-mez-sin, buna zaten hakkın olmaz. Bir de oyunculuk ya da şarkıcılık yapmak mı? Daha neler? “Çok kırışıksın, keşke ölsen.”…

Bir çok aktörün evlendiği kadınlar, nasıl etiketlendirildiler anımsayalım. Hem de aktör ne “şekilde” olursa olsun. Eşi genç ve zayıf değilse o ilişkide bir bit yeniği ya da aktörün psikolojik sorunu olduğuna varacak derecede hadsizce söylenmeler. Girişte sözünü ettiğim filmde bütün kadınlar, kadın oldukları için sektörde nasıl ötekileştirilip, belli bir yaşa geldiklerinde dışarı itildiklerini anlatırlar. Deli gibi her saniye çalan telefon çalmaz olur. Oysa kadın oyuncu zamanla daha yeteneksiz olmamıştır, tam tersi iyice ‘iyi’ olmuştur muhtemelen. Meryl Streep her röportajında sistemin onu nasıl sindiremediğini anlatır. İlk işlerinde ‘çok çirkin bir burnu’ olduğu gerekçesiyle istenmez. Yüzüne karşı açıkça ifade edilir. ‘Erkek oyuncular öyle mi ya?’ya hiç girmeyeceğim. Yaş aldıkça yüzü oturan, oyunculuğu nefes kesici (Bak bu da sevilen klişe tamlamalardan-güzel oyuncu dekoltesiyle nefesleri kesti..gibi.) bir hale bürünen, yanına iyi genç bir kadın oyuncu verildiğinde yine harika işler ortaya serecek ve hatta o kadını hamile bırakacak kadar muhteşem erkek oyuncular. Bayıldığımız Çağrı filminin harika oyuncusu Anthony Quinn mesela 81 yaşında baba olmuştu. Müthiş bir performans. Canım Chaplin son çocuğu doğduğunda 71 yaşındaydı. Yaşlanmanın bu kadar yakıştığı bir tür olamaz. Belki biraz mirketler. Onların da yaşlandığı tecrübeleriyle anlaşılıyor, tipleriyle değil. Erkek oyuncular gibi. Neyse dediğim gibi erkek düşmanlığı değil burada amacımız, kaldı ki erkekler her yaşta harika performanslar sergiliyorlar. Ama ya kadınlar? Meşhur Matrix filminin bariz kadın oyuncusu Carrie-Anne Moss Kırk yaşına bastığında aldığı büyükanne rolü teklifi ile ne kadar yıkıldığını anlatıyor. Hem de o harika vücutla anlatıyor bunu. Endüstride kalabilmek için sisteme uyumlu olmak gerektiğini biliyordu. Eğer bir kariyeri olacaksa her şeyi, bu yönlendirmelerle ya da diğer bir tanımla, tıpkı “kendine çeki-düzen veren (!) Demi Moore” gibi yapmalıydı. Hayatımın en zor zamanlarının başlangıcıydı, der, Carrie-Anne. Ama birden bir aydınlanma olur ve bu durumla başa çıkabilmek için endüstriye kafa tutmaya karar verir. Kendisine, minik botoks dokunuşlarıyla halaa delikanlı görünen rol arkadaşı Keanu Reeves’den tutun da tahmin edemeyeceğiniz kadar çok insan destek olur. Artık küçük mutluluklar peşinde olduğunu söyleyip, beni sakın aramayın, diyen Debra Winger’ın aksine, estetik yaptırmadan, bu sektörü de terk etmeden çalışacağım, der, Şimdi yeni Matrix serisinde kırışıklarını kapatmak için bir tür filtre kullanıldığı da kulislerde konuşulan dedikodular arasında (Klişe tanrısı). Sistem buna hazır değil. Matrixçiler toplu olarak, neden bu babaannenin oynatıldığını anlayamadıklarını, birbirlerinin kulaklarına pest Kratos sesleriyle çoktan fısıldadılar…

Cloud Atlas – Bulut Atlası filmini izleyenlere, hatırlayacakları bir görüntüden örnek vereceğim. İzlemeyenler de buradan hareketle merak edip izleyeceklerdir. Sonmi-451, hani küt saçlı, mini etekli, saçlarında birer sıra renk olan, müşteri her zaman haklı olduğu için, ne isterlerse yapan hattaa bunu büyük sabırla, gülümseyerek yapmak zorunda olan kimliklerden biri, fastfood restaurantında çalışan bir klondur. O mekanda herkes -klon dedik ya- aynı usturadan çıkmış birer kopyadır. Sonmi-451’i farklı kılan bu klonlanmış sistemde, bilgi aracılığı ile bir kişilik kazanarak peygamber konumuna yüceltilmesidir. Bilginin övülmesi ile birey olmanın yüceltilmesi kavramları bize yakın bir tarih olmakla birlikte, hala topluluklara nüfuz edememiştir. Ben 1,5 yaşımdayken annemin kucağında güneşin altında etrafa gülücükler saçarken, Kuşadası’nda bir film çekimi için bulunan, Yunanistan'ın ilk sosyalist hükûmetinde kültür ve bilimler bakanı olarak görev yapan, Dünyaca ünlü Yunan aktris Melina Mercouri, beni görür görmez koşup uzun uzun sevmiş. Yani ben ondan el aldım. Uzun yıllar da güzel göründü kadın, hemen öyle yaşlanmadı. Bu durumuyla, bakanlığından daha çok övgü aldı. Aynı döneme damga vurmuş hayvan hakları savunucusu güzeller güzeli Brigitte Bardot ise çok yaşlanmış. Basında yazdığına göre ‘yüzüne bakılmayacak bir hale gelmiş’ti. Yüzüne bakılmaz çünkü şişmanlamış ve sevilmeyi hak etmeyecek kadar çizgilerle dolu bir ifadesi olmuş. Doğal olarak da kariyeri çoktan bitmişti. Yüzüne bakamıyoruz, ne filminde oynayacakmış? 1995 tarihli “Grumpy Old Man” , bizde İki Hınzır Adam olarak oynadı, filmde Jack Lemmon 70, Walter Matthau ise 75 yaşındaydı. İkisi de,  biraz genetik şansıyla biraz estetik sanatı(!)yla hala “taş gibi(?)” görünen Sophia Loren’le -ki o zaman 62 yaşındadır- flört edecek kadar çekicilerdir. Sophia Loren’in annesini oynayan Ann Morgan Guilbert ise Sophia’dan sadece 6 yaş büyüktür. Çünkü yaşlı görünmektedir ve bu rolü görüntüsünün hakkıyla almıştır.

Şimdilerde sistem bizde de bu sınırları netleştiriyor. Genç yağız bir delikanlının annesi ondan sadece 4 yaş büyük bir kadın oyuncu tarafından oynanıyor. Ya da çok güzel ve genç bir kızın annesi olabilmek, ondan 5 yaş büyük olmakla mümkün, çünkü kadın olma vasıflarının sınırını aşmıştır o değerli anne rolüne gelen oyuncu hanımkızımız. Canan Karatay ve Nebahat Çehre karşılaştırması geldi aklınıza değil mi? Hanginiz çok şaşırmadı aralarında sadece 1 yaş olduğunu öğrenince. “-Nebahat ne yiyorsa ondan yerim, Canan’ınkilerden istemem hahaha.”, diyenler 5 saniyeliğine içlerine dönsünler. Kadına hiçbir şeyle işkence demiyorsak yaş konusu ile edelim. Magazin gazeteciliği adeta bunun için var. Bilmemkimin mayolu hali nasıl da görenleri şaşırtıyor, onlardan daha iyi kimse şaşıramaz. Bu ne selülit? Böyle bir başlığın çekiciliği her şeyin ötesindedir. Uzaktan röntgenlemeli olduğu net ama görüntüsü flu bir fotoğraf çekimi koyalım da herkesin röntgenleme güdüsünü iyice bir okşayalım. Bunun ucuz pornografi ile olan ilişkisini başkaları düşünsün, biz çok tıklanalım, çok okunuldu görünelim. Bunları basmayacaksak okumayı neden öğrendik, neden gazete ve dergiler var? Bir de yaşlanması doğal  yollardan olmayan kadınlara yapıştırılan bir ‘aferin’ var.

‘-Bravo vallahi hiç yaşlanmıyor.’ İşte bu büyük başarı ile övünebilmek ve sektörde kalabilmek için çekilen çilelerin bazılarına tanığım. 6 ila 8 saat arası, 40.000 bakımı gibi estetik ameliyat geçiren, günlerce korkunç acılarla uyku ve gün yüzü göremeyen ama doktorunun öngördüğü gibi 3 ay sonra bütün ‘kontur’lar yerine oturduğunda mutluluktan ağzını kapatamayan tanıdıklarım var. Bırakalım şimdi burada “-Canım öyle mutlu olacaksa yaptıracak tabii ki, sana ne?”leri. Çoğunun kendi talebi olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu sürüklenme, bu histeriye kapılma durumunda hayatını kaybeden ya da döndürülemeyecek hatalara kurban olan tanıdıklar da var. Göz kapağı yanlış kesilmiş, bir kez daha ameliyat isterse gözlerini hiç kapatamayacak. Hah şimdi estetisyenlerin beni lanetleyeceği ve bir gün karar verip kapılarına gidersem bana asla “Fransız Askısı” yapmayacakları yere geldim. Özellikle sektördeki kadınların estetik ameliyat ile değişim histerisi kendi talepleri değil. Bu artık bir şablon, bir zorunluluk haline gelmiştir. Eğitim sorunlarımızın, işsizlik, yerli tohum, emeklilik, pandemi, kadın cinayetleri, hayvan hakları, hukumet, keyfi kararlar, genelgeler, aşı, Peker, teker, 128, sağlık sektörünün içinde bulunduğu durum…vb., varken buna mı takılacağız’cılar, yazıyı buraya kadar okumadılar neyse ki. Ama kesin olan bir şey var ki o da bütün yapılanmanın büyük bir zincir halinde birbirine bağlı oluşu.

Kadınları bu köleci zihniyetten, sadece konuşarak kurtarma gösterişinde olmayan iki kişi bu sene Oscar’la taçlandırıldılar (Taçlanmak-bak klişeye.) Frances Mc Dormand zaten Oscarları olan, estetik ve klonlanmaya karşı durduğunu her hali ile belirten önemli bir oyuncu. Filminin yönetmeni Chloe Zhao da aynı yönelimde olmalı ki törene son derece rahat gelmiş. Ama ne oldu? Tören sırasında ve sonrasındaki kulis dedikoduları (K!) “-Böyle de törene mi gelinir, saçını bir tarasaydın, sizde de mi pandemi tedbirlerinde tarak satılmıyor marketlerde ahı ahı ahı?”, şeklinde zeka fantazili espriler aldı yürüdü. Bu kadınlar yapılması gerekeni yapmamışlardı. Artık sıkılmışlardı. Klon olmadan da sevilebileceklerini, işlerini büyük bir ustalıkla yapabileceklerini biliyorlardı. Eh ortam biraz arka da çıkmıştı onlara.

Tekrar bizim topraklara dönecek olursam. Sisteme kafa tutan tanıdığım muhteşem oyuncu kadınlar var, şu anda işlerini yapamayan -pandemiden değil- aranmayan, hatta işini yapmasına engel olunan. Öyle değerler var ki. Bilgisinden, kültüründen, kişiliğinden, yeteneğinden yararlanacağımız, örnek alacağımız. Kadın cinayetlerinin evrilmiş biçimidir işsiz, mesleksiz, kimliksiz bırakılan kadınlar. Şiddetin karanlık tarafta kalmış yüzüdür. İşini yapamayacağının nedenlerini, eril bir fantezi ile, marifet gibi ortaya saya döke anlatırken bıçağı ciğerinde kanırta kanırta döndürmektir. Yaşı “geçtiği” için kadına iş vermeyen ‘endüstri’ toplu olarak kadın katletmektedir. Bunu yaparken de diğer her türlü katliama ‘karşı durduğunu’ belirtmektedir. Kadın cinayetleri şu kadar şu kadar oldu diye sosyal medyada bas bas bağırırken “-Ha o da amma yaşlanmış, yok iyi resim vermez.”lerle gerçek cümleleri ikinci beyinlerinden püsküren şahıslar biliyorum. Şiddetin entelektüel yüzü, okumuş, kamera açısı, şaryo ve ışıklama tekniği öğrenmiş yüzüdür bu. ‘Onlar’ kadınları öldürüyor diye ayağa kalkıp yüksek volümle diklenirken, kadının yüzüne basarak bağıranıdır. Artık sektörün de bana asla iş vermeyeceği yeri de geçtiğimize göre iyice rahatladık sanırım. Pandemide ekmek yapmayı öğrendim, bir şeyler bulurum ben, siz yola bensiz devam edin… Kendimizden başlamalıyız. Her yerden adım adım çemberi daraltmalıyız. Ortada buluşacağımız yere gelebilmek epeyce güçlü adımlar isteyecek biliyorum. Ama olmayacak bir şey de değil. “-Gençsin güzelsin” demeyerek başlayacağız. “-Neden boşandınız?” diye soran spikere “-O 24 yaşını geçmişti.”, diye gevrek gevrek gülen Ali Ağaoğlu olmayarak durduracağız kadına şiddeti. Pompalanmış sentetik ilişki biçimlerini, arzu nesnelerini aklımızla düşünerek tartışacağız. Dediğim gibi ‘ötekilerden’ önce kendimizden başlayacağız. Çok uzattım ama konu çok uzun. Size bir link vererek bu konuyu noktalıyorum. Bayıldığım bir kadın oyuncu, Amerika’nın ilk Müslüman kadın komedyeni, okullu,  Maysoon Zayid’in Ted konuşmasını izlersiniz belki. Çok fikirli bir konuşma ve çok güçlü ve çok neşeli. Tıpkı bizim bütün kadınlarımız, kadın oyuncularımız gibi. Link aşağıda, iyi seyirler.

https://www.youtube.com/watch?v=4ZuHtlqE9eM&t=2s