Bakmak ile görmek arasındaki fark çokça bilinir. “Bakıyor ama göremiyor” gibi sözler de zaten bu farkı anlatır. Kısacası, bir yere ya da şeye bakıyor olmak, onu gördüğümüz, yani onun ayırt edici yönünü anladığımız, belki biraz diplerde ya da karanlıkta kalan ama mutlaka açığa çıkarılması gereken boyutlarını kavradığımız anlamına gelmez.
Bu anlamda, herkes bakabilir, ama herkes görmüş olmaz. Her bakış, aydınlık ve belirgin bir görüşe erişmez.
Dediğimiz gibi, bakmak ile görmek arasındaki ayrım biliniyor. Peki, görmek dediğimiz şey de benzer ayrımlar taşımıyor mu?
Yani her gören, aynı şeyi mi görmektedir? Görmek nötr, kesin, yekpare bir eylem midir? Diğer bir deyişle, bakmanın ötesine geçip görmeyi de başaranlar, hep aynı noktayı, aynı derinliği, aynı nesneyi mi görür?
Anlaşılan o ki, iş bu kadar kolay ve kaba değildir. Görenler de kendilerince farklı şeyler görmektedir. Her görüş, sahibinin deneyimine, birikimine, meşrebine göre farklılık taşımaktadır.
***
Eğer öyle olmasaydı, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakıp da bu kadar farklı şeyler görmek mümkün olmazdı herhalde.
Tek bir tabloya bakarken birbirinden bu denli farklılaşmış görüşlerin ortaya çıkması, tam da görmenin homojen veya tarafsız bir eylem olmadığının kanıtıdır.
Örneğin, AKP’nin oy oranları ve meclis aritmetiği açısından yaşadığı gerileme, hem AKP rejiminin sonunun geldiğine, hem de AKP rejiminin tahkimatının güçlendirildiğine yorulabiliyor.
Ya da HDP’nin barajı aşması kimileri için Türkiye’nin kurtuluşunun ilk adımı olarak selamlanırken, kimileri için Türkiye’nin karanlık günlerinin başlangıcı olarak lanetlenebiliyor.
Kimi Türkiye’ye baktığında faşizmin ayak seslerini, kimileri ise restorasyonun tıkır tıkır işleyen dişlilerini görüyor.
Kimi sermayenin seçim sonuçlarını mutluluktan ellerini ovuşturarak karşıladığını düşünürken, kimileri burjuvazinin tir tir titreyecek kadar endişeye kapıldığını söylüyor.
Dedik ya, görmek söz konusu olduğunda tek ve herkes için geçerli bir “sabit”ten söz etmek zorlaşıyor. Görmek, biraz da nereden, ne için, nasıl gördüğünüze bağlı olarak değişebiliyor, farklılaşabiliyor. Dolayısıyla gören göz ile gördüğü şey arasında saydam ve dolaysız bir ilişki bulunmuyor. Ne göreceğinizi belirleyen şey, ne aradığınızla çok yakından ilişkili oluyor.
***
Ne aradığımız konusunda kafa karışıklığı yok. Aradığımız şey ülkemizin sermaye egemenliğinden, AKP gericiliğinden, emperyalizmin işbirlikçiliğinden kurtuluşudur. Aradığımız eşitlik, özgürlük, kardeşlik içinde yaşayabileceğimiz bir ülkedir. Aradığımız insanlığın yeniden ayağa kalkacağı sosyalizm ve devrimdir.
Aradığımız budur, ama bunu aramanın bir “bedeli” de vardır. Yani sosyalizmi ve devrimi arıyorsak, görmeye çalışacağımız şey önce bizi sosyalizme ve devrime taşıyacak kanallar, imkanlar, fırsatlar olmalıdır. Bunun altını bir kez daha ve kalınca çizmek gerekiyor. “Önce” imkanlar ve fırsatlardır görülmesi gereken. Önceliği risklere, tehditlere, tuzaklara ayıran bir yaklaşımın üreteceği enerjiyle fazla yol almak mümkün değildir. Devrimciler, bu yüzden, en karanlık dönemlerde bile umutsuz veya kötümser değillerdir, olmamışlardır. Çünkü arayışı devrim ve sosyalizm olanlar, her zaman yürünecek bir yol ve onu yürütecek enerjiyi bulurlar.
Bugün Türkiye’ye ve çevremize bakarken sık sık imkanlara ve fırsatlara işaret ediyor olmamız da bundandır.
Seçimin ertesinde oluşan tabloda birileri burjuva düzeninin kendini pekiştirmesini görürken, bizim boşlukları, kriz olasılıklarını, şiddetlenen sarsıntıları görmemiz havailikten değildir.
Emperyalizmin sömürü, savaş ve istila planları tüm acımasızlığıyla yürürlükteyken, bizim Suriye halkının cesaretini, Kobane’de barbarlığa göğsünü siper edenlerin erdemini, insanca bir yaşam için mücadele eden Yunan emekçilerinin arayışını görmemiz saflığımızdan değildir.
Haziran Direnişi gelip geçici bir heves gibi düşünülürken, bizim Yırca’da, Bursa’daki metal işçilerinde, Cerattepe’deki HES direnişinde, seçim günü sandık nöbetinde, Taksim’deki onur yürüyüşünde, duvarlardaki Turgut Uyar dizelerinde, Özgecan’ın cenazesinde öne çıkan kadınlarda, kızlı-erkekli gençlerde Haziran Direnişi’nin süregiden canlı damarlarını görmemiz esriklikten değildir.
Bizim sosyalizmin ve devrimin bir adım daha yaklaşacağı bir dönem için imkanlar ve fırsatlar görmemiz, başımızda kavak yelleri esmesinden değildir yani.
Gözümüz, kulağımız, ruhumuz, aklımız sosyalizme ve devrime ayarlı olduğu içindir.